KURAN’DA
KIYAMET
SAHNELERİ
SEYYİD KUTUB
PDF:özgür el erdişi
dr fi:
fim, ifmimi at/in.
1'AllA tütesi 114 . ayet
facebook/ücretsiz İslami e-kitap indir
1.BÖLÜM
İNSANLIK TARİHÎ BOYUNCA ÂHİRET DÜŞÜNCESİ
Şu dünya yıldızında insan ömrü kısa, bu fani âlem
insanın günleri sınırlıdır. Buna mukabil insanın yaş arzusu
fıtrî ve bu dünyadaki istekleri sayısız, sons dur. Ama
insan ölüyor.
Ölüyor, istekleri, dilekleri içinde kalarak, muradına
kavuşamadan Ölüyor. Emellerini geride koyup gidiyor.
Arkasında ayrılmaktan, kaybetmekten büyük üzüntü
duy c'uğu dostlarını, yakınlarını bırakıp gidiyor. Acaba
bu yitirdiklerine tekrar kavuşamıyacak mı?
Bu bir!
İnsan dünyaya bakıyor; hayır ve şer çarpışmakta.
Kötülük ve iyilik ya da kötü ve iyi sandığı şeyler- ka¬
pışmakta. Şer ard arda gelmekte, rezalet yağmur gibi
yağmakta. Çoğu kere de şer hayra galip geliyor,
rezilet faziletin üstüne çıkıyor. Ömrü pek mahdudolan
fert, fiîin aksini, hayır ve şerrin sonuçlarını göremiyor.
2
Halbuki bu insan, çocuk iken ya da orman
kanununa göre yaşarken bunları düşünmüyordu. O
zaman ne zarar \ardı, ne ziyan. İş kuvvete bağlı idi.
Hayat galibin, kak kuvvetlinin idi.
İçi uyanmağa başlayınca hayrın karşılığım bulma¬
masından, şerrin cezasını görmemesinden üzüntüye
kapıldı, bu hal onun zoruna gitti. Âdil bir ülûhiyet
varlığıma iman, hayır ve şerre cezayı zaruri görür. Eğer
hayır ve şerrin, karşılığı burada tam verilmiyorsa,
elbette âhi-ret âleminde verilecektir. Bu iki!
Sonra dünyayı imar eden, onda istediğini yapan
bu akıl sahibi insan cinsinin hayatı, hattı hareketi,
herhangi bir haşere, dabbe veya sürüngenin hattı
hareketi, hayatı gibi hiçbir şeyi tamam olmıyan, her
şeyi ebediyete intikal den kısa, mahdud bir hayat mı
olmalıdır? Hayatının böyle basit, düşük bir hayat
olması, insanın gücüne gider. Böyle bir hayat
yaşamasını istemez insan. Bu da üç!
îşte insanın içinden birbiri ardınca fışkıran bu kay¬
naklardan ahiret âlemi düşüncesi doğmuştur. Birinci
kaynak insan şuuruna hayatın kıymetini gösterirken
üçüncü kaynak, cinsinin kıymetini bilmesini, kevnî
3
kuvvetleri hesaba katmasını, kevriî kuvvetlerin kendisi
lehine işlemesini, kendisini bu kısa ferdî hayatla yok
edip bitirmemesi arzusunu doğurmuş; ikinci kaynak da
ona içini uyarmasını, ruhunda adalet duygusunu,
rezilet ve faziletin neticelerine sağlam bir şekilde
inanmasını işaret etmiştir,
işte bu kaynaklar, insanlığın ta kendisidir. Onun
derinliklerinin en derininde, ufuklarının en yücesinde
bulunmaktadır..
Eski Mısır, Uyanık insan zamirinde fışkıran kaynağın
ilk şafağına şahid olmuş, Ölümden sonra hayır ve şer'
den hesap verileceğine, kötülük ve iyilik karşılığında
adaletli ceza verileceğine dair ilk inanca sahip bulun¬
muştur. Bugünkü mevcut bilgimize göre bu akide
oradan bu mamur dünyanın sırtında bulunan başka
bir yere sıçramazdan Önce iki bin yıldan fazla bir
zaman geçmiştir! Milâttan önce 2600 yılı civarında
(Beşinci Aile Devi rinde) _ Eğer daha önce yok ise-
Mısır'da bir âhiret inan] cı vardı. Bu âhiret âleminde
hayra ve şerre ceza verili yordu. O zaman bu inanç,
yalnız kâhinlere ve din adam larına münhasır değildi.
Millet arasında yaygındı. Bu yaygınlık gösteriyor ki, bu
4
inancın kökleri bu tarihteı daha önceki zamanlara
kadar uzanır. Merhum Prof. Al chılkadir Hamza, kıymetli
eseri «Ala Hâmişi't - Tarihi'1-Mis riyyi'l-Kadîm»de bu
fetretten şöyle bahsediyor:
«Bu zamanda Ozirîs'e tapuulnıağa ve bu„ milli bir
hal almağa başladı. Oziris ibadetimin esası şu idi; Her
insan, kral olsun, ferd olsun herkes, ölümden sonra
dünyada yaptığı işlerinden, bizzat Oziris'in idare ettiği
İlâhî mahkeme huzurunda hesap verecektir. Bu
mahkemede Qziriş'e «Tot»,S Anubis, ݧ Horüs,
iâMa'at»i£i ve kırk iki hakim yardım eder. Eğer
mahkeme, ölünün iyiliklerinin, kötülüklerinden çok
olduğuna hükmederse, o kimse- ebedî naînı (cennet)
ile mükâfatlandırılır ve Oziris gibi olur. Ama mahkeme
onun hayatında kötülük yaptığına hükmederse, onu
vahşî hayvanlar parçahyacak, yahut ateşe atılacak
veya başka, bir azaba çarptırılacaktır.» Orta Devlet
zamanından kalma «Ölüler Kitabı» na dayanarak,
özetle bu hesaptan şöyle bahsediyor:
«Bu muhasebeyi tasvir ediyorlardı. Ölüler Kitabına
ve tabutlara mahkeme, muhakeme ve miizan resimleri
çiziyorlardı. Bu mahkeme tablolarında: Oziris, değneği
5
ve kırbacı elinde tahtına oturmuş, yanında ilahlardan
kırk iki hakim var. Bu tablodan, o zaman Mısır'ın, kırk iki
bölgeye bölünmüş olduğu düşüncesi hatıra geliyor.
Sanki her hakim bu bölgelerden birini temsil
etmektedir. Ölü mahkeme huzuruna çıkarıldığı zaman
«Anubis» onu selâmlıyor, kalbini tutuyor ve onu alıp
terazinin bir kefesine koyuyor. Diğer kefeye tanrıça
«Ma'at» ya da Riştha'nın, heykeli konulmuştur. Sonra
tanrı «Tot», sağ elinde kalem, sol elinde kâğıt terazinin
yanma geliyor, tartının neticesini yazıyor, Öziris'e
takdim ediyor. «Tot» un. yanında yırtıcı «îmayît» vardır.
Bu, timsah başlı, aslan vücutlu bîr hayvandır. Hüküm
giyen ölüyü parçalamağa hazır bek" liyor. Bazı
resimlerde mahkemenin özel bîr yerinde günahkârların
atılmasına mahsus ateşler vardır. Terazideki kalb,
ölünün hayatındaki amellerini temsil eder. Çünkü
dünyada sahibinin yaptığı hayır ve şer her şeyi o
görmüştür.»
Dünyadan âhirete göçü tavsif eden eski Mısır'a ait
manzum bir hikâye metni de mevcuttur.izi Bu hikâye¬
de «Sinoziris« adındaki genç, babası «Satney»e âhiret
alemindeki hesap, ceza ve azap usulünü göstermek
için babasıyle birlikte âhirete göç eder. Bu göç,
edefo'iyat ve dinler tarihinde âhiret âlemine yapılan ilk
göçtür. Hayır ve şerrin, hesap ve cezanın; zenginlik,
fakirlik ve diğer hayat görünümleriyle ilgisi
bulunmadığını göstermek için tou hikâyeyi
naklediyoruz:
«Satney bir gün evinin üstünden bakar, zengin bir
adamın cenazesini görür. Ağhyanlar, uğurlıyanlar.. Bü¬
yük bir tören ve gösterişle Memfis'ten Cebe doğru gidi¬
yor. Yine Satney, bir fakirin cenazesini de görür. Bir ha¬
sıra sarılmış. Ne cemaati, ne uğurhyanı, ne ağlıyam, ne
de dövüneni yok. Satney oğluna bakar ve kendisinin
âhirete şu fakir gibi değil o zengin gibi götürülmek
istendiğini, onun gibi uhrevî bir hayat ve saadete
ulaşmayı arzu ettiğini söyler. Oğlu Sinoziris ise bilâkis
âhirette o zengin gibi değil şu fakirin hayatı gibi bir
hayat arzuladığını söyler. Baba, çocuğun bu sözüne
kızar. Genç, her ikisinin uhrevî hayatını göstermek için
babasının elinden tutar, büyülü dualar okuyarak
babasını Memfis dağında bir yere götürür. Ölülerin
hesaba çekildiği dağa» indirir. ısiBakarlar ki her çeşit
insanla dolu yedi geniş salon var. Bunlardan üçünü
7
geçer, dördüncüye girerler. Buraya kısanlar girip
çıkmaktadır. Bunları arkalarından «sekler kemiriyor.
Başka insanlar da var. Onlar da bağları üzerinde asılı
yemeğe sıçrıyorlar, erişemiyorlar.. Sıçrıyorlar, sıçrıyorlar,
bir türlü ulaşamıyorlar. Bir yandan da kazıcılar, bu
adamların ayaklarının altından ha bîre kazıp bunlarla
başlan üzerinde bulunan yemek arasındaki mesafeyi
arttırıyorlar.
«Daha sonra yedinci salona girerler. Orada iyilerin,
'ruhlarını görürler. Her birinin bulunduğu bir makamıar.
Kapıda da suçlu ruhlar var. Bunlar da ayakta niyaz
ediyorlar.»
«Sonra kapının altına sırtı üzerine yatırılmış bir
adam görürler. Kapının ekseni de bu adamın gözüne
çakılı. Kapı açılıp kapandıkça onun gözü üzerinde
dönüyor. Kapı da devamlı açılıp kapanıyor ve adam
ızdırap tan bağırıp duruyor.
«Daha sonra yedinci salona girerler. Orada hesap
tanrıları oturmuşlar. Münâdiler (çağmalar) da birbiri
ardınca ölüleri hesaba çağırmaktadırlar. Büyük tanrı
Oziris, altın tahtında oturmuş, başında İM lalaklı bir taç,
taun Anobis sağında, Tot solunda. Hesap meclisinin
teşekkül ettiği diğer taunlar da sağında solunda
durmaktalar. Mizan da kurulmuş, günahları ve
sevaplan tartıyor. Kötülüğü iyiliğinden ağır gelen kimse
vahşî tmayît'in önüne atılıyor, İmayît onu parçalıyor.
İyiliği, kötülüğünden ağır gelen kimse, tanrılara katılıyor
ve ruhu göğe çıkıyor. İyiliği kötülüğüne denk geleni ise
vahşî hayvan parçalamıyor ama taunlara da
katılmıyor. Hizmete tayin ediliyor.
«Genç baktı, Oziris'in yakınında gayet güzel
giyimli, kadri yüce bir adam gördü. Babasına döndü;
«Özuüs'in yanında oturan şu adamı görüyor musun?
işte o hasıra sanlı gördüğüm, cenazesini uğurlıyanların
bulunmadığı fakirdir. Buraya getirildi, kötülükleri, iyilikleri
tartıldı, İkincisi ağır geldi. Tann «Tot» onun defterine
«Dünyada tam bir saadete kavuşmadı» diye yazmıştı.
Ozaris o cenazesi tören ve debdebe ile kaldırılan
zenginin sahip bulunduğu her şeyin buna verilmesini
ve bunun tanrılar ara-, sına yükseltilmesini emretti. O
zengine gelince onun da kötülükleri ve iyilikleri tartıldı,
birincisi, İkincisinden ağır geldi. Bu yüzden cezaya
çarptırıldı. îşte görüyorsun kapı sağ gözü üzerinde
dönüyor ve elemden bağınp duruyor.»
9
Bu kıssa, eski Misır'lılarm âhiret düşüncesini ve o
âlemi nasıl anladıklarını göstermesi yanında, mal ve
mevkiin, âhirette bir fayda sağlamıyacağım, herkesin
kendi ameline göre ceza veya mükâfat göreceğini
ifade etmesi bakımından da önemlidir.
Mısırlıların uhrevî hesap hakkındaki düşüncelerini
tamamlamak için, Ölüler kitabından bir başka metin
verelim. Bu da cezanın terettübedeeeği hayır ve
gerrin manasını tasvir etmektedir. Bunu Mory özetlemiş,
merhum Abdulkadir Hamza da terceme etmiştir.
Burada ölülerden biri tanrı Oziris'e yalvararak kendini
savunmaktadır:
«Ben şerre bulaşmadım. Tecavüz etmedim, hırsızlık
etmedim, haksız yere kimseyi öldürmedim, kurbanlara
dokunmadım, yalan söylemedim, kimseyi
ağlatmadım, kirlenmedim, kutsal hayvanlan
kesmedim, ekili araziyi telef etmedim, namuslu
kimselere iftira etmedim. Gazabın beni haktan
çıkarmasına fırsat vermedim, zina etmedim, hakkı
işitmekten yüz çevirmedim, kirala ve babama kötü
zanda bulunmadım, suyu kirletmedim, hiçbir efendiyi
kuluna kötülük etmesi için yüklenip taşımadım, yalan
ıo
yere yemin etmedim, tartıya hile karıştırmadım, emzikli
çocuk-larm süt emmelerine engel olmadım, tanrıların
kuşlarım avlamadım, ihtiyaç olmadıkça suya
gitmedim, Rey (sulama) kanalım kapatıp başkalarını
sudan mahrum etmedim, yanması gereken ateşi
söndürmedim, tannlan küçümsemek hatırımdan bile
geçmedi... Ben ma'sumom, ma' somum.»
Eski Mısırlıların naîm ve zap düşüncelerinden yuka¬
rıda bahsetmiştik. Burada şunu ilâve edelim ki, onların
naîm ve azap hakkındaki düşünceleri; zikrettiklerimden
ibaret değildi.
Ehram yazıtları diyor ki:
«Sevap, güç yolculuklardan sonra tanrılarla, ya da
tanrı «Ra» ile beraber onun gemisinde oturmak için
göğe çıkmaktır. Gökte oturma sevabma erenlere
«Azizlen» ya da «Mutlular» denir. Bunlar göğün doğu
ya da deniz yönünde kalan doğu tarafında
otururlardı. Çünkü Mısır'h-lara göre bu iki tarafta sabit
yıldızlar vardı. Bunlara ebedi yıldızlar adını vermişlerdi.
Göğe çıkanların oturduğu ebedî raim (cennet), bu
yıldızlarda idi»
ıı
«Ehram yazıtları, naimi tasvir etmekte bu kadarlık-
la yetinmenüşlerj izahata girişmişlerdir. Bu metinlere
göre azizler, gökteki adalarda bulunurlar. Orada
«Yemek Tarlası» adı verilen bir tarla vardır. Bu tarlada
azizler
çok nefis çeşitli taze, bitmez tükenmez yemekler
yerler. Orada Yaro Tarlası I2idenea bir başka tarla ve
«Hayat Ağacı» denen bir ağaç vardır ki tanrılar bu
tarlada' otururlar ve bu ağaçtan yerler.
«Semavî naîm, sadece bundan ibaret değildir.
Banım yanında gök (Not) ve güneşi koruyan ejder;
göğe çıkana, oraya kavuşunca memelerini verip
emzirirler. Göğe çıkım cnla'rm memesini emince
çocuk olur.
«O kimse tanrılarla beraber ekmek yer, şarap İçer.
Gün geçtikçe sıhhati düzelir. Günden güne güzelleşir,
bu-gün dünden güzeldir, yarın da bugünden güzel.
«Bunlar, Ehram yazıtlarının naîm (cennet) hakkın-
daki söylediklerinin özetidir. Ölüler kitabı ise, sevap
hususunda şöyle diyor: Ölü bir salonda «Oziris» in
önünde oturur. Yaro Tarlasına çıkar, ekmek ve yufka
ekmekler yer. Kendisinin, öyle bir buğday ve arpa
12
tarlası olur İd, içindeki ekinin boyn yedi arsma, vanr.
Horis adındaki hizmetcHer onun için bu ekini biçerler İd
yesin. Tine bu adam «Süflî İleme girip çıkabilir, «Yaro
Tarlası» nda, ya da «Yemek Tarlası» nda oturabilir. Her
ikisinde de şerefli olarak eker, biçer, kendisinin kadınları
olur, onlardan faydalanır, dünyada yaptığı her şeyi
yapar.
«Azaba gelince: daha önce günahkârın, timsah
başlı aslan vücuttu vahşî bir hayvan tarafından
yendiğini, bir ateşin içine atıldığını söylemiştik. Başka bir
azap sekli de var ki orada günahkâr, kabrinde açlık ve
susuzluğun kucağında, güneşi görmekten mahrum
olarak kalır. Bazı zamanlar Oziris'in mahkemesinde
onunla beraber oturan
kırk iki hakimin yamada kılıçlar bulunur. O kılıçlarla
hakimler güahkârları vururlar.
«Daha önce işaret ettiğimiz Satney ve oğlunun
hikâyesi gösterir kî bu azabın başka şekilleri de vardır.
Bunlar arasın dil: Açılıp kapanan bir kapının ekseninin
ölünün gözüne oturtulması ve kapı açılıp kapandıkça
gözüne batan eksenin verdiği ızdıraptan Ölünün
kıvranması, bağırıp feryadeteıesi; azabedilen
13
kimselerin başları üzerine yukarıdan yemek asmak, bu
adamlar yemeğe ulaşmak için sıçradıkça yemeğin
uzaklaşması şekliı de bulunmaktadır.» tısı
Başka hiçbir millette âhiret düşüncesi henüz
doğmadan tam bin yıl önce Mısır'da uhrevî hesaba
inanç yerleşmişti. Herkesten önce Mısırlılar âhirete
inanmış ve bu inancın ancak üzerinden bin yıl
geçtikten sonra bu inanç diğer milletler arasında
yayılmıştır, tut Babilliler, Keldâ-nîler, Mısırcılardan bin
sene sonra âhirete inanmışlardır. Fakat onların
inancında ölülerin âhiret hayatına hükmeden mutlak
Adalet yoktu. Hayır ve şerrin cezası da âhi-ıette
değiîdi. Ölüler «Aralo» denen, yerin altında ya da
dünyanın doğu köşesinde bulunan karanlık bir yere
geçiyorlardı. Burada onların mahkemesini tanrıça Alat
görüyordu.
Bu konuda Mesbiro şöyle diyor:
«Ölünün hayatta yaptığı hayır ve şerrin, onun
amellerini takdirde pek önemi yoktu. Amellerin
takdirinde önemli olan, insanın dünyada kurbanlar,
hediyeler ve mabedlere bağışlar takdim etmek
14
suretiyle tanrılara ve özellikle tanrıça Alatfa ilgi
göstermiş olma» idi.
«Aradan bin sene daha geçti, nihayet âhiret
düşüncesinin İran'da Zerdüşt dininde ve Homeros'un
dayandığı Yunan efsanelerinde, Hid'in adı geçen
Odesa efsanesinde meydana çıktı.»
Zerdüşt dininde, ruhun bu dünyadan sonraki
hayatı göyle düşünülmektedir:
«İnsan ölünce ruhu üç gün, üç gece cismin
yanında asih kalır. Cisim nimet içinde ise o da
nimetlenir. azap içinde ise o da azap görür. Dördüncü
günün şafak vakti ruha bir rüzgâr eser, ölü hayırlı ise
güzel kokulu bir rüzgâr, şerli ise kötü kokulu bir rüzgâr.
Onu alır, bir yere götürür. Ruh orada ya güzel kızlarla
veya korkunç caztlarla karşılaşır. Asimda ne birinciler
hakiki kızdır, ne de İkinciler hakiki cazı. Bunlar ölünün t
amellerinin aldığı şekildir. Bu, ölünün iç yüzüdür.
Kendisini hesap geçidine ve son hükme sevk eden içi.
Bu hesap geçidinin kapısında üç hakim bulunur.
Bunlardan biri Mithra'dır. Burada bir mizan kurulur.
Terazinin kefelerinden birine ölünün iyilikleri, diğerine
kötülükleri konur. Kefelerden birinin kalkışına veya
15
inişine göre ölü hüküm giyer. Verilecek hüküm, onun
hayatının istikametini tayin eder.
«Sevap ve azap teker teker her iyiliğe veya
kötülüğe değil de kül olarak bütün iyilik ve kötülüklere
göre tayin edileceği düşünülmektedir. İyilikler ağır
gelirse bütün günahlar affedilir. Bunlardan herhangi bir
günah kendi basma ne kadar büyük olsa da ona
bakılmaz. Keza pişmanlık ve tevbeye de itibar yoktur.
Hesapta bağışlanmanın mümkün olmadığı
düşünülmektedir. Zira o hesap rahmet üzerine değil,
adalet üzerine kurulmuştur.
«Tartı bittikten ve hüküm sadır olduktan sonra he¬
saba çekilmiş kimseye, Cehîm üzerinde maman,
hayırlılara genişliyen, şerlilere de incelen, kıldan intie
kılıçtan keskin olan köprü ya da Sırat'ta geçmesi
emredilir.
«Sonuncular Cehîme düşerler. Karanlık, o kadar ki
elle tutulacak kadar kesif bir karanlık. Bunlar Cehîme
düşünce birbiri üzerine yığılırlar. Atın boynundaki saçlar
gibi. Böyle olmakla beraber her biri, bu kadar kala¬
balık içinde yine de pek katı, bunaltıcı bir yalnızlık için¬
dedir.
16
«Hayırlılara gelince onlar da nura giderler. Orada
Gnlan Ahoramazda ü 2 i karşılar. Bunlar iyi amel, iyi söz
ve güzel fikir ortasından geçerek buraya gelirler. Bura¬
da Mazda'nin huzurunda ebedî mutluluk içinde
yaşarlar
«Bütün bunlar, terazileri ağır eya hafif gelenler
içindir. İyilikleri ve kötülükleri birbirine denk olanlar ise
gökle yer arasında çok geniş bir mekâna konulurlar.
Orada sıcak ve soğuğun elemini çekerler. Bütün hava
değişimlerini hissederler. Daima ümîd ve korku içinde,
kaldıkça daha da kararacak olan bu kötü
yaşantılarının değişmesi hakkında son hükmü beklerler.
Buranın en meşhur sakini «Krizaşba» dır. Bu adam,
korkunç bir canavarı öldürmüştür. Bu iyilik ona yeter.
Sonra da kutsal ateşi kirletmiştir. Bu kötülük de ona
yeter. (Yani iyiliklerin de kötülüklerin de en büyüğünü
yapmıştır.) Kötülüğü iyiliğine denk gelmiş, bu
yüzden.naîm ile Cehîm arasıda kalmıştır.» uai
Her halde okuyucu, Zerdüşt dini ile eski Mısır dini¬
nin, hayır ve şerre terettiibeden hesap, cennet,
cehennem, hesap ve ceza tarza hakkındaki
düşünceleri arasındaki yakın benzerliği görmekte
17
gecikmiyecektir. İkisi arasında o derece benzerlik var ki
izaha ihtiyaç göstermiyor.
Gelelim Yunan mitolojisine. Orada da âhiretten
bahsedilmektedir. Bu akide orada Milâttan önce
dokuzuncu asır civarında yaşamış olduğu
söylenen'«Odesa Homeros» da kendini gösterir. Süflî
âlemden olan Hidz'in, Homeros' tan önce olması,
Homeros'un efsanede Hidz'den faydalanmış
bulunması kuvvetle muhtemeldir. Mitolojiye göre Hidz,
yerin altındadır. Burası karanlık bir yerdir. İnsanlar ölür-
ölmez ruhları buraya iner. Bunun başında tanrı Ploto
bulunmaktadır. Tanrıçaların hiçbiri buna katılmamıştır.
O da kendisinin karanlığım bölüşsün diye bahar
tanrıçası Bersfonya'yı çalmıştır.
Bazı diriler, özel bir takım yollarla buraya inebilirler.
Nitekim Odesa kahramanı Olis de inmiştir.
'Homeros'un ifadesinden, bu ruhların Hidz'de birer
gölge halinde bulunduklarını, vücutlarım dünyada
bıraktıkları, vücuda bir daha dönemiyecekleri için
mücer-red eşbah haline geldiklerini anlıyabiliriz. Çünkü
Olis, çok sevdiği'annesini burada tutmak istemiş fakat
buna muvaffak olamamıştır. Keza bu ruhların-,
18
dünyadaki hatıralarım, sevgi ve tepkilerini muhafaza
ettiklerini de anlıyoruz. Zira kahraman Açaks,
ölümünden sonra îhil'in zırhlarım kullandığı için Olis'i
azarlamıştır. Açaks, bu zırhlara sahib olmadığından
dolayı Travda savaşında öldürülmüştü. îşte Açaks, süflî
âlemde Olis'le karşılaşınca onun bütün razıhk
istemesine rağmen Olis'e selâm vermemiştir. Olis, îhil'in
dünyada sağ olan oğlu Newptel-mus'u övünce îhil
sevinmiştir.
Homeros'un Olis dilinden anlattığına göre Olis,
Hidz'de tanrı Minos'u görmüş. Şöyle: Minos, elinde
kamçı, tahtına oturmuş. Ölüler da'valarını ona
anlatıyorlar. Pek çok ölü kalabalığı, büyük kapıcılar
önünde toplanmış davalarını arzetmek için sıra
bekliyorlar.
Olis'in gördüğü çeşitli azaplardan biri de şu: Olis
görmüş ki zorba Titos, yüzü koyun uzanmış, dokuz dö¬
nümlük yeri kaplamış. îki yamnda korkunç birer ejder.
Titos'un büyük, kanlı ciğerini ve kalın barsaklannı kopa¬
rıp yemektedirler. Tanrılar tanrısının sevgilisi Latona'yı
kendine cezbetmeğe çalıştığı için bu azaba
19
çarptırılmıştır Titos. Dünyada işlediği bir suçtan dolayı
değil.
Yine Olis orada görmüş ki Tantalos, kaynar bir su
içine atılmış. Çenesine kadar su içinde. Kaynar su
dalgaları yüzüne çarpıyor. Bu su içinde susuzluktan
bağrı yanıyor ama dilini ıslatacak bir damla su dahi
bulamıyor. Başının üzerinde de meyve ağaçları.
Salkımları aşağı sarkmış fakat eli yetişmiyor onlara. Bir
meyva koparmak istedikçe bir rüzgâr esiyor, dalları
alıp o tarafa götürüyor.
vcSifos» u da görmüş ki önünde büyük bir taş
yuvarlıyor. Taşı dağın tepesine çıkaracak. Fakat tam
tepeye yaklaştığı sırada taş yuvarlanıp ta cehennemin
dibine düşüyor. Bu dehşetli yorgunluk içinde Sifos'un
vücudundan terler boşanıyor.
Sırf tanrılar tanrısının karısı Hîra'nın keyfi için cebbar
Herakl de amcası oğlu Yorizos'a itaat ve hizmet et¬
meğe mahkûm edilmiştir. (Herakl, tanrılar tanrısının, in¬
sanlarla birleşmesinden doğan oğludur). İşte buna
kızan Hıra onu şöyle bir azaba mahkûm etmiş: «Herakl,
Hidz tanrısı Ploto'nun köpeği Sirbirosla boğuşmaktadır.
20
Sirbiros'ım üç başı vardır. Bu, bir işkence âletidir. Tırnak¬
larını suçluların ruhlarına batırır.» üü
Merhum Abdulkadir, Satney ve oğlu kıssasiyle
Ode-sa'daki Olis hikâyesi arasında büyük bir benzerlik
görmektedir. 'Şimdi onun düşüncelerini iktibas edelim,
ondan sonra da kendi görüşümüzü ekliyelim:
1) «Homeros efsanesinde Olis, cehenneme iner,'
Mısır efsanesinde de Satney ile oğlu cehenneme
inerler.
2 ) Homeros efsanesinde Minos, elinde altım bir
kamçı tutmaktadır. Mısır efsanesinde de Oziris elinde
bir kamçı tutar.
3 ) Homeros efsanesinde ölüler davalarını Minos'a
arz ederler. Mısır efsanesinde de münâdîler
(çağırıcılar), davalarını Ozirisi anlatsınlar diye ölüleri
çağırmaktadırlar,
4 ) Homeros efsanesinde ölüler, geniş kapılan olan
«Hadis» evlerinde durmaktadırlar. Mısır efsanesinde de
ölüler yedi büyük salonda beklerler.»
Biz bunlara şunu da ilâve edelim: Mısır
efsanesinde suçlu, vahşi îmayît'in önüne atılmaktadır.
Homeros efsanesinde de ejderler, ya da üç başlı
21
korkunç köpek suçlunun ciğerini parçalamaktadır.
Mısır efsanesinde cehennemde yemek, suçlunun
başının üstünde asılı bulunacak, buçlu bundan almak
istedikçe yemek ondan uzaklaşacaktır. Yunan
efsanesindeki cehennemde de suçlunun başı üstünde
meyva ağaçları var. O uzandıkça meyvalar ondan
uzaklaşıyor.
Ancak Abduîkadir, iki cehennem arasında esaslı
bir fark görmektedir. O da şu: «Homeros diyor ki: Ölüler
arasında Minos hükmeder. Ve Ölüler davalarını
Minos'a arzede»ler. Mori ye göre - ki Mori bu
düşüncesinde isabetlidir., davalar, ölümden sonra
ölüler arasında çıkan anlaşmazlıklardır. Nasıl diriler
arasında anlaşmazlık oluyorsa ölüler arasında da
anlaşmazlık oluyor demektir. Bu, Ölülerin dünyada
yaptıklarından hesaba çekilmeleri, demek değildir.»
Sonra şöyle diyor:
«O halde Homeros'un cehennemi, insanların
hayatta iken yaptıklarından hesaba çekildikleri bir yer
değildir; öldükten sonra kendi aralarında çıkan
anlaşmazlıklardan hesap verme yeridir. Bu takdirde
Homeros cehennemi, Mısır düşüncesindeki
22
cehennemin taşıdığı bütün ahlâkî değeri kaybetmiştir.
O zaman diyebiliriz ki Homeros, Mısır düşüncesindeki
Satney ve oğlu ve Ozirisin mahkemesi efsanesini alıp
kısaltmış, bazı sekilerini almış ama özünü yitirmiştir.»
işte bu serdettiğinıiz mütalâalar, Homer
cehenneminde sırf tanrılar tanrısının şehveti ya da
karısı Hîra'nın keyfi veya diğer tanrıların zevki için suçsuz
kimselerin de azaba çarptınlmasmdakî sebebi izah
eden kuvvetli görüşlerdir. Bunlar, Yunan efsanelerinde
şehvetlerin ve kaprislerin hakim olduğunu, ne dünya
hayatında, ne de Öteki hayatta içsel durumun ve
adaletin kıymeti olmadığı gösteren bir ortamla
çevrelidir.
Böylece Mısır akidesi, kendinden iki bin sene sonra
gelmiş bu putperest inançların çok üstünde yüce
ufuklarda parlayan tek akide olarak kalmaktadır.üsı
Homeros devrinden sonra âhiret düşüncesinin
İranlIlarda ve Roma'Ulardaki gelişimini incelemezden
önce bu düşüncenin eski Hind dinlerindeki -yerinden
bahsedelim:
Halen bir kısım Hidlüerin, Seylan halkının, Japonla¬
rın çoğunluğunun ve birçok Çinlilerin dini olan
23
Hinduizmde ye. Budismde hesap ve ceza olan bir
âhiret düşüncesi yoktur. Onun yerine «Nirvana» vardır.
Nirvana, en büyük ruhta fani olmak demektir. Ancak
bu iki dinde Nir-vana'ya ulaşma yollan değişiktir.
Hinduizm'in Veda, Brahmana, Upanişad ve Vedanta
adlı kitapları vardır. Soruncusu en yenisidir.
«Hindulara göre Veda, Brahmana ve Upanişad
vahiy kitaplarıdır. Bunlar birbirine zıd çeşitli fikirler ihtiva
eder. Orada bir taraftan tanrıların ve tanrıçaların,
çoğaldığını görürken diğer taraftan tevhîd, hülûl ve
vahdet-i vücud fikrini görmekteyiz. Bu, muayyen bir
akideye da etten ziyade, muhtelif inançlara
müsamaha eden sosyal bir düzendir. Veda'da tanrılar
çoktur. Her birinin ihtisası, ve bir işi vardır. Bunların işleri
birbirine karışmıştır. Çünkü muhtelif kabilelerin
tanrılarıdırlar. Bu tanrılar sonunda bir bîrlis»
yükselmişlerdir. (Bunların hey'eti mecmuası bir birlik
teşkil eder) ki bütün yaratıklar bu birlikten fışkırmıştır ve
tekrar ona dönecektir. Bu bire yükselme fikri, özellikle
Upanişad'da göze çarpar ve bu yükseliş Vedanta'ya
vasd olur. Vedanta'nın kelime manası, Veda'nın
hatimesi «Vedanta'mn temeli şudur: Allah ve insan
24
nefsi bir tek şeydir. Ama insana iki ayrı şeymiş gibi gelir.
Zira insan idraki bunların birliğini görecek seviyeden
aşağıdadır, însan, kendindeki zat (benlik) hududunu
kırmadıkça bu sapıklığında devam edecektir, üü
Benlik hududunu kırmayı bazıları cesedden kurtul¬
mak . şeklinde tefsir ediyorlar. Hindularm, ruhu cesedin
tahakkümünden kurtarmak ve kutsal Zat'la birleşip Nir-
vana derecesine ulaşmak için cesede azabedip onu
ağır tecrübelere koştukları meşhurdur. îşte bu hareket,
bu inançtan ileri gelmektedir.
İnsan ruhu, tam nıanasiyle temizlenip cesedin
tesirinden kurtularak Kutsal Zat'la birleşmedikçe
Nirvana derecesine ulaşamaz.
işte tenasüh, bu gayeyi gerçekleştirmek içindir. Te-
nasühe-göre insan öldüğü zaman.ruhu bir hayvan
veya insan vücuduna geçer. Ve 6 vücutta çeşitli
azaplara duçar olur. Böyle azap çeke çeke temizlenir
ve nihayet Nirva-na'ya ulaşır, tenasühten kurtulur.
Budizm'e gelince: Bu din daha yenidir. Milâddan
önce 500 yılı civarında doğmuştur. Tenasühe inanmaz,'
ruhu temizlemek için cesede azabetmeği gerekli
görmez. İnsan ruhundan korkunç şeylerin sıkıntısını
25
kaldırır ve onu Allah'ın rahmetiyle doyurur. Ferde, ruh
ne derece saflaşır, tenlikten ve bedenî lezzetlerden ne
derece kurtulursa o derece NirVana'ya ulaşacağını,
bütün gücüyle büyük ruha yöneleceğini tebşir eder.
Budda ölürken talebesi «Enanda» ya söylediği söz¬
lerden bu fikri anlıyoruz:
«Cesedine işaret ederek dedi ki: Bu çeşitli
maddelerden meydana gelmiş karışım vücud, elbette
unsurlarına çözülüp dağılacaktır. Seni hiçbirşey, ruhî
mücadelene devam etmekten alıkoymasın. Yakında
ısrarcı şehvetin kötülüğünden, ferdî benliğin
kötülüğünden, mizah ve cehaletin kötülüğünden
kurtulacaksın Enanda!»
Yine bazı tabiilerine şöyle demiştir:
«Ey rahipler, işte size ızdıraplardan acılardan yük¬
sek olan, ızdıraplardan kurtaran hakikat: Doğum
azaptır, ihtiyarlık azaptır, hastalık azaptır, ölüm azaptır,
sevdiğimizden ayrılmak azaplar, arza ettiğimiz şeyi
yitirmek rKaptır. Sözün kısası dünya hayatı azaptır.
«Ey rahipler işte size ızdıraplann sebebine dair ha¬
kikat: Tekrar doğumun aslı olan ihtirasta şehvet ve lez-
26
zet vardır. Üç türlü ihtiras vardır: Lezzet ihtirası, hayat
ihtirası, toprak ihtirası.
«Ey rahipler, iste size ızdıraplann durmasına dair
yüce hakikat: İhtirasın durmasiyle izdi raplar durur. Ar¬
zular, alâkalar gitmedikçe elemler durmaz. İhtirası at¬
mak, ruhn ondan boşaltıp kartalmak, nefsin
şehvetlerini yenmekle ızdırap durur.
«Ey rahipler, elemlere bir sımr koymanın yolunu
gösteren hakikat şudur: Bu yolun sekiz dalı vardır:
Doğru iman, doğru konuşma, doğru gidiş, doğru
kazanç, doğru çalışma, doğru düşünce ve doğru
teemmül.» üzi
Görülüyor ki Hinduizm ve Budizm'de, eski Mısır di¬
ninde, Zerdüşt dininde ve Yunan mitolojisinde oiduğu
gibi bir âhiret âlemi fikri yoktur. Hinduizmde günahları
temizlemek için tenasüh, izdıraplar, azap, şehvetlere
karşı koyma, arzuları terk etme vardır. Budizmde de
Büyük Ruhta, Nirvana'da. fani olmak, Allah'ın zatiyle
birleşmek için benlikten sıyrılıp çıkmak vardır.
Şimdi tekrar Yunan mitolojisine dönelim; Milâddan
önce besinci asırda Şair «Pindar», ikinci Olim'pia
kasidesinde şöyle diyor: «Dünyadaki büyükler,
27
cehennemde bir hakim bulacaklardır. Bunlardan
haram işler işleyenleri tanrıça Ananld muhakeme
edecektir.» Fakat Vindar, bu muhasebenin ne şekilde
cereyan edeceğini açıklamıyor,
Ancak bu düşünce, bu hesabın adaletli
olacağına dair Mi-j sjr inancına doğru atılmış önemli bir
adımdır.
Aradan yıllar geçiyor. Eflâtun (Doğumu M.Ö. 42
419) gelip şöyle diyor:
«Ölüler kendilerini muhakeme edecek olan hakim
Redamant (Minos'un kardeşi) m önüne gelirler, »na
yaklaşırlar. Redament her ruhu sorguya çeker fakat
kimin ruhu olduğunu bilmez. Ruhu fesad ve habaset ile
dolu hakikatten uzak yaşamış görürse zindana
gönderir, orada Kak ettiği azabı çeksin diye.»
Sonra diyorki:
«Redamant hüküm giyenleri, temizlenmeğe
kabiliyetli olup olmadıklarına göre damgalayıp
nişanladıktan sonra cehenneme gönderir. Temizlik ve
hakikat içinde yaşadığını gördüğü ruhu da taltif eder,
mutluluk adala gönderir.» iısi
28
Böylece Eflâtun; Homeros'un kaybettiğini telafi et
ineğe çalışıyor ve kendinden iki bin beşyüz yıl Önce
zunu eden Mısır inancının kenarına yaklaşıyor.
Aradan beşyüz sene daha geçiyor. Büyük Roma
şairi «Wrçil» geliyor. Milâttan önce (70-19) yıllan. On ik
fasıldan müteşekkil înyada destanını yazıyor. Bunlard
altı fasıl Odeşa tarzında, altısı da Homeros'un Uyada's:
tarzındadır.
Altı fasıldan birinde mitoloji kahramanı îny'as,
baba sı Anşiz'i görmek ve ondan kendisinin ve,
çocuklarının is tikbali hakkında bilgi almak için süflî
âleme gider. Bura ya bir kâhine ile beraber iner. Bu
kâhine onu, ölüler diyâ rina götürür. Burada gölgeler
ve ruhlar görür. Stek nehrini geçerler. Bu nehir,
cehennemde yılanlar ve kor kunç hayvanlarla dolu
olan bir nehirdir. Bu nehirden geçmeyi, ölülerin
ruhlarım sevk eden pek üzüntülü notî «Şaron» idare
eder. Sonra kâhine yoluna devam eder, Inyas da
onun ardına düşer. Tamamen üzüntü ve umutsuzluk
dolu bir âleme gelirler. Ölü hayalleri bu âleme gelip
gitmektedir. Burada Inyas, Travda kahramanlarından
birçoğunu görür... Sonunda da babasiyle karşılaşır.
29
Babası ona'soyu için yazılmış olan şeref ve iftiharı
bildirir, üsıvverçil'in cehennemi de biraz önce işaret
ettiğimiz Mısır cehenneminden mülhem olan Homeros
cehenneminin aynıdır. Yalnız bazı eksiklikler ve
değişiklikler vardır. 'Şimdi Yunan mitolojisini bırakıp îsrail
Oğullarına geçmek ve biraz da oniarın âhiret
düşüncesinden bahsetmek istiyoruz, Bugün elimizde
bulunan, Yahudilerin birinci kitabı !20iAhd-i Kadimde
âhiret âleminden hiç bahsedilemez. Bütün siyaktan
(sözün temasından) anladığımıza göre şerre ceza,
dünyadadır. Fertler de cemiyetler de kötülüklerinin
cezasını bu dünyada göreceklerdir, îsrail Oğullarının
tanrısı, kendilerinden herhangibir fert veya neslin
yaptığı kötülüğü daima bilir.
Fakat bu inanç hayattaki realiteye mukavemet
edecek nitelikte değildir. Hayatta bazan şer cezasız
kalıyor, iyilikle karşılanıyor; hayır da aksine kötülük
görüyor. Neticede bu sâfiyane itikad ile hayat gerçeği
arasındaki uyuşmazlık yüzünden bu inanç, îsrail
Oğullarının ruhunda bir sarsıntı meydana getiriyor.
Ahd-i Kadim'deki Eyyub Sifri'nde bu husus açıkça
kendim göstermektedir.
30
Şimdi Prof. Alî Edhem'in. bu şifre dayanarak yazdı¬
ğı Nazrât fî'l -Hayat wa'l-Muetama' adlı kitabından bir
fasıl takdim edeceğim. Profesörün sözlerini kısaltmak]
veya bunlara bir şey ilâve etmek lüzumunu «Eyyub
Sifrinin on üçüncü ıshahında Eyyub, ashabirna verdiği
cevapta Yüce Zartan bahsederken şöyle diyor: «O
beni öldürse de yine onu arza eder kalacağım. Ancak
onun önünde yollarımın doğruluğunu savunacağım»
Bu! sözde tam imanla biraz inkâr birleşmekte; mutlak
güven, şek ve şüphe gölgesine karışmaktadır. Ahdi
Kadim'in enedebî sifirlerindenr olan ve cür'etli
görüşlerle dolu bu sifirde Allah'ın verdiği dertlere,
ızdıraplara sabreden Eyyub, bir zaman derdini
gizlemeğe, duyguların E yutmağa çalışır, sonra kendini
müdafaa İ£İn deliller sürerek kurtulmağa çalışır. Bu
sifirde çok nüfuzlu .görüşler, cür'etîi sözler vardır.
Burada insanın durumu şöyle izah edilir: «Kadından
doğmuş, az ömürlü, çok kötülük; yapan.» Allah'tan da
şöyle bahsedilir: «Araştırilamıya cak kadar büyük işler
yapan sayılamıyacak kada: I; harikalar yaratan»
İnsanın adalet arzusundan, haya; olaylarındaki hikmeti
aramasından, varlığın haki katini öğrenme
31
çabasından bahseder. Bu sifir, insand çarpışan iki
kuvveti tasvir eder. İnsanda, beşerî fiillerinde milletlerin
hayatlarında tecellî eden İlâhî adaletin varlı ğindan
duyduğu şüphe ile, kendini bu şüphenin gayyasın oa
boğulmaktan kurtaracak kuvvetli iman çarpışmasın en
ince ve en doğnrtasvir eden bir sifirdir bu.
«lîu sifr, îsrail Oğullarının dinî düşüncesine şüphe
girmeğe başladığını gösteren önemli bir merhale teşki
edep. İsrail dinine göre dürüst, iyi adam dünya
hayatuıd bu istikametinin, güzel ahlâkının mükâfatını
göreceli iyilikten kaçıp günahlara dalan da işine
uygun cezayı çe kecektir. Yani iyilik de, kötülük de
dünyada karşılı bulacaktır. Fakat hayatın, yaşanan
olayların, bu sâf itikadı doğrulamadiğı, şerlinin cezasını
çekmediği hayırlının mükâfat görmediği, aksine İmzan
yaptığı iyilik ve dürüstlüğün insanı daha kötü duruma
düşürdüğü görülmüştür. Artık bu mesele insan akimi
uğraştırmağa ve zihinleri bulandırmağa başlamıştır.
Acaba İlâhî adaletten şüphe edilebilir mi? Yahut
zulüm görünen bu hayat olaylarında acaba insanın
göremediği, düşünemediği çok ince bir adalet mi
var? Böylece adalet düşüncesinin ufukları genişleyip
32
kısır görüş ve kısa akıldan gelen itirazlara da
müsamaha baş göstermiştir, İşin daha korkunç tarafı,
âhiret hayatı düşüncesi üzerine düşen bu gölgenin,
ondan sonra bir daha kalkmamasıdır.»
Şüphesiz İsrail Oğullarında Ahdi Kadim'in yazılışın¬
dan sonra uzun süren tarihleri boyunca âhiret
düşüncesi gelişmiştir. Matta İncilinin Yirmi ikinci
ishahmda şu ifadeyi görüyoruz:
«Kıyamet yoktur diyen Saddukîler, o gün İsa'ya ge¬
lerek sorup dediler...» Bundan anlıyoruz ki Hz. Isa zama-
rinda Yahudilerden bir fırka kıyametin olmadığını iddia
ediyordu. Yine İsrail Oğullarından Ferîsîler ise kıyamete
inanıyorlardı. Bunu da peygamberlerden bahseden
Yirmi üçüncü ıshahtan öğreniyoruz. Orada
peygamber Paul şöyle diyor: «Ben Ferisi oğlu Ferîsîyim.
Ölülerin kıyametini (kalkacağını) ümidettiğim için
muhakeme olunuyor... Çünkü Saddukiler kıyamet ve
melek ile ruh yoktur derler. Fakat Ferîsîler ikisini de ikrar
ederler.»
Yahudiler, Bizans valisini Paul'e karşı kışkırtıp «O
miifsiddir, uslu olan Yahudiler arasında fitne
uyandırmağa çalışıyor.» diyerek Paul'ü yakalamasını
33
istiyorlar. Paul de kendini savunmak için valiye bu
sözleri söylüyor. Yirmi dördüncü ıshahta da Paul şöyle
diyor:
«Ben Namusta ve Peygamberlerde yazılmış
bulunan ler şeye inanmış olarak rabbime ibadet
ederim. Onların beklediği şeyin olacağına inanıyorum:
Yakmda iyi ve üahkâr ölülerin kıyameti olacaktır»
Demek ki İsrail Oğul lamdan bir cemaat araşma âhiret
inancı girmiştir.
Fakat bu itikadın onlara ne zaman girdiğini tayi
edemiyoruz. Bu hususta ilk işareti Milâttan önce on
üçün cü asırda yaşamış bulunan Eş/iya'nm Sifrinde
buluyoruz! Fakat bu ibare ile mutlaka kıyamet
gününün kasdedildi ğine dair kesin delil yoktur. Bu
işaret, onun kehanet tarzındaki şu sözüdür:
«îşte o rab arzı boşaltıyor. Arzın yüzünü alt üst yor
ve orada oturanları dağıtıyor» Ve şöyle devanı ediyor
«Ve vaki olacak İd dehşet velvelesinden kaçan çukur
düşecek, ve çukurun içinden çıkan tuzağa tutulacak.
Çün kü yüksekteki pencereler açıldı ve dünyanın
temelle titriyor. Dünya ezildikçe ezildi, dünya varıldıkça
yanldıj dünya sarsıldıkça sarsıldı. Dünya sarhoş bir
34
adam gibi sendeliyecek, ve bir salıncak gibi
sallanacak ve günahıl kendi üzerine ağır basacak ve
düşecek ve bir daha kalka-mıyacak.»
«O gün rab, yüksekte olanların ordusunu yüksekte
ve yerin kırallarını yer üzerinde yokhyacak. Ve esirler
çukura nasıl toplanırlarsa onlar da bir araya
toplanacaklar ve zindana kapatılacaklar ve çok
günlerden sonra yoklanacaklar ve Ay kızaracak ve
Güneş utanacak; çünkü orduların rabbi, Sioıı dağında
ve Yeruşelim'de kırallık edecek; onun ihtiyarlan
karşısında izzet» 12 u
Fakat bu gün, dünya günlerinden biri de olabilir.
Hattâ böyle olması da kuvvetlidir. Çünkü yirmi beşinci
ıshahta şöyle deniyor:
« Ogün denilir: îşte beklediğimiz ilahımız budur. Ve
bizi kurtaracaktır, iste beklediğimiz rab budur. Onun
kurtarışiyle mesrur olacağız, sevinç ve neş'e
duyacağız. Çünkü rabbın eli bu dağda rahat edecek
ve .gübreliğin suyunda saman çöpü nasıl çiğnenirse
Moab da olduğu yerde öyle çiğnehecek. "Ve yüzen
bir adam yüzmek için ellerini uzattığı gibi onun
ortasında ellerini uzatacaktır. Fakat rab, onun
35
gururunu ellerinin hüneriyle beraber alçalta-caktır. Ve
senin duvarlarının yüksek hisarını yıkıyor, al-çaltıyor ve
toprağa kadar da indiriyor.»
Yirmi altıncı ıshahta:
«O gün Yahuda yurdunda şu İlâhi terennüm edilir:
Kuvvetli şehrimiz var. Duvarları, burçları, kurtarışı
koruyor. Kapıları açın ki emaneti koruyan saüh millet
içeri girsin...»
Demek ki bugün, İsrail'in, düşmanı Moab'a galib
geldiği gündür. Bu Eş'iya (Işaya)'mn Ahdi Kadimde
buluran diğer kehanetler gibi haber verdiği mahallî bir
gün olacaktır.
Milâddan önce ikinci asırda yaşamış olan Danyal
Sifrinin on ikinci ishahmda da kıyamet gününe benzer
tir güne işaret edilmektedir. Bu işaret, Eş'iya (îşâya) nm
işaretinden daha çok kıyameti gösterirse de bunun da
dünya günlerinden bir gün ve İsrail milletinin istikbaline
dair verilen haberlerden bir haber olması ihtimali var¬
dır. Danyal, rabbın kendisine vahyini hikâye ederek di¬
yor ki:
«Ve senin kavminin oğullan için durmakta olan
büyük reis Mikâel, o vakit kalkacak ve millet olalıdan
36
beri o zamana kadar vaki olmamış bir sıkıntı vakti
olacak; o vakit senin kavmin, kitapta bulunan herkes
kurtulacak ve yerin toprağında uyuyanlardan birçoğu,
bunlar ebedî bayata ve şunlar utanca ve ebedî
nefrete uyanacaklar.
Ve anlayışlı olanlar, gök kubbesinin parıltısı gibi,
birçoğunu salâha döndürenler de yıldızlar gibi
ebediyen parlayalar.»
Fakat bu, İran'da üç .kralın ve bunlardan daha
zengin ve kuvvetli olan dördüncü kiralın kalkıp Yunan
memleketine hücum edeceklerinden bahsede uzun
bir konuşmadan sonra söylenir ve nihayet o gün
gelecektir denir. Bu da gösterir ki bu ifade, açıkça
kıyameti gösteren bir nass değildir. İstikbâle dair
söylenen bu gibi haberlerde ölümden sonra
peygamberlerin kalkıp dirilmesine dair ifadeler, çoğu
kere İsrail milletinin nihayet yükseleceğine işaret sayılır,
âhiret âlemine intikali göstermez.
İncilde ve Resullerin İşlerinde bulunan işaretler, ne¬
tice itibariyle Yahudilerde kıyamet günü itikadının bu¬
lunduğunu isbata kâfidir. Ancak öyle görünüyor ki bu
itikad Yahudilerde geç meydana çıkmıştır. Böyle
37
olmakla beraber Yahudiler bu noktada Mısır
akidesinden müteessir olmamışlardır.
Gelelim Hristiyanlığa: Orada «Rabbm Melekûtu»,
Ebedî Hayatı», azap için «Cehennem», «Nâr» ve «Zul¬
met» vardır. Yine Hristiyanlıkta «Din günü» tabiri de ge¬
çer. O gün insan oğlu (Hz. İsa), Allah'ın melekleriyle bir¬
likte gelecektir. Ama bunun zamanını kestiremiyoruz
Kıyamet günü müdür, yoksa incil'de mevcudolduğu
gibi Hz. İsa'nın defninden üç gün sonra dirilip kalktığı
gün mü?
Matta İncilin 16 incin ishahında şöyle deniyor: «Zira
insan oğlu, babasının izzetinde onun melekleriyle
beraber gelecek ve o zaman herkes kendi ameline
göre ceza görecektir. Gerçeği söylüyorum ki: Bu
kalkışta bîr kavim vardır İd onlar, insan oğlunun
(Mesih'in), rabbinin melekûtü içinde geldiğini
görmedikçe ölümü tadnıazlar.» 1221
Bu İçilin 19 uncu ıshahmda şöyle deniyor:
«İsa tilı. izlerine dedi: Size gerçeği söylüyorum ki: lîir
zenginin, göklerin melekûtuna girmesi güçtür. Ve yine
size diyorum ki: Devenin iğne deliğinden geçmesi, bir
38
zenginin Allah'ın melekûtuna girmesinden daha
kolaydır.»
Yine aynı ıfînahta: «İnsan oğlu, her şeyin
yenilenmesinde, izzetinin tahtına oturacağı zaman siz
ki benim ardimca gelenlersiniz, siz de İsrail'in on iki
sibtına (kabilesine) hükmederek on iki taht üzerinde
oturacaksınız ve benim ismim uğruna evler, ya
kardeşler, ya kız kardeşler, ya baba, ya ana, ya
çocuklar ve yahut karılar bırakan her adam yüz katını
alacak ve ebedî hayta kavuşacaktır.» J23i
Aynı İncilin 12 inci ıshahmda şöyle deniyor: «Size
diyorum: İnsanlar söyledikleri her boş söz için hüküm
gününde hesap vereceklerdir.»
16 mcı ıshahmda: «Ben yine sana diyorum ki: sen
l'etrus'sun. Ve ben kilisemi bu kayanın üzerine kuraca¬
ğım ve ölüler diyarının kapılan (cehennem kapıları^
onu yenmiyecektir. Göklerin melekûtu anahtarlarını
sana vereceğim.»
18 inci ıshahmda: «Şayet elin ve ayağın sürçmene
ebeb oluyor, seni düşünüyorsa onu kes at. Zira senin
39
için topal veya çolak olarak hayata girmek, iki
ele, ya da iki ayağa sahih olarak ebedî nara
atılmaktan daha iyidir.»
Markos İncilinin dokuzuncu ıshahmda bu ifacfe":
şu ilâvesi de var: «Orada onların kortları ölmez, ai
sönmez.»
Matta İncilinin 8 inci ıshahmda şöyle deniyor: «1
iıısu size diyorum ki doğadan ve batıdan birçokları
gelecekler ve göklerin melekûtunda İbrahim, tshak ve
Ya'kub oturacaklar ve melekûtun oğulları haricî
zulmete (dış karanlığa) atılacaklar; orada ağlayış ve
diş gıcırtısı olacak.» JM
Bu İncilin 11 inci ıshahmda şöyle deniyor: «Sen ey
Kefernahum, sen göğe kadar mı yükseltileceksin?
ölüler diyarına kadar ineceksin. Çünkü sende yapılmış
olan kudretli işler Sodom'da yapılmış olsaydı o, bugüne
kadar dururdu. Fakat ben size derim ki: Din günü
senden ziyade Sodom diyarına kolaylık olacaktır.»
26 mcı ishah: «Size diyorum İd: Ben şimdiden itiba¬
ren asmanın bu mahsulünden (şarabından)
içmiyeceğim, ta babamın melekûtunda sizinle
beraber taze olarak içeceğim güne kadar.»
40
îşte încillerde naîme, göklerin melekûtuna, azaba,
cehennem ateşine veya haricî zulmete dair sadece
bu kısa işaretlere rastlıyoruz. Yalnız bir defa Matta
İncilinin yirmifeeşinci ıshahmda azıcık bir tafsilât
görmekteyiz:
«İnsan oğlu, bütün melekler kendisiyle beraber
olarak izzetiyle gelince, o zaman izzetinin tahtı
üzerinde oturacaktır: Bütün melekler onun önünde
toplanacak çoban boyunları keçilerden ayırdığı gibi
onları birbirinden ayıracaktır. Koyunları sağına ve
keçileri soluna koyacaktır. O zaman kıral sağındakilere
diyecektir: Gelin ey sîzler babanım mübarekleri, ta
âlemin yaratılışından beri sizin için hazırlanmış
melekûta sahibolun. Zira ben aç idim, siz beni
doyurdunuz; susamıştım, bana su verdiniz; garip
kalmıştım, beni barındırdınız; çıplaktım, beni giydirdiniz;
hasta idim, beni ziyaret ettiniz; zindanda idim, benim
ya-ıtıma geldiniz: O zaman iyiler ona şöyle cevap
verirler: Ya Rab, ne zaman biz seni aç gördük de
doyurduk; yahut ne zaman seni susuz gördük de sana
su verdik? Ne zaman seni garip gördük de barındırdık?
Yahut ne zaman seni çıplak gördük de giydirdik? Ne
41
zaman seni hasta, yahut zindanda bulup yanına
geldik? Kral cevaben der M: Doğrusu size derim: Siz şu
küçük kardeşlerimden birine yapmakla bana yapmış
oldunuz.
«Sonra solundakilere der ki: Ey mePunlar katımdan
cıkm, tblis ve onun melekleri için- hazırlanmış olan
ateşe gidin.- Zira ben acıktım, siz bana yedirmediniz;,
susadım, bana su vermediniz; garip İsaldım, beni
barmdirmaduıiz; Çıplaktım, beni giydirmediniz; hasta
ve zindanda oldum, beni ziyaret etmediniz.» O zaman
onlar da derler İd: Ya Rab, biz seni ne zaman aç, ya
da susuz, ya da garip, ya da çıplak, ya da hasta, ya
da zindanda gördük de sana hizmet etmedik? Onlara
cevaben der ki: Şu küçüklerden birine bunları
yapmamakla bana yapmamış oldunuz. Ve bunlar
ebedî azaba iyiler de ebedî hayata giderler.»
işte kıyamet gününe, hesaba nimet ve azaba
dair, elimizdeki mevcut indilerde bulunan tek tafsilat
bundan ibarettir. Bugüne kadar. Hıristiyanlıktaki âhiret
inancı bu kadarlıktır. Risalelerde ve şerhlerde başka
hiçbir tafsilât yoktur.
42
Arap Yarımadasında bazı Yahudilerin ve
Hristiyanların bulunmasına rağmen âhiret âlemi inancı
Yarımadada yayılmamış, dolayısiyle Hz. Muhammed
(A.) Kur’an getirdiği zaman öldükten sonra dirilme fikri,
Araplarca son derece şiddetli inkârla karşılanmıştı:
«Küfredenler dediler ki: Siz ölün tamamen
dağıldıktan sonra yeniden dirileceğinizi söyliyen bir
adamı size gösterelim mi? Allah'a yalan mı uydurdu,
yoksa onun bir deliliği mi var?» (Sebe 1 : 7)
«Dediler ki: Ne varsa bu dünya hayatımızdır,
başka yok. Ölürüz ve yaşarız. Bizi öldüren zamandan
başka bir şey değil. Onların bu hususta bir bilgileri
yoktur. Onlar sadece zannediyorlar:» (Câsiye: 24)
Kur'an onları, insanlık tarihinde hiç görülmemiş
p.hiret inancının, eski Mısır'da doğmasından ta Islâmın
gelmesine kadar hiçbir beşerin hayalinden geçmiyen
bir âhiret inancı ufuklarına yükseltmiştir. Takdim
edeceğimiz kıyamet meşhedleri, îslâmın Arapları
yükselttiği bu fikrî sıçrayış hamlesinin derecesini güzel
açıklıyacaktır. Onlar âhiret âlemine, cennete,
cehenneme, naîm ve azaba mutlak adalete ve geniş
rahmete inanmışlardır ve onların inancı, ondan önce
43
insanlık tarihi boyunca gelmiş geçmiş bütün uhrevî
düşüncelerin hepsinden mükemmel; teamiz ve pak bir
âhiret inancıdır.
Şimdi Kur'andaki bu âlemin, bu düşüncenin
hikâyesini bölümler halinde tafsilâtiyle anlatmağa
çalışacağız. ısa
Kur'an'da Âhîret Âlemi
Kur'an'da «Kıyamet Sahneleri», onun en bariz
tasvirleriri-dendir. Kur'an'da Edebî Tasvir'de
bahsettiğim, bu kitabın mukaddimesinde de oradan
iktibas ettiğim.bütün tasvir özellikleri, bilhassa bu
sahnelere tamamen uyar. Kur'an'm bu metodu bu
sahnelerde daha açık bir şekilde kendini gösterir.
Kur'an, kıyamet sahnelerinde öldükten sonra
dirilmeği, nâîm ve azabı anlatmış, bu dünyada
insanlara vadettiği âhiret âlemi, sadece tavsif
edilmekle kalmamış, Kur'an dilinde bu âlem, görülen
bir resim, hareket eden bir canlı, bariz bir şahıs haline
gelmiştir. Müslümanlar bu âlemi tam bir şekilde ya¬
şamışlar, sahnelerini görmüşler,' olaylarını seyretmişler
bunlardan etkilenmişler. Kâh yürekleri hoplamış, kâh
tüyleri ür-permış, kâh içlerine korku dolmuş, kâh
44
ruhlarını huzur ve güven- okşamiş, kâih onları ateşin
dilleri sarmış, kâh cennetten esen hafif, tatlı rüzgâr
içlerini açmış. Ve henüz o va'dedilen' gün gelmezden
önce o günü bu dünyada bilmiş, görmüşler.
Bu âlem gayet basittir. İslâm inancının açıklığı gibi
açıktır: Ölüm, Öldükten sonra dirilme, naîm ve azap.
«Salih ameller yapanlar için nimet dolu cennet var.
înkâr edenler ve Allah'ın huzuruna çıkılacağını
yalanhyanlar için içi azap ve ateş dolu cehennem
vardır. Orada ne iltimas, ne azaptan kurtuluş vardır, ne
de hassas, adalet terazisinde kıl kadar bir yanlışlık var:
«Zerre kadar hayır işliyen hayrını görür, zerre kadar şer
işliyen şerrini görür.»,» «O gün ne baba oğlunun yaptığı
işten ceza görür, ne de çocuk babasının yaptığından
cezalanır.»
Bu âlem basit, vazıh, gerçek muhtelif şekillerde arz
edilen sahnelerle süslü mükemmel bir âlem şeklinde
çizilir; çeşitli durumlarda, şekillerde ve veçhelerde
görünür ve ruhu saran, hayali okşayan, hissi doyuran
çok yüksek bir sanat bu şekil lerle kaynaşır; bu
sahnelere gölge, ışık verir ve edebiyat servetina eşi
bulunmayan safhalar katar.
45
Biraz sonra tafsilâtiyle arz edeceğimiz bu olaylar
ve şekiller ne olursa olsun muhakkak onlarda şu özellik
mevcuttur: Bunlar canlılar dünyasından alınmış canlı
sahnelerdir. Soyut renkler, donuk çizgiler değillerdir.
ABunlar öyle sahnelerdir ki bunlarda buudlar ve
mesafeler şuurlarla, vicdanlarla, düşüncelerle,
tepkilerle ölçülür; durumlar, tutumlar, canlı insan ha¬
linde, ya da hayat giydirilmiş tabiat şahıslan halinde
çizilir. Haller, tutumlar, olaylar muhtelif sahnelere
ayrılarak gösterilif amma bütün sahneler bu temel
Özelliğini taşır.
Bütün bu sahnelerde hiç eksik olmıyan diğer
temel bir özellik de şudur: Anlatılan bu sahneler, bugün
karşımızda hazır vaziyete getirilmiştir. Göz onu görür,
kulak duyar, iki âîenı arasındaki fasıla çok kısalmiş
hattâ bazan arada hiçbir fasıla kalmamıştır. Çoğu
defa öteki dünya yaşanan dünya olur da bu dünya,
maziye karışmış gibi bir hal alır, insanlar âhirette
bulunur ve yaşadıkları bu dünyadaki izlenimlerini
hatırlarlar, işte bu özellik, âhiret sahnelerinin tesirini
artırmakta, bu sahneleri ruhta canlandırmakta, histe
46
onların tesirim kuvvetlendirmektedir. Bu özellik muhtelif
vasıtalarla temin edilmiştir. Bir kısmını arz edelim:
Kâh olur ki, sahnenin başı dünyadadır, sonu
âhirettedir.
Araya fasıla girmeden sahnenin yaşantısı devam
eder. Bu âhiret hayatı sana yakından da yakın gelir.
Ve insanlığın bü uzun merhaleyi gayet kısa zamanda
aşarak göçüp gitmekte olduğumı sorursun.
İnsanın üzerinden, hiç anılan bir şey olmadığı bir
zaman geçmedi mi? Biz inşam karışık bir nutteden
yarattık. Onu deneriz, bunun için onu işitici ve görücü
yaptık. Doğrusu biz ona yol gösterdik: Ya şükreder
veya nankördür, inkâr eder. Biss kâfirler için zincirler,
demir halkalar ve çılgın alev hazırladık. Şüphesiz iyiler,
kâfur karışık bir kadehtan içerler. Bu öyle çeşmedir id
Allah'ın kulları ondan içerler, onu istedikleri yere
akıtırlar.» (insan suresi: 1-6)
Ve tema devam ediyor, naîm ve azap
sahnelerine geçiyor.
Bu uzun merhaleleri insanın, birkaç saniyede
katettîğini sanıyorsun. Bu, öyîe bir gerçektir ki insan
yaratılmazdan, hiç-birşey olmazdan önce başlıyor,
47
cennette ve cehennemde son buluyor. Ve arada
sadece^kısa birkaç olaylık bir hayat vardır.
Kâh dünya ve âhiret, ikisi de yan yafta mevcuttur,
îşte şu topluluk cehennemin içinde bulundukları halde
peygamberden azap getirmesini istiyorlar: «Acele
azabın gelmesini senden istiyorlar. Oysa cehennem
kâfirleri kuşatmıştır.»
Bazan bir olay dünyada başlıyor, âhirette
tamamlanıyor:
İşte Fir'avn dünyada kevmine önderlik ediyor,
cehennemde de onlara öncülük etmektedir:
Doğrusu biz, Musa'yı âyetlerimizle ve apaçık bir
yetki ile Fir'avn'e ve adamlarına gönderdik. Ama onlar
Fir'avn'in emrine uydular, onun peşinden gittiler.
Fir'avn'ın işi de selâmette değildir. Kıyamet günü
kavminin önüne geçer, onları ateşe getirir. Orası da ne
kötü bir gidilecek yerdir.» (Hud: 96)
Bazan da dünya ile âhiret sahnelerini çift zikrede-
Ayrı ayrı. Sanki ikisi de şimdi yan yana mevcuttur. Kâh
biri, kâh öteki Öne geçer:
Yıldızlar mahvolduğu zaman, gök yanldığı zaman,
dağlar pamuk gibi atıldığı zaman, peygambere
(ümmetlerine şahidlik etmeleri içün) vakit bildirildiği
zaman. Hangi güne bırakılmıştı? (Davaların ayrılacağı)
fasıl gününe. Fasıl gününün ne olduğunu sana ne
bildirdi? O gün yaianlayıcıîann vay haJjine. Öncekileri
helak etmedik mi? Aramdan sonrakileri de onlara ka-
tanz. İşte biz suçlulara böyle yaparız. Yaianlayıcıîann
vay haline o gün. Sicd âdi bir sudan yaratıp belli
süreye kadar sağlam
bir yere yerleştirmedik mi? Buna gücümüz yetti,
hem de ne güzel güç yetireniz. Yaianlayıcıîann vay
haline,o gün. Biz yeryüzünü, dirilerin ve ölülerin toplantı
yeri yapmadık mı? Orada
yüksek sabit dağlar yaratıp sizi tatlı bir su iJe
anlamadık mı? Yalanlayscıların vay haline o gün.
«ifaydı yalanlamakta olduğunuz şeye gidin! O üç dallı
gölgeye gidin. Ne gölge yapar, ne de ateşten korur o.
O gölge, kaba ağaçlar gibi kıvılcım (lar) saçar. Sanki o
(her kıvılcım) san bir halattır. YalaBİayıcıîarin vay haline
o gün!».. (Mürselat suresi Kâh haberden inşaya (yani
emre), tavsiften konuşmaya geçer, sanki sen,
konuşmanın cereyan ettiği sahne karşısında imişsin
gibi' gelir sana:
49
«Ölüm sarhoşluğu gerçekten geldi. Bu, senin
kaçmakta olduğun şeydir. Sur'a üflendi, işte bu
kendisinden uyarılan gündür. Her nefis, yanında bir
sevk edici ve bir şahid olduğu halde gelir. «Sen,
bugünden gaflette idin. Biz s.enin perdeni kaldırdık,
bugün artık gözün keskindir.» Yakınındaki (şeytanı,
arkadaşı) dedi: «İşte yanımdaki hazır.» «Her inatçı,
inkarcı, hayra engel, mütecaviz, şüpheci, Allah ile
beraber tanrılar kabul eden kişiyi cehenneme atın,
onu şiddetti azaba sokun. (Kâf suresi)
Kâh dünyadan bahseder Öyle ki dünya geçmiş,
mazi olmuş ihirette imişiz gibi:
Küfredenler, bölük bölük cehenneme
sevkedîldiler. Oraya" çeldikleri zaman kapılan açıldı.
Muhafızları onlara dedi İd: »ize rabbımizm âyetlerini
okuyan ve sizi bu gününüzle karşiacağımz hususunda
uyaran kendi aranızdan peygamberler mi? Dediler:
Evet geldi, fakat (bîr kere) azap kelimesi Şiirlere
gerçekleşmiş oldu!» (Zümer: s.)
işte böyle çeşitli ifade renkleri sahneye ayrı ayrı
hariku-îde özellikler katarlar. Sahneyi gözle görülür, elle
50
tutulur getirirler. Şüphesiz bunun, ruhlardaki tesiri
bakımından önet büyüktür.
Bu sahnelerde ve bütün Kur'an tablolarında
görülen üçün-ü bir özellik de tenasuk (uyum)
Özelliğidir. Kur'an'da Edebi 'asvir'de buna ait bir fasıl
ayırmıştım. Orada söylediklerimiz, Kıyamet
Sahnelerime de uyar. Bu öyle bir uyumdur ki önce
annenin cüzlerinde görünür. Bu cüzler birbirleriyle
uyumlu lur. Temasül, teşabüh, tedai ya da tekabül
renklerinden biri e hiç aykırılık, tezad olmıyan bir hava
içinde uyuşurlar. Sa-iyen bu uyum, kelimelerin
musikisinde kendini gösterir. Bazı ımavüar bu musiki,
kelimenin manasım da canlandırır. Ve dana bu ses,
diğer kelimelerle uyuşarak sahnenin havasına tam
ygun bir ahenk temin eder. Demek ki sahneye eş olan
mu-iki, sahnenin havasını tamamlamakta,
uyandıracağı duygu-ira münasip düşmekte ve genel
gayenin tasvirinde kelimelere yardımcı olmaktadır.
Üçüncü olarak bu uyum, sahnenin kelimeleriyle,
manalariyle, musikisiyle, ikaiyle arzedildiği siyakla!
beraber bir bütün teşkil etmesinde kendini gösterir.
Sahne ister takip, ister delil getirme, ister bir kaziyyeyi
51
tekid, ister bir imam tesbit için sevk edilmiş olsun, her
şeyiyle uyumlu bir bütündür Kur'anda kıyamet
sahneleri dînî gaye için sevk edilmiştir." Kur'an'm temel
gayesi budur. Fakat bunlar sanat duygusu yoliyle dinî
şuura ulaşır. Sanat yoliyle dine hizmet eder. Bu uyum
renklerini burada açmak istersek Kur'an'da Ede'bî
Tasvir adlı eserimizde olduğu gibi uzun bir fasıl ayır¬
mamız gerekecektir. Onun için bu kısa sözlerle
yetinmek istiyoruz. Ve bu kitaptaki sahnelerin
takdimine başlıyoruz. Sahnelerdeki ahengi meydana
çıkarmak için bunlardan bazı örnekler üzerinde durduk
ve makamın iktizasına göre nasıl bir ahenk
bulunduğunu gösterdik.
Diyorum ki: Hepsinde değil, bazıları üzerinde
durduk ve: bunları diğerlerinin kıyaslanacağı birer
örnek yaptık. Çünkü hepsi üzerinde ayrı ayrı durmak
kitabın hacmini büyüteceği gibi tekrar da meydana
getirir. Okuyucu ayrıntılariyle açıklanmış bu örnekleri
inceledikten sonra diğerlerim de bunlara kolayca
kıyas edebilir.
Bu sahneler, kıyamet günündeki deh§et ve
korkuyu tas vir ediyor. O korku ki bütün tabiatı sarar.
52
insan ruhunu kap lar, titretir. Canlıların iştirak etmediği
hiçbir sahne yok gi bidir. Tabiat k,endi başına donuk
kalmaz. Tabiat olaylarını canlılar karışır veya tabiatın
kendi'si canlanır. Her korku sah nesinde muhakkak bir
çeşit hayat deprenir. B?-zan sahned görünen
kahramanlar, bizzat tabiatın bütün fertleridir. Bazaı da
akıl sahibi insanlar, ya da muhtelif hayvanlardır. Bazan
d, sahne bunlar arasmda müştereken paylaşılır. Üçü
beraber safc nede rol alırlar. Bu kahramanlar sağır
tabiat, dilsiz havyarlar, konuşan insanlar olur, sahnede
bunlar beraber ortaya .çıkarlar;
Güneş, dürülüp döndürüldüğü zaman» yıldızlar
düşüp para-Jidığı zaman, dağlar yürütüldüğü zaman,
doğurması yaklaş-ılş develer başı ( bırakıldığı zaman,
valisi hayvanlar biraya toplahîdiğı zaman, denizler
kaynaşürildığı zaman, ruh r (bedenlerle) çifleş tirildiği
zankan, diri diri toprağa gömülüş kız çocuğun hangi
günahından dolayı öldürüldüğü sorul zaman, (amel)
defterler (i) açıldığı zaman, gök yerinden natıldiğı
zaman, cehennem alevlendirdiği zaman, cennet yak-
jtınldığı zaman: Kişi dünyada ne yapıp gönderdiğini
bilektir.» (Tekvir sûresi: 1-14)
53
Korkunun- yeri, göğü, hayvanı, insanı, küçüğü,
büyüğü, ıneti ve cehennemi nasıl sardığını görüyorsun.
Hepsi de işet, ürperti- ve bekleyiş içindedir.
Bazan da kıyamet sahnelerini hareket ettiren,
kımıldatan kuvvet korkudur;
O vak'a vukubuldu bir, olmaz vak'asına yalan
diyen Alçaltır, yükseltir. Yer bir sarsılış sarsıldığı, dağlar
bir serpitfş serpildiği, hepsi toz duman haline geldiği
zaman...» (Vakıa sûresi: 1-6)
Bazan bu korkuyu, bir insan gölgesi, onun
davranışları, tepkileri içinde görüyoruz:.
O gün kişi liardeşlnden, amıeskıden, tabasından,
eşinden ve oğuîlannâaiı kaçar. Onlardan her birinin o
gün başından aş-km bir işi vardır.» (Abese: 34-37)
«Her ümmetten bir şahid ve seni de bunların
hepsine şa-hid getirdiğimiz zaman nasıl? O gün inkâr
edip Resûl'e isyâr edenler, isterler fei yer üzerlerine
düzelsin (yerin dibine " ler) ve Allah'tan hiçbir sözü
gizliyemezler.»
«Ey insanlar, rabbımızdan korkun: Zira o kıyamet
saatinin sarsması cidden dehşet bir şeydir. O gün
görürsün emziren emzirdiğine oralıklı değil, gebe
54
karnında taşıdığı yavruyu düşürür! İnsanları sarhoş
sanırsın oysa sarhoş değillerdir. Fakat Allah'ın azabı
şiddetlidir» (Hacc: 1-2)
Bazan da bu büyük korkuyu tasvir eden tabiat da
korkmakta insanlara katılır:
O gürültü. O gürültü nedir? O gürültü koparacak
olanın olduğunu sana ne bildirdi? O gün insanlar
çırpınıp dökülen pervanelere dönecek. Dağlar da
atumış yün gibi olacaktır.» (Karla.)
O gün yer ve dağlar sarsılır, dağlar erimiş kum
yığınına löner. Biz size üzerinize şahid bir elçi gönderdik,
bir elçi gönderdiğimiz gibi. îlravn resule isyan etmişti de
biz de onu vahim bir şekilde yakalamıştık. Eğer inkâr
ederseniz, çocukta ihtiyar yapan, göğün dahi
(korkudan) çatladığı o günün şiddetinden kendinizi
nasıl kurtaracaksınız?»
Kur'an sahneleri naîmAve azaptan önce olan
hesap hailelerini tasvir etmek ister. Bunu yaparken
birçok arz metotlarını kullanır. Anlatılacak halin
muhtelif yönlerini ele alır.
Kâh arzı uzatır, öyle ki hesabın hiç kesilmeyip
devamlı, olduğunu sanırsın. Kâh yıldırım süratiyle
55
gösterir, perde göze dokunur dokunmaz kaldırılır. Bu ve
öteki arz usulü, ruhu şuur temeline kurulu, halin tabiatı
gereği olan bir sanat esasına meb-nîdir ki, neticede bu
metotlar dini gaye ile birleşir ve onun tahakkukunu
sağlar.
Kâh saJhne uzanır: «İnsanların hepsi Allah'ın
huzuruna çıktılar. Zayıflar kibirlilere dediler: «Biz size tabi
oldu idik. Şimdi siz, Allah'ın azabından azıcık bir şeyi
üzerimizden kaldı-rabiliyor musunuz? (Ötekiler) cevap
verdiler: «Allah bizi hidayete eriştirseydi, biz de sizi
hidayete eriştirirdik. Artık sız-lansak da sabretsek de
birdir bizim için. Çünkü kaçacak yerimiz yoktur, olup
bittikten sonra şeytan dedi ki: «Allah size gerçek
va'detti. Ben de size vadetîm. Ama ben sözümden
caydım. Esasen benim sizi zorlayacak bir kudretini
yoktur: 1 Sadece sizi çağırdım, siz de bana uydunuz.
Artık beni ayıplamayın. Ben sizi kurtaramam, siz de
beni kurtaramazsınız. Zaten ben, bundan önce beni
Allah'a ortak koşmanızı da kabul etmemiştim. Şüphesiz
zalimler için can yakan bir azap vardır..» (İbrahim: 21-
22 )
56
«O gün zalim, ellerini ısırır, der ki: Keski resulle bera¬
ber bir yol tutsaydım. Vah bana, nolaydı, keşld talanı
dost edinmiyeydim. O beni, bana gelmiş olan zikirden
saptırdı. Tabii şeytan insanı yalnız ve yardımcısız
bırakır.» (Furkan: 27-29 i «Herkes kazancına bağlıdır.
Yalnız sağ ehli (defteri sağından verilenler)
cennetlerdedirler. Suçlulardan sorarlar: Sizi Sekar'a
(yakıcı ateşe; ne sürükledi?» Dediler: «Biz namaz
kılanlardan değildik. Yoksula yedirenlerden de
olmadık. Batıla dalanlarla beraber biz de dalardık.
Ceza gününü yalanlardık. Nihayet ölüm bize geldi,»
(Müddessir: 38-47)
Böylece birinci sahneyi konuşma ve çekişmeye,
ikinci sahneyi pişmanlık ve hasrete, üçüncü sahneyi de
uzun itirafa terk ediyor.. Çünkü bu durumlar etkilenme
ve etki yapma için zaman ve uzunluk ister.
Bazan da arz kısa olur. Sahne göze görünür
görünmez kaybolur:
Her nefse yaptığı amelin karşılığı tastamam verilir.
O, onîarm yaptıkları her şeyi bilir.» (Zümer: 70)
57
«Ne zaman ki Sura üflendi, artık o gün aralarında
ne nesepler vardır, ne de bundan sorarlar.»
(Mü'müran: 101)
«Suçlular simalarından tanınırlar, alınlardan ve
ayaklardan tutulurlar.»
Kısaltma sebepleri sahneye göre değişiklik
gösterir: Bazan arz kısaltılır, zira durum, sükûn celâl ve
huşu' durumudur, Çıkışma/çekişme, red, münakaşa
oraya gitmez. Bazan da sahneden kesinlik kasdedildiği
için tek bir cümle ile arz edilir. Ondan sonra her türlü
çekişmeye son verilir. Bazan da her şeyin gayet açık
olduğu anlatılmak için fazla söz söylenmez. Söze
ihtiyaç olmayacak kadar açık olduğunu ifade için söz
gayet kısa olur. îşte bu çeşitli sebeplerden dolayı arz
kısaltılır. Bunlar arzın kısaltılmasını gerektirir.
Bu sahneler, tekrar dirildikten sonraki naîm ve
azabı tasvir etmek isterler. Naîm ve azabı, bir kere
duyunun dokunacağı maddî bir varlık olarak takdim
eder, bir kere de ruhun an-lıyacağı manevi varlık
olarak tasvir eder. Bir kere de iki çeşidi bir araya getirir.
Gözle görülür elle tutulur maddî azap şu şekilde
tecessüm eder: «Onlar ki altım ve gümîîşü yığar, onları
58
Allah yolunda sarfetmezler, işte onları can yakan bir
azap ile müjdele-O gün cehennem ateşimle o
yığdıkları pullanır, sonra onunla alınları, yanlan ve
sırtları dağlanır. îşte nefsiniz için yığdıklarınız. Yığmakta
olduğunuzun tadını tadın.» (Tevbe: 34)
«tşte rablari hakkında tartışmaya giren iki taraf:
Küfredenler için ateşten elbiseler biçilmiştir. Başlan
üstünden de kaynar su dökülür. Bununla
kannlardakiler ve derileri eritilir. Onlar için demir
topuzlar da vardır. Ne zaman uğradıkları gamdan
kurtulmak için oradan çıkmak isteseler tekrar oraya
geri çevrilirler: «ATadın yakıcı azabı!» (Hac suresi: 19-22)
Gördüğün gibi bu Öyle bir azaptır ki derilere,
karınlara temas ediyor, barsakları ve cisimleri kızartıyor!
Görülen, duyulan maddî azap şu tabloda da
kendini gösteriyor: «Defteri- sağdan verilenler, ne
mutludur o sağcılar: Sedir ağaçlan, sallanılan sarkmış
muz ağaçlan içinde, uzamış gölge altında,
çağlayarak akan su başında, birçok meyva arasında.
Ne tükenir, ne yasak edilir. Yüksek döşekler Üstümde.
Biz o ashabı yemin için o güzelleri yeniden yarattık,
bakire, şuh vs aynı yaşıtta yaptık.» (Vakia Suresi: 27-38)
59
«Şüphesiz korunanlar için en güzel bir gidilecek yer
vardır: Kapı Sarı onlar için açılmış Adn cennetleri.
Orada (koltuklara) dayanmış olarak birçok meyya ve
içecek isterler. Yanlarında da gözlerini sadece eşlerine
dikmiş aynı yaşta gazeller, «îşte bu, hesap günü için
size vadedilenlerdir.» (Sad suresi: 49-54)
Bu da bir nimet ki, karınlar, cisimler faydalanıyor,
uzuvlar ve bedenler lezzetini duyuyor.
Naîm ve azap, bazan incelir, ince bir ruhî gölge
haline gelir. Yalnız ruhlara mahsus ya da yüze serpilen
ruhi bir zevk veya azap. Nimet için şu örneği verelim:
«tman edip salih amel işliyenler için Rahman, sevgi
yaratacaktır.» (Meryem: 96) «Allah'a ve rasûlüne itaat
edenler, işte onlar AUahJuı kendilerine nimet verdiği
peygamberler, /Sidt&kler, şehîdler ve salihlerle
beraberdir. Onlarla arkadaşlık ne güzeldir.» (Nisa: 69)
Ruhî azap için de şu örneği verelim: «Biz sizi yakın
bir azap ile uyardık. O gün kişi ellerinin yapıp Öne
gönderdiğine bakar. Ve kâfir der ki:
«Ah keski ben toprak olsaydım!» (Nebe 1 SûretsıJ
«Görsen bir onlan Bablan huzurunda
durduruldukları zaman. Rab dedi:» «Bu, gerçek değil
60
miydi?» «Evet, dediler, Eabbımıza andolsun ki
gerçekmiş.» (Ahkaf: 34)
Ve daha böyle naîm ve azabın insan içinde,
ruhunda huzur, sevgi yahut pişmanlık, 'hüsran, kendini
ayıplama şeklinde tezahür eden nice sahneleri.
Bazı kere de nimet, yahut azap çeşitleri çift olur.
Maddî ve manevî olanı bir arada bulunur. Maddî
nimet veya azap, ruhî nimet veya azap ile karışık
halde görünür. Nimet ve azap sahneleri ekseriyetle
böyledir. Maddî nimet veya azabın yanında manevî
nimet ve azap da vardır. Bazı örnekler verelim:
«Korunanlar, cennetlerde ve nur akımı içindedirler.
Muktedir bir hükümdarın huzurunda doğruluk
koltuğunda.» (Kamer: 54-55)
«Muhakkak cennet ehli, bir zevk ve neş'e
içerisindedir. Onlar ve eşleri, gölgeler içinde koltuklara
yaslanırlar. Onlar ( için orada meyva var ve istedikleri
her §ey. Rahim Kab den da sözle selâm.» (Yasin
Suresi).
«O gün müminleri ve mu'mineleri görürsün ki
nurları önlerinde ve yanlarında koşuyor. «Bugün size
61
müjdeler olsun. Altlarından ırmaklar akan bahçeler
sizin.» (Hadid: 12)
Maddî .ve manevî azabm karışık olduğu azap
sahnelerine de örnek yerelim:
«O zakkum ağacı günahkârların yemeğidir. Erimiş
demir gibi; karınlarda kaynar, sıcak suyun kaynaması
gibi. «Tutma onu, cehennemin ortasına sürükleyin,
sonra başı üstünden kaynar su azabından dökün.»
Tad, zira sen, evet sen güçlü şereflisin (Öyle
sanıyordun). İşte bu şüphelenip durduğunuz şeydir.»
(Duhan: 43-51)
«O gün onlar cehenneme bir atılışla atılırlar «İşte
bu sizin yalanlamakta olduğumuz şeydir. Şimdi bu sihir
mi imiş, yoksa siz mâ görmüyordunuz?» (Tur: 13-15)
«Küfredenlere gelince: Onlar için cehennem ateşi:
Üzerin-ne hükmedilmez ki ölsünler. Kendilerinden
cehennem azabı da hafifletilmez. îşte biz her nankörü
böyle cezalandırırız. Onlar orada bağrışıp
feryadedeler: Rabbimiz bizi çıkar, yapmış olduğumuz iş
gibi değil iyi iş işliyelim. «Öğüt alanm öğüt alabileceği
kadar bir süre sizi yaşatmadık mı? Sîze uyarıcı da geldi,
tadın, zalimlerin bir yardımcısı yoktur!» (Fatir: 36-37)
62
Görülüyor ki maddî naîme, bir çeşit manevî ikram,
zevk; maddî azaba da ruhî bir üzüntü ve ızdırap eşlik
etmektedir. İkisi de ruh ve his tarafından
algılanmaktadır. Böylece nimet ya da azap kat kat
olmaktadır.
Nimet ve azap müşahhas bir şekilde tasvir edildiği
gibi, ayrıca kelimelerin attığı bir gölge ortamı, taşıdığı
işaretler vardır ki nimet ve azap vasfedilmese de bu
bölge ortamı, bu işaretler ruha nimetin huzurunu yahut
azabın, darlığını duyurur.
Meselâ mü'minlerin şöyle dediğini işitiyorsun:
«Bizden üzüntüyü gideren Allah'a hamdolsun.
Şüphesiz Rabbimiz gafur, şekûrdur. O bizi kendi
keremiyle asıl durulacak eve kondurdu. Burada bize
yorgunluk gelmiyecek; burada bize usanç
dokunmıyacak.» (Fatır sûresi: 34)
Bak, rahatın serinliğini, nimetin lezzetini, itmi'nanın
verdiği iç sükûnetini huzurunu nasıl hissediyorsun. »
Cehennemde surlar arkasından seslenen kâfirleri de işi¬
tiyorsun:
«Ey Malik, rabbın bize hükmetsin, bizi öldürsün!
(Zuh-ruf: 77) Bu yalvarıştan göğüslerinin nasıl
63
daraldığını, azabın acısını, ateşin kızgınlığını,
cehennemin yakışını, hissediyorsun. Bu da
cehennemin hasıl olduğunu sana söylemese de
ifadeden onun nasıl olduğu anlamanı sağlıyor.
înkâr eden, Rasule karşı gelenlerin durumunu
okuyorsun «înkâr edip Rasûle karşı gelmiş olanlar, o
gün isterler ki yer kendileri)? i altına alsın da dümdüz
olsun.» Her ümetten bir şahid çağırıldığı, resule küfredip
resule isyan edenlere şahid getirildiği zaman, o
karşılaşmadaki kahredici yüz üstü kalma ve öldürücü
utancın manevi hali, kelimelerin attığı gölge ve
işaretlerle çizilmiştir.
Yine okuyorsun: «O gün bu azap kimden
çevrilmişse Allah ona rahmet etmiştir.» (En'am: 16) Sırf
çevrilmesi dahi Allah'ın rahmeti sayılan bu azabın
dehşeti sana çizilmiş oluyor. A-zabm kendisi hakkında
birşey söylemese de bu işaret onu anlatmaya kâfi, iste
böyle sür'atli, hafif bir işaret, bir bölge gayet haşin
tabloların yerini tutmaya kâfi geliyor. Artık onların uzun
uzun tasvir edilmesine lüzum kalmıyor. Ondan sonra bu
gölge ve işaretleri çizmek, tasvir etmek hayale kalıyor.
64
.Yapılan bu işaretten sonra hayal, oradaki ahvali
ayrmtılariyle çizebiliyor.
Kıyamet sahnelerinin en güzellerinden biri de
şirk,koşanlarla tanrıları, ya da tabi'lerîe metbuları
arasında geçen o sert" münakaşa; naü'minlerle
melekler yahut mü'minleıle mü'minler arasında geçen
o tatlı konuşma, sohbettir. Kur'anı Kerimde bunun
muhtelif desenleri var." Biz kitabın bu ek faslında
sadece bazı örneklerini sunmakla iktifa edeceğiz
(Tafsilatı ileride gelecektir) :
«Zulmedenler azabı gördükleri zaman gerçekten
bütün kuvvetin Allah'a aid olduğunu ve Allah'ın azabı
şiddetli olduğunu görselerdi! O vakit tabi olanlar, tabi
olunanlardan uzak durdu. Azabı gördüler, aralarındaki
bağlar kesildi. Uyanlar dediler M: Ah bir daha dünyaya
gitmemiz mümkün olsaydı da şimdi onlar bizden nasıl
uzak duruyorlarsa biz de onlardan öyle uzak
dursayçUk! Böyleed Allah onlara, amellerini hasret
olarak gösterir. Onjlar artık ateşten çıkacak değiller¬
dir.» (Bakara suresi: (165-166)
«Zalimler rablan huzurunda durdurulmuş,
birbirlerine söz atarlarken bir görsen: Zayıf görülenler.
65
büyüklenenlere der ki: Eğer siz olmasaydınız, biz
inananlar olurduk. Büyüklük taslıyanlar da zayıf
görülenlere der İd: Yani size hidayet geldikten sonra
biz mi sizi ondan çevirdik? Hayır zaten siz suçlu idiniz!
Zayıf görülenler büyüklük tashyanlara der: Hayır, siz
gece gündüz bizi kandırıyor, Allah'ı inkâr edip ortaklar
koşmamızı emrediyordunuz. Azabı görünce içlerinden
pişman oldular, inkâr edenlerin boyunlarına demir
halkalar geçirdik. Yaptıklarınfdan başka bir şeyle mi
cezalanıyorlar?»
(Seba 1 Sûresi: 31-33)
«...Yanındaki şeytan dedi: Kabbımız, ben onu
azdırmadım. O zaten uzak bir sapıklık içinde idi
(yoldan çok uzak sapmıştı). (Rab) dedi: Benim
huzurumda çekişmeyin. Ben sizi Önce uyarmıştım.»
(Kaf suresi: 27-29)
Bunlar cehennem ehli arasındaki sert çekişmeyi
gösteriyor. Bir de cennet ehli arasındaki o tatlı sohbete
bakalım:
«Birbirlerine döndü, soruşuyorlar: Dediler: Biz kendi
ailemiz içinde bile korkuyorduk. Onun için Allah bize
lütfetti de bizi kavurucu azaptan korudu. Biz bundan
66
önce de O'na yalvarıyorduk. O iyilik edendir,
merhametlidir.» (Tur Suresi: 25-28)
«Birbirlerine döndü, soruşuyorlar: İçlerinden biri
dedi ki: Berim bir arkadaşım vardı, diyordu ki: «Sen de
mi öldükten sonra dirilmeyi kabul ediyorsun? Biz
öldükten topra,k vs kemik olduktan sonra mı? Biz mi
dirilip ceza göreceğiz?» Siz onu gördünüz müf Dedi.
Baktı, onu cehennemin ortasında Kördü. Dedi ki:
Tallahi sen az? daha beni de mahvedecektin. Eğer
Kabbımm bana nimeti olmasaydı, ben de oraya
götürü-lenierden olurdum. Nasıl mış bak? Biz ilk
ölümümüzden başka bir daha Ölmiyeceğiz, azap da
görmiyeceğiz öyle mi?» (Saf-fat: 50-59)
Bu harikulade güzel sahnelerden verdiğimiz bu
kadarhk örnekle şimdilik yetiniyoruz. Bundan sonra her
suıedeki kıyamet rahneleri, ayrı ayrı, uzun izahlarla
takdim edilecektir. Bu özetle burada sahnelerin asıl
karakterlerini tabiatlerini, özelliklerini, çeşitlerini ve
usullerini genel bir şekilde açıklamak istedik. 12 &
67
Kıyamet Sahneleri Kalem (Nün) Süresi 12a
«O gün bacaktan açılır, secdelere çağırılırlar ama,
yapamazlar. Gözleri korkmuş, kendilerini bir zillet
kaplamış. Sağlam iken de secdelere çağırdıyorlardı.»
Burada hayal için kıyamet sahnelerinin canlı bir
Örneği göze çarpıyor. îşte dünyada secdeye çağırılıp
da âhiret gününün olmıyacağma güvenerek çağırıya
uymıyanlar. Şimdi bunlar yine çağırmıyorlar. Ama iş
ciddîden ciddî. Bacak ve bilek sıvanmış. Kendilerini
üzmek ve azarlamak için secdelere çağırılıyorlar.
Geçmişi telâfi zamanları geçmiş artık. Secde yapa¬
mıyorlar. Ya münasip vakit geçtiğinden yapamıyorlar,
ya da kendilerini kaphyan dehşet ve korku kendilerini
hareketsiz hale toktuğn için secde yapamıyorlar.
Korkudan bacakları birbirine dolanmış, belleri
bükülmüş, ibadet huşuunu kabul etmiyorlardı, şimdi
zillet huşuu altında eziliyorlar. Bu ceza onların
yaptıklarına uygundur.
Buradaki korku, ruhî, manevi ve gayet etkin bir
korkudur. Bunu biz korkmuş, gözleri dönmüş, üzüntü,
azar ve tevbih karşısında kalan, yapabilirken
yapmadıkları için simdi de yapamıyacaklan şey
68
kendilerinden istenen bu şahısların davranışım saldığı
gölge aralığından seziyoruz.
Burada durum öylesine canlanıyor ki Allah'ın,
yalanh-yanların sözlerinden sıkıntıya düşen Resul'a
dönüp şöyle dediğini görür hale geliyor insan:
«Beni bu sözü yalanlıyanlarla yalnız bırak», sana bir
şey yok. Sen çekil aradan, ben onun hakkından
gelirini. O, bu sözle ne kasdedildiğinden gafildir. Elinde
bulunan şu geçici nimete, servete aldatıyor. Oysa o,
kendisini biraz Önceki vahim sahneye çekip götüren
bir tasmadan, yulardan başka bir şey değil:
«Biz onları bilmedikleri yerden yavaş yavaş çıkarır,
yuvarlarız. Ve ben onların ipini uzatırım. Benim tuzağım
sağlamdır.» Bunu bilecekler ama bilmeleri kendilerine
hiç fayda vermiyecek bir zamanda bilecekler. «O gün
bacaktan açılır, secdelere çağırılırlar, ama
yapamazlar.» Korkunç sahneyi gösterdikten sonra
söylenen bu kapalı tehdid, insanın ta derinliklerine
işliyor, hissi titretip ibret almaya hazırlıyor. 12 a
Müzemmtl SURESİ 1221
Bîz Fir'avn'e bir resul gönderdiğimiz gibi size de
üzerinize salıid bir resul gönderdik. Fir'avn resule isyan
69
etti, biz de onu feci bir şekilde yakaladık. İnkâr
ederseniz, çocukları ihtiyar yapan, (dehşetten) göğün
dahi çatladığı bir günden nasıl korunacaksınız? O'nun
va'di yerine getirilmiştir. Bu, bir Öğüttür. Diliyen rabbine
giden yolu tutar.»
Bizim yanımızda nice ağır ağır demir halkalar ve
şiddetli salgın bir ateş ve üzüntü veren bir yemek ve
can yakan bir azaplar.» Bu tehdid bilhassa «UITn-
na'me: Servet sahibi» nin yalanlamasına karşılık
olmaktadır. Üzüntü veren yemek, nimetin karşısındaki
cezadır. Nimet sahipleri bun)u hakket-mişlerdir. Zira
nimetlerinin, servetlerinin kadrini bilip onu kendilerine
veren Allah'a şükretmemişlerdir. Sen onların tuzaklarına
,sabret, onlardan uzak dur, tepkilerine, öfkelerine
hakim ol. Uzak durmak kolay mı? Bunu yapabilmek
için başka bir güce, sabr-ı cemile ihtiyaç vardır.
Sabret, onları bana bırak. Onların işine ben bakarım.
Mühlet de versem aldırma, kısadır. O korkunç gün için
benim yanımda bağlar, bukağılar vardır. Onlara
vurulmak suretiyle işkence göreceklerdir. Bir yakıcı ateş
de var ki onları yakıp kavuracaktır. Bir yemek vardır.
70
onlara sadece keder ve sıkıntı getirecektir. Bir can
yakan azap vardır.
Ve sonra korkunç günün sahnesi çiziliyor:
«O gün yer ve dağlar sarsılır ve dağlar erimiş kum
yığınla döner.»
İşte korkunç bir tablo. Bir dehşet ki yalnız insanda
kalmıyor, bütün tabiatı ve bütün insanlığı sarıyor. Eğer
gücü yeterse hayal, bütün tabiatın, yerin, dağların
sarsıldığı bu korkunç sahneyi kavrasın, buiia dayansın.
Biz size, sizin hidayetiniz için | çalışan, size şahid bir
peygamber gönderdik. Böyle bir elçi ğöndermeiden
sizi bu hale atmıyoruz: «Biz Fir' avn'e bir resul
gönderdiğimiz gibi size de üzerinize şahid bir resul
gönderdik. JPÎr'avn resule isyan etti. Biz de onu feci bir
şekilde yakaladık.»
Peki siz de o kuvvetli Fir'avn gibi yakalanmak mı
istiyorsunuz? Bu dünya soir bulduğu zaman «İnkâr
ettiğiniz takdirde çocukları ihtiyarlatan, dehşetinden
göğün bile çatladığı bir günden nasıl korunacaksınız?»
Buradaki korkunç tabloda dehşetten gök
çatlamış, arz ve dağlar sarsılmış çocuklar da
ihtiyarlamıştır.' Bir korku ki sağır tabiatta,, canlı in'sanda
71
tablosunu çiziyor. Hayal bu canlı tabloları seyrediyor.
Seyrettikçe de insanın tüyleri ürperiyor. Ve Kur'an bunu
daha da pekiştiriyor: «Onun va'cti yapılmıştır:» Bunda
şek ve şüphe yok. Bu, uyarma Öğüt verme ve
hatırlatma içindir.
«Bu bir Öğüttür, hatırlatmadır. Dileyen rabbine
doğru bir yol tutar.» Elbette Allah'a giden yol, bu çetin
belâya, bu felâkete giden yoldan emindir, kolaydır,
güzeldir! 1201
Müddessir Suresi öu
O boru öttürüldü mü bir, işte o gün, çetin bir
gündür. Kâfirlere kolay değildir. Bırak bana o adamı İd
kendisini tek olarak yarattım, ona uzun boylu mal,
gözönünde oğullar verdim ve kendisine bir döşeyiş
döşedim. Sonra kalkmış daha fazla vereyim diye göz
dikmiş. Hayır çünkü o, bizim âyetlerimize karşı bir inatçı
kesildi. Ben onu dimdik sarpa sardıracağım. Zira o bîr
düşündü, ölçtü biçti, kahrolası nasıl da ölçtü biçti. Yine
kahrolası nasıl ölçtü biçti?! Sonra baktı sonra kaşını
çattı, suratını ekşitti, sonra döndü, büyüklük tasladı da
dedi ki: «Bu, başka değil, sadece tesirli bir sihir. Bu
başka değil, sadece bir beser sözü. Onu Sekara
72
yaslıyacağım. Sekar nedir bilir misin? Ne kor, ne bırakır,
insanın derisini kavurur. Üzerinde on dokuz (bekçi
vardır). Biz cehennemin bekçilerini hep melekler
yaptık. Onların sayılarını da inkâr edenler için bir fitne
kıldık. Kendilerine kitap verilmiş olanlar da iyice inansın,
iman edenlerin imanını artırsın (diye böyle yaptık). Ken¬
dilerine kitap verilenler ve inananlar şüpheye
düşmesinler. Kalblerinde hastalık bulunanlar ve kâfirler:
«Allah bu misalle ne demek istedi?» desinler. İste Allah
dilediğini şaşırtır, dilediğini doğru yola iletir. Ve rabbinin
ordularını kendisinden başkası bilmez. Bu, insan için bir
öğütten başka bir şey değildir. Hayır hayır o aya,
dönen geceye, ağaran sabaha andol-suii ki: O, beşeri
uyarıcı olarak büyüklerden biridir. İçinizden ileri gitmek,
ya da geri kalmak istiyen kimse için. Her nefis
kazancına bağlıdır. Ancak kitabı sağından verilenler
cennetlerdedir. Suçlulara sorarlar: «Sizi Sekar'a (bu
yakıcı ateşe^ ne sürükledi?» Derler İd: Biz namaz
kılanlardan olmadık. Yoksula da yedirmiyorduk. Batıla
dalanlarla beraber biz de dalıyorduk. Ceza gününü
yalanlıyorduk. Nihayet bu halde iken bize ölüm geldi.»
Artık onlara şefaatçilerin şefaati fayda vermez. O
73
halde bunlara ne oluyor ki arslandan ürküp kaçan
yabani eşekler gibi öğütten yüz çevirip kaçıyorlar?»
Bu kıyamet sahneleri, Hz. Resule, peygamberliğin
güçlüklerine sabretmesini emreden âyetlerden sonra
gelir: «Ey örtüye bürünen, kalk, uyar. Rabbım tekbir et,
elbiseni temizle, kötü şeylerden uzak dur yaptığın iyiliği
çok görerek başa kakma, rabbın için sabret.»
Bu surenin, Müzzemmil Suresinden sonra gelmesi
tercihe elverişlidir. Burada sabr ile emir, hemen hemen
oradaki sabr ile emir gibidir. O mahiyettedir.
Tik defa burada Nakur'a nakredilmekten, yani Sura
1221 üflemmekten bahsedilir. Kulağa çarpan şiddetli
sesten dolayı Sur'a liflemek nakr'a benzetilmiştir 1221 Bu
başlayış, şu âyete zemin hazırlamaktadır: «İşte o gün,
çetin bir gündür, kâfirler için kolay değildir.»
Bu ifade, azabı belirsiz, kapalı bir şekle
sokmaktadır. İnsan bu müphem azabı duyunca
nefeslerini tuta tuta şiddetli bir korku ile merak eder, o
güç güne kafasında belirli bir şekil veremez, merak
içinde ürperir kalır. Gaye insan ruhuna korkunç bir hal
bırakmaktır. Asıl hedef budur. Bu hedef tahakkuk
etmiştir.
74
Tabii ruhta yapacağını yapınca, sükûnet ve
sessizlik içinde insana bu gizli korkuyu soktuktan sonra
artık maliyle, mevkiiyle öğünen adamı tehdid etmenin
en uygun zamanı gelmiştir. Resul o adamla o korkunç
günün sahibi olan Allah arasından çekilecek, ikisini
yalnız bırakacaktır:
«Benimle o yarattığımı yalnız bırak.» ilh.
Beni onunla yalnız bırak... Aman Allah'ım ne
felâket! O yüce kuvvetin, şu zayıf mahlûk kargısına
çıkması! Ben ona çeşitli nimetler vermiştim. Burada
mahsus nimet bir bir anlatılıyor, söz uzatılıyor. Çünkü
böyle olması gerekiyor.
Sonra da kalkmış daha da vermemi umuyor.»
Hem şükretmiyor, nimeti verene inanmıyor, hem de
O'ndan nimet istiyor. Hayır, ona artık hiçbir şey
vermiyeceğim. Aksine:
Onu dimdik bir yokuşa sardıracağım» Onun
burnunu yere sürtüp, sarp yokuşa dikeceğim demiyor
da:
«Onu bir sarpa sardıracağım» diyor.
75
«Onu Sekara atacağını. Sekar nedir bilir misin? Ne
kor ne bırakır, beşere susamış, deriyi kavurur. Üzerinde
muhafız var.»
Böylece Sekar resmi çizilmiştir. Önce cehennemin
hem korkusunu ruha salıyor: nedir bilir inisin?» Sonra
resmini çiziyor: Her şeyi yakıp yutan, ıhiçbirşey
bırakmıyan.. Bütün bunlardan sonra da behere
susamış, ona musallat olmuş. Kaba ve haşîn bir şekilde
beşere saldırıyor, korkunç alevleriyle insanların derilerini
kavurup döküyor. Bu kadar da değil. Üzerinde de
mütead-did bekçiler var. Öyle bekçüer ki bizim
arkadaşlarımızın kuvveti nedir ki onların yanında?! Ne
kendileri onlarla bağa çıkabilir, ne de aileleri, ana
babaları, oğulları, bütün kavim ve kabileleri kendilerini
onların ellerinden alabilir. Burada zikredilen sayı, sırf
çokluğu göstermek içindir: «Rabbm askerlerini ondan
başka kimse bilmez.»
Bu gösterilen Sekar tablosu, sırf Öğüt vermek, tesir
yapmak, hakikati göstermek için olduğundan,
bundan sonra ap açık göz önünde cereyan eden
sahneler geliyor:
76
«Aya, dönen geceye, ağaran sabaha andolsun ki
bu, büyüklerden biridir. Beşeri uyarmak içindir.» Burada
histe çizilen sahnedeki ahenk: Parlak ay, dönen gece,
ağaran sabah hepsi apaçık birlik teşkil eder. Bunların
içinde de:
«Bu, büyüklerden biridir, beşeri uyarmak idindir.»
Bu apaçık görülen şeyler, beşeri uyarmak içi nlir.
Batıda gizli bir şey yoktur. O halde her insan kendisi ı;in
neyi dilerse onu seçer ve seçtiğini görür.
«Sizden ileri gitmeb veya geri kalmak istiyen kimse
içindir bu uyarma.»
Ve her insan kazandığından sorumludur. Rehn
edilen şey gibi kazanciyle bağlıdır:
«Her insan, kazandığına rehinlenmiştir, yalnız kitabı
sağından verilenler.» Onlar, da kazandıklarından
sorumludurlar, onunla bağlıdırîar ama yaptıkları iş hayır
iş olduğundan dolayı onlardan bağ çözülmüştür. O
halde onların bu genelgeden istisna edilmeleri
uygundur:
«Yalnız kitabı sağından verilenler başka.»
Burada naîm, yalnız kurtuluş ve bağdan
çözülmekten ibaret değil, aynı zamanda onu nimet.
77
sahiplerinin hissedip suçluların hissetmemesi de ayrı bir
nimettir. Bu manevi, ruhî bir nimettir. Nimet sahipleriyle
suçlular ve arasındaki konuşma da bu tabloyu
çizmektedir:
«Mücrimlerden sorarlar: Sizi Sekara ne sürükledi?»
Burada mücrimler hasret ve nedamet içinde uzun
uzadı ya anlatmaya başlıyorlar:
«Biz namaz kılanlardan olmadık. Yoksulu da
doyurmuyorduk. Batıla dalanlarla beraber biz de
dalıyorduk. Ceza gününü de yalanlıyorduk. Nihayet
bu halde bize ölüm geldi.»
Şimdi bunlar sadece: Biz kâfir idik deselerdi olurdu.
Fakat tafsilâtlı söylüyorlar ki «Her nefis, kazancına,
rehinlenmistir» sözüne uygun düşsün. Onlar, giydikleri
hükmün sebeplerini hasret ve nedamet içinde uzun
uzun hatırlatıyorlar. Sahnenin uzamasında diğer bir
sanat gayesi var ki bu, aynı zamanda dînî gayeyi de
gerçekleştirmektedir. İtiraf, müessir bir haldir. Sanat
bakımında itiraf halinin uzaması etkiyi artırır. Uzar ki
seyircilerin ağır, ağır ruhlarına sinsin.
Eh bu sebepler, bu âdil hükmün verilmesini
gerektirmişse artık:
78
«Onlara şefaatçilerin şefaati ne fayda temin
eder?» Bütün seyirciler, hükmün, fi'le uygunluğunda
mutabık kalıyor. Öyle ya! Bütün bu arz ediş, hatırlatma
ve öğütAverme için olduğuna göre «Onlara ne oluyor
ki öğütten yüz çeviriyorlar?» Onlara bu yüz çevirişin
kötülüğünü göstermek için yine bir tablo Çiziliyor:
«Sanki omlar, arslandan kaçan yabanî eşeklerdir.»
Kükremiş arslandan kaçan vahşi eşekler. Evet,
anlatılan "bütün bu korkunç akıbeti duyduktan sonra
öğüt almayıp ondan yüz çeviren, eşeklerden başka
nje olabilir? İşte o vahşi eşeklerdir ki «Ahiretten
korkmuyorlar!» 124i
Mesed Suresi ösi
«Ebuleheb'in elleri korusun, yok olsun. Malı ve
kazandığı, kendisinden hiçbir şey savmaz. Alevli ateşe
yaşlanacaktır. Karısı da. Odun taşıyıcı olarak
boynunda hurma lifinden bir (le bağlanacaktır).»
Ebuleheb alevli bir'ateşe yaşlanacaktır. Karısı,
odun taşıyıcı, boynu liften bir iple bağlanacaktır.
Kelimede uyum, şekilde uyum. Cehennem
burada alevli bir ateş, Ebuleheb ona yaslanıyor. Odun
taşıyıp Hz. Muham-med'e eziyet için onun yolu üzerine
79
atan karısı da. Odun alevi meydana getirir. Bu kadın,
bir iple demet demet odun bağlıyor. Onun için alevli
cehennemde liften dokunmuş bir ip boynuna geçiyor,
onu boğuyor. Ta ki gördüğü ceza, dünyada yaptığı
ameline denk olsun. Suret muhtevaya uysun: Odı ateş,
alev, Ebuleheb'in cehenneme yaslanması ve odun
karısının da!
Uyumun diğer bir çeşidi de kelimelerin
nağmesindedir. Odun yüklerinin bağlanmasından ve
boynun lifle çekilmesinden çıkan ses de kelimelerin
nağmesine katılmakta, ayrı bir ahenk vermektedir.
Şimdi:
okuyunuz, odun demeti bağlamaya benzer kaba,
sert bir sesin Çiktığ.'nı duyacaksınız. Keza sureden de,
boynun iple bağlanıp çekilmesine, boğulma havasına
benzer bir ses ve genel bir teh-did duyacaksınız.
Konuyu anlatan kelimelere dağılmış musiki,
anlattığı konuyu tam manasiyle canlandırmakta,
konunun ifadesi için seçilmiş olan kelimelerdeki lâfzî
cinas ve mürâât-i nazır, tema ve sebeb-i nüzul ile tanı
bir ahenk teşkil etmektedir. Bütün bunlar, Kur'an'm en
küçük surelerinden olan bir surede beş fıkra içinde
80
tamamlanmaktadır. İnsan manalarını araştırdığı
zaman bu surenin zahirinde pek o kadar güzellik
görmez gibi gelir traa vicdana yaptığı etkiye, tabloya,
saldığı gölgeye, ika' ve âhenge bakıldığı zaman
derhal o harika güzellik bütün çıplaklığı ile ortaya
çıkıyor, pek kısa sözlerde toplanan o tablolar, işaretler
ve gösteriyor, i&ı
Tekvir Suresi özı
Güneş dürülüp ışığı kalmadığı zaman yıldızlar
düşüp söndüğü zaman dağlar yürütüldüğü zaman,
doğurmam yaklaşmış develer başı boş bırakılmış
zaman vahşi hayvanlar bir araya toplandığı zaman
denizler kaynaştırdığı zaman nefisler çifleştirildiği
(bedenlerle ruhlar «f Sömülmü, faza sorulduğa za
nahfcu, oturu öldürüldü diye, sahifeler açddiğ, zaman,
gök yerinden oynatıldığı zaman, cehennem
alevlendirildiği Kunan insan ne getirdiğini görür.»
Burada her şey, herkes için tam bir inkılâp sahnesi
var. Her varlığı kuşatan bir ihtilâl var. Bu inkılâp ve
ihtilâle yer ve gök cisimleri, vahşî hayvanlar, ehlî
hayvanlar, insanîar ve işlerin durumları iştirak ediyor.
81
Burada her gizli açılıyor, her bilinmiyen anlaşılıyor.
Bu acaip, garip günde her şey hesap vermeğe, hayır
veya şer ameline göre karşılık görmeğe hazırlanıyor.
Sahne, sarsıcı bir hareket, bir çalkantı ite başlıyor. Sanki
yakıp yıkan haydutlar bağlarından çözülmüş de her
şeyi altı üstüne çevirmeğe, saçıp dağıtmağa
başlamışlar. Manzara, sakini heyecanlandırıyor,
güvenliyi korkutuyor. Sahneye eşlik eden musiki de
çabuk, hareketli, soluk tıkayan bir ikaa sahiptir. Bu
süratli ikaiyie sahneye iştirak edip onu hayale
resmetmektedir.
Devamlı ışıklarını gönderen güneşin de ziyası
tutulmuş, ışınları toplanıp katlanmış. Ne ziyası kalmış, ne
şuaı. Yüksekte duran o parlak yıldızların bağı çözülmüş,
sönmüş dağılmış kararmışlar. Sabit olan o kocaman
dağlar, incelmiş, küçülmüş, yürütülmüş. Bağlı develer
salınmış, başı boş bırakılmış. Yabancı hayvanları korku
sarmış. Hepsi korkudan bir araya toplanmışlar.
Korkudan vadilerde bir yere toplanmaları gibi. Büyük
okyanusların suları toplanmış, mecraları dolmuş.
Cesetlerinden ayrılan ruhlar tekrar onlarla birleşmiş.
Suçsuz olarak, muhakeme edilmeden büyük bir
82
vahşilikle diri diri toprağa gömülen kız çocukları, neden
dolayı öldürüldükleri sorulsun ve bunun muhakemesi,
münakaşası yapılsın diye diriltmişler. Yok yere bu
günahsızı öldüren adam, şimdi sormadan, muhakeme
etmeden öldürdüğü bu günahsızın hesabını versin.
Katlanan amel defterleri açılmış. Her şey açık, oku¬
nuyor. Arz üzerinde bir perde, bir örtü olan gök
parçalanmış ne Örtü kalmış, ne de gizlilik. Cehennem
yakılmış, ateşle kükreyip duruyor. Cennet de
hazırlanmış, döşenmiş vadedilen kimselere
yaklaştırılmış. Öyle bir gün ki her şey değişmiş ve her
Şey yoğun bir hazırlık içinde.
Akıl ermez tuhaf şeyler cereyan eden bu acaip
günde, evet işte bu günde her nefis, getirdiği amelini
görür. Orada hiçbir şey gizli, kapaklı kalmaz, her şey
apaçıktır.
İnkılâp, bu surenin arzettiğl sahnenin esas
damgasıdır. Bu inkılâp, vaziyetlere ve eşyaya şamil bir
inkılâptır. Korkutucu bir inkılâptır bu. İnsan ruhu,
tabiatiyle alışılmış şeylerden hoşlanır, güven ve huzur
duyar, inkılâplardan -korkar. Ya bu inkılâp karşısında?!
83
Sahnenin böyle korkunç bir şekilde gösterilişi,
korkuyu artırmak, isyandan önce bir bir düşündürmek
gayesini güder.
Bunun için bu sahneden hemen sonra Kur'anm ve
dinin Allah'tan geldiği, bunları Allah'ın meleklerinden
emin bir elçinin, Allah'ın peygamberine .getirdiği
hususunda tabiat olaylarına yemin etmeye lüzum
görmüyor. Çünkü bunları kabul etmek için yemine
lüzum yoktur, o kadar açık ve seçik şeylerdir. Bunlarda
asla şek ve şüphe yoktur, inkâr eden insanın:
Bazan kaybolup gözülaniyen gezegenlere,
gündüz sinip gece meydana çıkan yıldızlara, iyice
kararan geceye, nefes alan sabaha yemin etmiyorum
ki o, Arş sahibi yanında değerli, güçlü bir elçinin
sözüdür.»
Burada kendisine yemin edilen şey, biraz Önce
gösterilen şeyler cinsindendir. Tasvirî uyum açıktır.
Yeminle ispatlan-' mak istenen, İslâm davetinin
gerçekliğidir. Bu ifade ile İslâm davetinin yeminle
ispatlanmağa ihtiyaç gösternıiyecek kadar gerçek ve
açık olduğunu anlatmak istiyor. Ve bunu ruhun iz'an
ve tasdiki için en müsait psikolojik şartlar içinde
84
söylüyor, öyle ki artık kasem ve tekide ihtiyaç kalmıyor.
1381
A'la Suresi 021
«Hatırlat, eğer hatırlatmak , fayda verirse, korkan
öğüt alır. Büyük ateşe yaslanacak olan azgın kişide
öğütten kaçar. Sonra orada ne Ölür, ne de yaşar.»
Bu sahnede bundan önce geçmiyen yeni bir
azap çeşidi var. Bu da ne öldüren, ne de yaşamağa
müsaade eden usandırıcı bir azap. Bir taraftan maddî
bir azaptır, diğer taraftan da manevî bir azap gölgesi
salar. Görünen maddî şekli: îşte o büyük azap ve o
azap içindeki ne ölen, ne de hayat tadan insanlar
Saldığı manevî azap gölgesi de: Bunların yaşadığı psi¬
kolojik haldir: İnsan ne ölüyor ki kurtulsun, ne do doğru
dürüst yaşıyor ki hayattan faydalansın. Süresiz böyle
askıda kalıyor.
Böyle bir azabı tavsif etmek için uzun satırlar
yazılabilir Ama ne kadar yazılsa şu üç kelimenin ifade
ettiği mananın derecesine varılamaz: «Orada ne Ölür,
ne de yaşar.» însanlar kendilerini ya ölü veya diri
görmeğe alışıktırlar. Buradaki hal ise yepyeni bir
tablodur. Bu tabloda ne ölüm var, ne hayat. Bu
85
azabın korkusu yavaş yavaş, fakat tesirli bir şekilde
insan ruhuna işler, orada derin hayret ve iadırap
uyandırır. Ne gerçekte, ne de hayalde sonu olmayan
bu halden ruh Ürperir.
Hatırlat, hatırlatma fayda verirse (fayda verse de
vermese de).» Bu hali, bu azap şeklini hatırlat. Öğüt
alan kalbler de bulacaksın, öğütten kaçan kalbler de.
Bu kalbîere şekavet yazılmıştır. Orada ne ölürler, ne de
yaşarlar. i4Qi
Fecr Suresi mu
Ama yer çarpılıp paralandığı zaman, melekler saf
saf dizilmiş iken Rabbm da gelmiştir, cehennem de o
gün getirilmiştir, îşte o zaman insan anlar, öğüt alır
ama artık anlamanın faydası ne? (O zaman insan; der
ki: Ah keski ben bu hayatım için (iyi amel yapıp)
gönderseydimî Artık o gün Onnn ızabı gibi kimse
azabedemez. Ve O'nun vurduğu bağı kimse tnramaz
«Ey itmi'nana eren nefs. (Rabbım) razı edici ve
(Kabbtn tarafımdan) razı edilmiş olarak Rabbma dön,
kul hırım arasına katıl ve cennetime gir!»
Bu sahne, büyük korku gününde kâfirlerle
mü'minlerin hallerini karşılaştıran nefis örneklerden
biridir. Şu cümlelerin Çizdiği korku ortamında iki
zümrenin hali nasıl belli olur: «Yer çarpılıp paralandığı
zaman, melekler saf saf dizilmiş iken Rabbın da
gelmiştir, cehennem de getirilmiştin) Bu askerî anlatımı
tasvir eden bu fıkralara cehennemde o kuvvetli, şedîd
lâfız yapısından taşan o sert musiki, o kaba nağme de
iştirak etmektedir. Bir gün ki o gün hiç kimse Allah'ın
azabı gibi asabedemiyor ve kimse Onun vurduğu
bukağı gibi bukağı vuramıyor. Burada vesâk ve
bundaki şiddet, yerin çarpılması ve meleklerin
dizilmesiyle ahenk teşkil ediyor (dekk ve saff). însan o
gün pişman oluyor ama artık zamanı geçmiştir piş¬
manlığın. Hatırlıyor, Öğüt alıyor ama faydası yok. Diyor
ki: Ah keski bu hayatım için iyi ameller gönderseydim.
Bu dehşetli korku ortamında iman edene
dönüyor: «Ey mutmain olan nefis, razı edici ve razı
edilmiş olarak Bab-braa dön, kullarım araşma katıl ve
cennetime gir.»
Şefkat ve okşama: ruhaniyet ve ikram içinde:
Ey nefis» ve o korku ortamında bu iefse güven,
teminst: :Emin olan, güvene eren, huzura kavuşan».
87
Başkaları bukağılara, bağlara vurulurken buna
büyük bir gönül rahatlığı veriyor:
Rabbına dön». Seninle Rabbm arasındaki
bağlantı ve izafetten dolayı Rabbına dön.:Razı ve
merzî olarak.» Bütün havayı rıza ve şefkatle dolduran
bu insicamla söylüyor :Kullanm araşma katıl» onlarla
kaynaş.
Cennetime gir.» Benim cennetim. Sahneyi
çevreleyen musiki, dalgalı, yumuşak bir musikidir. O
şiddetli, sert askerî musikinin karşısında bu yumuşak
tatlı, okşama musikisi.
Burada karşılaştırma iki hal ve iki musiki
arasındadır, ika', Kur'an'da daima tasvir
araçlanndandır. Bu musiki, sahnenin havasiyle
uyuşarak onu ruha geçirir. 142i
Adîyat Suresi 142 i
Andolsun göğüsleri gup gup vurup koşanlara, o
ürnakîariyle yerden ateş çıkaranlara, sabahleyin
yağma eden, ayaklariyle toz koparanlara, böylece bîr
topluluğun ortasuıa dalanlara ki muhakkak insan
Rabbuıa karşı çok nankördür. Tabii O, bonu hakklyle
görüyor. Doğrusu insan malı çok sever, Kabîrlerû? eşiîıp
içinde bulunanların çıkarılacağı ve göğüslerde
olanların devşirileceği bir zamanın geleceğini bilmez
mi o Gerçekten o güa Kabları onların halini tamamen
bilir.»
Bu sahnede bir tabl'o ve tablo birliği var.
Kabirlerin eşilip içindekilerin dışarı çıkarıldığı, hiçbir
tahsis ve tahdid olmadan her kabrin böyle açılacağa
bütün göğüslerdeki gizliliklerin tamamen meydana
döküleceği günün tablosu. Göğüslerdekinin çıkmasını
devşirmek diye ifade ediyor. Yani mahsul devşirmek
ile. Sanki göğüslierde gizlenenler ve dünyada işlenen
ameller bir ekindir göğüslere ekilmiş. Bunlar kabirler
açılınca devşiriliyor.
Musiki ve nağme, kabirlerin eşilip alt üst edilmesini
çalkantı manzarası ve havasını kulağımıza yansıtıyor.
Eşilmiş kabirlerin ve içindeki kuvvetler dışarıya
dökülmüş göğüslerin meydana getirdiği gürültülü
havayı aksettiriyor bu musiki. Gup gup sesler çıkararak
koşan, tırnaklariyle kıvılcımlar çakan, sabahleyin
herkesten habersiz yağma eden, toz kaldıran, şiddetle
topluluğun içine dalan atların meydana getirdiği man¬
zaranın musikisi, de bu kıyamet havasına pek
89
uymaktadır. îş-te kıyamet havasını andıran bu şeylere
yemin ederek insanın Rabbina karşı nankör olduğunu,
O'nun keremini inkâr ettiğini, çok cimri olduğunu,
haddi zatında menfur olan dünya malı sevgisini
göğsüne topladığını, kabirlerin eşilip göğüslerde-kinin
dışarıya çıkarılacağı bugünü düşünmediğini söylüyor.
Musiki, tablonun havasına son derece uygundur.
Bütün sahneler tozlu, dumanlı, anı, şiddetli,
patlamalıdır. Sahnelere eşlik eden musiki de aynen
Öyledir. Sahne ile nağme arasında tam bir ahenk
vardır. 144i
Abese Suresi ms
O muazzam gürültü geldiği zaman: İşte o güm kişi,
kardeşinden, annesinden, babasından, eşinden ve
oğullarından kaçar. O gün on'ardan her kişinin
(başkasiyle ilgilenmekten) alıkoyan bir İZİ vardır. Yüzler
var ki o gün parıl, parıl, güleç, sevinçli; yüzler de var ki
tozlanmış, karanlık bürümüş. îşte onlar kâfirler ve
tacirlerdir.»
as-Sâhha Öyle bir kelime ki sert, tesirli, insanın
kulağını tırmahyan.bir sesi var. Ağızdan çıkınca havayı
yara yara şiddetli bir gürültü ile kulağa geliyor. Bu
90
rahatsız edici melodi ile şu sahneye zemin hazırlanıyor:
Kişinin, kendisine bağlanan her insandan kaçıp
sıyrıldığı sahne: «Kardeşinden, annesinden,
babasından, eşinden ve oğullarında kaçtığı sahne.»
Bunlar ki ona çözülemiyen bağlarla bağlıdırlar. Fakat
bu gürültü bütün rabıtaları parçalayıp atıyor.
Sahnedeki korku tamamen ruhîdir. Ruhu
korkutuyor ve onu muhitinden ayırıp kendi başına
bırakıyor: Herkes kendini, kendi işini düşünüyor.
Herkesin öyle bir işi var ki artık onda başka bir şeye
sarfedecek ne bir düşünce ne de cehd birakıyor. Her
birinin, kendini alıkoyan bir işi vardır.»
Satır arasında, satırların alacağından çok fazl a
manâlar var. Kelimelerin çevresinde halelenen gölge
derin ve engindir, însan ruhunun ve duyuşun meşgul
bulunma halini şu ifadeden daha veciz ve daha
şümullü hangi ifade tasvir edebilir: «Onlardan her
birinin kendini alıkoyan (basından aşkın) bir işi vardır.»
İnsanı kardeşiyle, annesiyle, babasiyle, eşiyle ve
oğullarıyla ilgilenmekten alıkoyan bu korkunç günde
bu tablonun karşısına başka bir tablo koyuyor ki iki
zümrenin halini karşılaştıralım. Bu defa tabloda ak, parıl
91
parıl, güleç sevinçli yüzler görüyoruz. Bunlar, hayırlılar,
iyilerdir. Bunun yanında da toz duman içinde kalmış,
keder ve üzüntü sarmış asık, ekşi-mis suratlar var. Bunlar
da kâfirler ve tacirlerdir.
Buruc Suresi ı^zı
Onlar kî mümin erkek ve kadınları fitneledi
(dinlerinden çevirdiler, sonra tevbe de etmediler, onlar
için cehennem azabı vardır. Yakıcı ateş de onlaradır.
Onlar ki inandılar, iyi ameller işlediler; onlar için de
altlarımdan ırmaklar akan cennetler vardır. Bu, büyük
bir liurtuloştor.»
Bu âyetler Ashabu'l-Uhdûd kıssasını takiben
gelmiştir. .Ashabu'l-Uhdûd, Necran'dan bir cemaat idi.
Hıristiyan olmuşlardı. Himyer'li Yahudi Zünuvas bunlara
işkence etti, hendekler açtı, içinde ateş yaktı, bu
Hıristiyanlar! o ateş dolu hendeklere attı. Herkesin gözü
Önünde, bunların sonlarını görsünler diye topladığı
insanların gözü önünde o ateşe attı bunları. Fakat
onlar yanıyor, yine de dinlerinden] dönmüyorlardı, îşte
tu hali anlatan Buruc Suresi de Uhdud olayını gören
cemaatin teşkil ettiği sahneye uysun diye kıyamet
92
günündeki büyük topluluk sahnesine yemin ile başlıyor
Burçları olan göğe andolsım, vade dilen güne
andolsun. Görene, görülene andolsun.»
Va'dedilen günün korkusunu ve o günde şahid
olan ve müşahede edilen toplulukları çok göstermek
için şahid ve meşhut (gören ve görülen) nekre (belirsiz)
olarak getirilmiştir. Burçları olan gök de manzarayı bir
kat daha korkunç yapıyor. Ve o günü büyütüyor.
Semanın korkunçluğu, o günün korkunçluğuyla;
kocamanlığı, o günün kocamanlığıyla ahenk temin
ediyor.
Bu burçlu semaya, vadedilen .güne ve onda
bulunan şahid ve meşhuda yapılan bu yemin, Uhdüd
Ashabını muhakkak öldürmek için çağırdıklarını,
nihayet mü'minleri öldürdükleri gibi onları da
öldürdüklerini göstermek için geliyor: «İçi ateş dolu
hendek sahipleri öldürüldü.»
Birinci sahne, hendeklerde ateş sahnesi
olduğundan bununla ahenk temin etmek için
cehennem azabının da içinde ateş olması gerekir,
93
Onlar için cehennem azabı vardır ve onlar için
yangın azabı vardır.» Tablolardaki bu ahenk, Kur'an'ın
tasvir ettiği bütün sahnelerde vardır. Hattâ ateşin
karşısında altından ırmaklar akan cennetler de ayrı bir
ahenk çeşididir. Ateşle ırmakla, birbirinin zıddkhrlar.
Ashabu'l-Uhdud, dünyada iman güçleriyle
kurtulmuşlardır. Bunlara uygun olarak mü'minlerin
cennete girmesi de «Büyük kurtuluş» diye tavsif
edilmiştir. 148i
Karia Suresi M2i
Karia! Nedir o Karia? Karîa'mn ne olduğunu sana
ne bildirdi? O gün insanlar, ateş etrafında çırpınıp
dökülen pervane gibi olur. Dağlar atılmış renkli yüne
döner. O gün tartıları ağır gelen hoş bir yaşantı
içerisindedir. Tartılan hafif gelenüı-se anası Hâviye'dir.
Sana ne bildirdi. O nedir? Kızgın bir ateştir.»
Karia, kıyamettir. Bu isim, aniden, habersizden
gürültü ile inecek şamar sesini canlandırıyor. Burada
gösterilen sahne, maddî bir korku sahnesidir. Öyle
muazzam bir korku ki insanlar bu kadar çok olmalarına
rağmen onun gölgesinde pek cılız kalıyorlar. Uçuşan
ve ışığa vurup düşen pervaneler kadar hafif, sabit
94
dağlar da rüzgârın kaldırıp savurduğu atılmış renkli yün
gibi görünüyor. İşte bu manzarayı tasavvur ederken,
kıyametin karia kelimesiyle ifade edilmesi mükemmel
bir uyum teşkil etmektedir. Kelimenin attığı gölge,
harflerin çıkardığı ses; insanların uçuşup düşen
pervane ve dağların atılmış yün gibi göründüğü bu
korkunç manzara ile uyuşsun diye Karia kelimesi
seçilmiştir. (Karia, şiddetle gürültü çıkaran demektir.)
Önce birden bire habersizden kelime ortaya
atılıyor, gölgesi ve nağmesi etrafa yayılıyor: peşinden
korkuyu arttırmak için bir soru: Karia nedir?» Ve onun
peşinden daha kapalı bir soru ile korkuyu daha da
artırıyor: Karia'iun ne olduğunu sana
ne bildirdi?» însan bilmezlik ve korkunun son
derecesine varınca bu defa cevap veriyor, açıklıyor
ama cevap daha da dehşet, daha korkunç:
O gün insanlar, uçuşup düşen pervane gibi olur.»
Kur'an tasvirinde emsali pek çok olan «tecsîm»
metoduna uyarak manevî olan amelleri tartmak için
pervane gibi uçuşup düşen insanların göreceği maddî
mizan konuyor:
95
Ama tartıları ağır gelen, hoş bir yaşantı içindedir.»
Yeterli bir yaşayış, «Tartıları hafif gelen ise, onun anası
Haviye'dir.»
Burada tafsilâta, giriyor. Umumiyetle Kur'an'da
azap şekilleri, nimet şekillerinden daha çok ayrıntılı
olarak anlatılır. Çünkü azabı anlatırken uzatmak, hisse
daha iyi tesir eder, ruhta daha çok korku uyandırır.
«Ummuhu; annesi», yani onun gideceği yer demektir.
Gideceği yer haviye'dir yani aşağıya akan çukurdur.
Zannedersem bu kelimenin burada zikredilmesi özel bir
nükteden dolayıdır. Kelimenin zahirinden gelen
tevehhümün doğurduğu nükte. Mzanların hafifliği ve
kefesinin yüksekliğiyle gidilecek yerin çukurluğu
arasındaki farkı düşündürerek bir ahenk meydana
getirmektedir. Burada bu iki şey arasındaki yükseklik ile
alçaklık karşılaştırıîmıştır.
Anası haviyedir (çukurdur)» tabiri, daha önce
geçmemiş kapalı bir ifade olduğundan -bilinmeyen o
gidilecek yerin korkunçluğunu artırmak için kapalı
ifadenin! kul | lanılması gereklidir- peşinden bunu
daha bilinmez yapacak bi soru soruyor: «Onan ne
olduğunu sana ne bildirdi?:
96
Bu uzun azap anlatımı, hem sanat gayesine, hem
de gayeye uyar. Burada ifadeyi uzatmak yoluyla
sahnenin arzı uzatılmaktadır. Sahne arzını uzatma
usullerinden biri de ifade | yi uzatmaktır. Sahnenin
muhayyile önünde kalışı, hisse dahaj çok tesir eder,
ruha daha fazla korku salar. Bu suretle hem fennî, hem
dinî gaye yerine getirilmiş olur. İşte bu, Kur'an tasvirinin
daimî bir özelliğidir. Jsoı
Kıyame Suresi ısu
1- Ne .aman gök şimşek çakar, ay tutulur, güneş
ve ay bir araya tm.lahl.r, işte o gün inSan kaçacak yer
hayır sığınacak bir yer yoktur. O gün ancak Büfemel
hudi durursun. O gün, tasana önce ve sonra ne
yapnuş (âhirete) göndermişse hepsi haber verilir.
Doğrusu insan artık kendi yaptıklarını görür; Özürlerini
sayıp dökse de (bir fayda vermez.»
2 - «Hayır, aksine siz çabuk olan (dünya) yi seviyor,
ahireti bırakıyorsunuz. O giın nice yüzler ışıldar, parlar,
Babbına bakar. Nice yüzler de o gün ekşir, posar.
Anlar ki kendisine fakire yapılacaktır (belinin kırılacağını
anlar).»
97
3 - «Hayır, hayır, can köprücük kemiklerine
dayandığı zaman «Bir afsun yapan yok mu?» denir. Ve
artık ayrılık vaktinin geldiğini anlar ve bacak bacağa
dolaşır. İşte o gün sevkıyat Rabbınadır. Ne tasdik etti,
ne »namaz kıldı, fakat yalanladı ve yüz çevirdi, sonra
da gerine gerine ailesine gitti...»
Birinci sahne, kıyamet korkusunu tasvir ediyor. Bu
sah] neye insan duyuları, tabiat varlıkları ve beşerî
nefa iştirak etmiştir: Göz şimşek çakıyor, ay tutuluyor,
güneş ve ay ayrı ikei birbirinin yanma geliyor, Tekvir
suresinde geçtiği gibi kâinatıi düzeni bozuluyor. Bu
korku ve dehşet Otammda. ürken insai soruyor:
Kaçacak yer neresi? Ne sığınacak "bir yer, ne durala^
cak bir mekân. Varılacak, durulacak yer yalnız Allah'ın
huzurunda. Orada «İnsana önce yapıp gönderdikleri
haber verilir.) ve orada özürler kabul edilmez. İnsan
kendi kendiri görür.
Burada her şey çabuk ve kısa geçiyor: Fıkralar,
fasılalar,! ika', «ahneler, hep yıldırım'gibi süratli. Hesap
igi de işte şöyle:! «İnsana önce ve sonra yaptıkları
haber verilir.» Bu sürat ve bu Özetle. Bütün olaylar
arasında kısalık ve süratle ahenk sağlanmıştır. Mahsus
98
böyle yapılmıştır. Zira kıyameti inkâr edene, onun
gelmesini çok uzak görene: günü nerede?»
Diye alaylı sorana cevap veriliyor. Kıyametin
gelmesinde bir gecikme olmadığını, muhakkak
geleceğini belirtmek için cevap mahsus böyle yıldırım
süratiyle veriliyor. Kelimelerin ikamda da aynı sürat
var:»
«Çaktı, tutuldu, kaçacak yer neresi, hayır
sığınacak yer yoktur.» ilh...
ikinci sahne, birincisini tamamlamaktadır. Resule
vahiy nazil olurken onun tekrarlamakta acele ile
lisanını depretme-mesini emrediyor, unutma korkusu
olmadığını söylüyor:
Acele ederek onu tekrarlamak için lisanını
depretme. Onu (senin kalbinde) toplamak ve sana
okutmak bize düşer...»
Öyle anlaşılıyor ki bu, geçen âyetlerle ilgili bir
olaydır. Sonra bunlar, kıyameti sanki gelmiyecekmiş
gibi bir tarzda soranlara cevaptır.
Hayır, siz peşini seviyor, âhireti bırakıyorsunuz. Nice
yüzler var ki o gün ışıl ısıldır...»
99
Burada dikkati çeken bir husus da suretlerin histe
uyandırdığı çağrışımdır. Birinci sahne sür'atli, yıldırım
gibi geçmişti. Ondan sonra şu .emir geliyor: «Acele
ederek lisanını depretme». Daha sonra da dünyaya
«âcile» yani aceleci ismi veriliyor. Bu da histe ince bir
ahenk bırakıyor. Acele ve sürl at kelimeleri, acele ve
sürat musikisi, acele ve sürat sahneleri hep tirden
harika bir uyum meydana getiriyor. Dinleyicinin ve
okuyucunun hissinde bu birbiri peşi sıra gelen âyetlerin
uyandırdığı âhenkler birleşiyor.
Biraz da ikinci sahneye göz atalım. O da birincisini
tamamlar durumdadır. Burada nimet ve azap
tablolarını, ruhî ve şuurî gölgeler gibi görüyoruz. Bu
psikolojik haller, insan yüzlerinde, yüz çizgilerinde
kendini gösteriyor. «O gün nice yüzler var ki ışıl ısıldır,
Rabbma bakar.» Bu, nimet ehlinin yüzleridir. «Nice
yüzler de var ki o gün asık, o bel kıran felâketin yapıldı¬
ğını anlar.» Bunlar yalnız asık değil, aynı zamanda bel
kemiklerini kıran o belânın ineceği endişesiyle
korkudan titriyorlar, iç geçiriyorlar. Korku ile titremek
azaptan da beterdir.
ıoo
Üçüncü sahne can çekişme sahnesidir. Bu sahneyi
burada ba's sahnesiyle bitişik takdim ediyor.
Aralarında hiçbir fasıla yok gibi.
Sahnenin tasvirinde özel bir uyum kullanmıştır Bu
da şudur: Gelecek olan can çekişme sahnesini
şimdHmiş gibi arz etmiştir, sonra da dünyayı geçmiş,
mazi olmuş bir hayat gibi göstermiştir. Böyle yapmıştır ki
korkudan, yahut hastalık ve ızdıraptan bacağı
bacağına dolaşan, canı köprücük kemiklerine
dayanan, yanında bulunanlar tarafından «Buna bii
afsun yapıp bu halden kurtaracak kimse yok mu» diye
sorulan insan, bu hafini göz, önüne getirsin, bir de
sapasağlam bulunduğu isamanki yalanlayıp yüz
çevirmesini kendini beğenmekten, kibirden gerine
gerine ailesinin, taraftarlarının yanma gitmesini düşün¬
sün ve bu iki sahne arasında karşılaştırma yapsın.
Bunları gözü örsünden geçirirken kendisini âhirette
görüyor ve artık değil ypşamak, dünyayı düşünmeğe
bile vakti kalmıyor: «Zira o gün sevkıyat, Rabbmadır.»
Önce âhireti, sonra dünyayı anlaması bu güzelliği
temin etmiştir.
ıoı
Sahnelerin süratle şevki, dinî bakımdan histe derin
bir et ki bıraktığı gibi sanat bakımından da gözü,
duyulan ihya ede; bir tesir yapar. İşte hem dinî, hem
fennî gaye Kur'an tasvirin de böyle birleşir. 1^1
102
2.BÖLÜM
Hümeze Suresi lu
Mal toplayarak onu tekrar tekrar sayan, diliyle
çekiştirip yüzünden de alay eden kimsenin vay haline.
Malın kendisini ebedî kılacağını zanneder. Kayır, o, an
dolsun ki Hutame'ye atılacaktır. Hutame'nin ne
olduğunu sana ne bildirdi? Tutuşturulmuş ateştir. Bir
ateş ki yüreklere iğler. Onlar uzun sütunlar
arasında her yönden o ateşle kapatılmışlardır.»
Maddî ve ruhî bir azap tablosu, hissî ve manevî bir
ateş resmi. Burada suç ile ceza usulü ve ikap havası
arasında tekabül vardır. Kaşla gözle insanları hakir
görüp dille de ayıplayan, alay eden, kendisini ebedî
kılacak zanniyle mal toplayıp yığanın manzarası. Bu
kibirci, alaycı, kendini beğenmiş insanı canlandıran
tablo karşısında; bu kimsenin Hutame (kırıp geçiren
ateş) içerisine kapatılıp kendi basma bırakılması halini
canlandıran tablo var. Bir Hutame ki içine atılan
azamet ve gururunu kırıp geçiriyor. Bu Hutame bir
ateştir. Kalbe vuruyor; kaşla gözle çekiştirmenin, dille
103
alay etmenin kaynağı olan kalbe vuruyor. Bu ateşe
atılıp terk ediîme halinin tamamlayıcısı olarak ateg
üzerine kapı kitleniyor ve sürgüleniyor. Arkasından öyle
tomruklarla kapı sıkı sıkıya kapatılıyor ki artık o kimseyi
buradan ne kimse kurtarabilir, ne de biri gelip görebilir.
Hayvanlar nasıl hiç saygı gösterilmeden ahıra
konulur, bağlanır, kapı üzerlerine kilitlenirse bu da öyle
Hutameye konulmuş, direklere bağlanmış, üzerinden
de kapı kilitlenmiş sürgülenmiştir.
Kelimelerin musikisinde de şiddet var::
ibareler de muhtelif şekillerde tekid edilmiştir:
: Elbette Hntaraeye atılacaktır. Hutamenin ne
olduğunu sana ne bildirdi? Allah'ın tutuşturulmuş ateşi
id kalblere işler. O, onlar üzerine bastırılıp
kilitlenecektir.» ifadede tehdid var: «Bütün kasiyle
gözüyle pekiştirenlere veyl... Hayır elbette o
atılacaktır... Allah'ın tutuşturulmuş ateşi... Bir ateş ki
kalblere vurur.»
Bütün bunlarda malı kendisini ebedî kılacak
zannedip ka-şiyle gözüyle çekiştirme, alay etme gibi
âdî işlere uygun düşen bir tasvir ahengi mevcuttur!i2i
104
Mürselam Suresi
«Andolsun örfen gönderilenlere, derken büküp
devirenlere, yaydıkça yayanlara derken seçip
ayıranlara, özür için veya uyarmak için öğüt
bırakanlara ki size va' delen muhakkak olacaktır.»
«Yıldızlar silindiği zaman, gök yanldiğı zaman,
dağlar dağılıp savrulduğu zaman, peygamberler
(şahitlik etme) vakitlerine erdirildiği zaman, insanlannj
hesabı hangi gün? bırakılın ti? (İyinin kötüden
ayrılacağı) fasıl gününe. Fasıl gününün ne olduğunu
sana ne bildirdi? O gün yalanhyanlann vay haline!
«Biz evvelkileri helak edip peşlerinden de
sonrakileri onlara katmadık mı? Biz mücrimlere böyle
yaparız. O gün yalan) hyanlann vay haline!»
«Sizi âdi bir sudan yaratıp belirli bir zamana kadar
gayet sağlam bir yere koymadık mı? Buna gücümüz
yetti, ne güzel güç vetireniz? O gün yalanlayanların
vay haline!»
«Biz yeryüzünü, dirfleri ve ölüleri içine alan'bir
topfamta kabı yapmadık mı? O gün yalanhyanlann
vay haline?»
105
«Haydi yalanladığınız şeye gidin. Gölge yapmıyan
ve alevden de korumıyan Üç dallı bir gölgeye gidin. O
gölge kaim ağaçlar gibi kıvılcımlar saçar. Sanki (o
kıvılcımlar,) san, kaim bir iptir. O gün yalanlıyanlann
vay haline!»
«Bu, konuşmıyacakları, özür dilemeleri için
kendilerine izin verilmîyeceği gündür. O gün
yalanlıyanlanjı vay haline!»
«Bu fasıl günüdür. Sizi ve öncekileri bir araya
topladık. Eğer bu halden kurtulmak için bir hileniz
varsa yapın. O gün yalanbyanlann vay haline!»
«Şüphesiz korunanlar gölgeler içinde, çeşmeler
başında, iştahlarının çektiği meyvalar yanındadırlar.»
«Amellerinize karşılık afiyetle yeyin, İçin. Biz iyilik
edenlere böylesine karşılık veririz.». O gün;
yalanhyanların vay haline!
«Yeyin ve biraz yaşayın. Siz suçlularsınız. O gün
yalank yanlan vay haline! Onlara «rükû edin» denilse
rükû etmezler. O ftün yalanlıyanlarm vay haline! Buna
da inanmadıktan sonra artık hangi söze inanacaklar?»
Bu sure ve ileride gelecek Rahman ve Kamer
sureleri ap ayrı bir uyuma sahiptir. Bu surede şimdiki
106
âlem ile âhiret âlemi arasında tam bir izdivaç vardır.
Dünya suretleri ile âhiret suretleri çift olarak
gösterilmiştir. Kıyamet gününü yalanlı-yan kimseye delil
olmak için böyle yapılmıştır. Dünya, insanın gözü
önünde her şeyi ile vadedilen o günü göstermektedir.
Yaratıcının kudretime ve nimetine nice deliller var dün¬
yada. Ama adam yine de inkâr ediyor ve yalanlıyor.
Bu düzende âhiret tabloları, hisse ve ruha tesir yapmak
için vicdanî bir delil olarak gelir. Dünya tabloları da
âhiretin varlığına vicdanî bir delil olarak gösterilir.
Resimler arasında öyle bir izdivaç var ki dünyaya ve
âhirete ait resimleri birbirinden ayırmak mümkün değil.
Çünkü bunlar ve onlar tek bir gaye için aynı sahnede
gösterilirler. O gaye, vicdanı etkilemektir.
Sure yeminle başlıyor: «Örten (bilinmek veya
bildirmek için) gönderilenlere derken büküp
devirenlere, yaydıkça yayanlara, derken seçip
ayıranlara, öğüt bırakanlara... andolsun.» Sayılan
şeylerin mahiyetleri söylenmiyor, sadece vasıflan
zikrediliyor. Bunlar genel şeylerdir. Bildirmek için gönde¬
rilenler umumidir. Büküp devirenler umumidir. Eserlerini
yayanlar, vazfları ve eşyayı fark ve temyiz edenler.
107
özür dileme için ve uyarma için öğüt bırakanlar... Peki
nedir bu «gönderilenler» Burada korku hissini uyarmak
için kapalılık icabeder. Tefsir kitaplarında bunların
meleklerden bîr grup, ya da Kur'an âyetleri, yahut da
beşer ruhları olduğu söylenir.
Benim kanaatime göre mahsus bu böyle kapalı
bırakılmıştır, eseri söylenmiş esası gizlenmiştir ruhtaki
etkisi fazla olsun diye. Zira vasfı bilinip aslı bilinmiyen bir
şeyi his büyülenmiş gibi öğrenmeğe çalışır, onun
ardına düşer, merak eder. Bunların yaptığı işlerin bilinip
kendilerinin bilinimemesi, vadedilen güne sahip olan
kuvvetin bilinmezliğini gösterir.
Bunlara yemin etti ki:... «Size vadedilen muhakkak
olaca. tır». Böylece saJhneye girdikten sonra arza
başlıyor. Bakıyo* sunuz ki birden tabiat sahneleri
değişmekte, gök cisimleri çal kanmaktadır: Yıldızlar
silinmiş, ışıklan sönmüş, gök yarıl mış, çatlaklar açılmış.
Dağlar elenmiş, ne yükseklik kalmış, ne] alçaklık.
Peygamberlerin, hesap gününde ümmetlerine
şehadei | etme zamanı gelmiş çatmış. İşte bu hüküm,
günü şehadet zamanıdır. Bugün cidden korkunç bir
gün ve «yalanlıyanlann vaj haline bugün!»
108
Kıyamet sahnelerinden birinci sahne bittikten ve o
sahne yi, yalanlıyanlann felâkete uğnyacaklanm
söyliyerek bitir dikten sonra dünya sahnelerinden bir
sahne takdim ediyor sahne, büyük kuvvetin,
yalanliyanları daha dünyada iken cezalandırmağa
muktedir olduğunu göstermektedir:edip peşinden de
sonrakileri onlara katmadık mı?» Evet, gerçekten öyle
olmuştur suçlulara böyle yaparız!»
Sonra üçüncü bir sahne başlıyor. Bu sahnede ta
bidayetten beri insan yaratılışının safhaları gösteriliyor.
Yaratan, tekrar diriltir. Yapan, yeniden yapabilir.
Yaratılışın her merhalesini bir düzen ve hikmet içinde
meydana getiren, insanları başı boş bırakmaz: «Sizi âdi
bir sudan yaratmadık mı? Onu belirli bir zaman için
sağlam bir yere koymadık mı? Biz buna kadir olduk, biz
ne güzel kadir olanız.» Evet öyle olmuştur. O halde
«Yalanlıyanlann vay haline o gün!»
Daha sonra beşinci bir sahne başlıyor. Bu da
herkesi kab gibi içine alan yeryüzünün gösterildiği
sahnedir. Yeryüzü dirileri ve Ölüleri içine alıyor. Orada
yüksek dağlar ve tatlı sular var. Bütün bunlar, kalbleri
109
imana açan deliller değil inidir? Evet öyle. O halde:
«Yalanlıyanlarm vay haline o £ün!»
Dünyada kaşla göz arasında tamamlanan bu
sahneler gösterildikten sonra: -Geçmiş milletlerin ölüp
yok olması sahnesi, gözönünde cereyan eden bir olay
gibi gösteriliyor; âdi sudan doğan, takdir edilmiş bir
nizama göre gelişen hayat sahnesi, dirileri ve Ölüleri
alan, içinde yüksek dağlar ve tatlı sular bulunan
yeryüzü sahneleri, insanların gözleri önüne serildikten,
sonra hemen âhiret sahnesine geçiyor:
Yalanladığınız fjeye gidin!» îşte önünüzde
görüyorsunuz. Kur-' an'uı metodu budur. Âhiret gününü
gösterirken onu bugün oluyoimuş gibi göz önüne
getirir. «Bir gölgeye gidin İd üç dallıdır». Bu, cehennem
dumanının meydana getirdiği gölgedir. «Ne
gölgelendirir, ne de alevden korur.» Boğucu bir
gölgedir. Gölge yoktur onda. Gölge denmesinin
sebebi, «Yalanladığınız şeye &idin» sözündeki alay ve
töhdidi artırmak içindir. Gözlerine dokunur dokunmaz
birden kendilerini onun içinde buluyorlar. Bir gölge ki
onda gölge yoktur. Gidin «o» -siz biliyorsunuz onu,
ismini zikretmeğe lüzum yok- «O kıvılcım saçar». Kalın
ııo
ağaç gibi. Ah ne korkunç! Kıvılcım kaim sarı bir ipe
benziyor iai Kıvılcımı böyle bu ateşin ya kendisi? Elbette
o, korkunç derecede büyüktür. Birinci teşbihe ikinci bir
teşbih
daha katıyor. Bu da büyüklüğü tekidediyor.
Sanki sarı bir halattır.» Zihin bu korkunç şeyleri
düşünürken henıea takri' ve tazir geliyor: «Yal anhyani
arın vay haline o gün!»
Sahneyi tamamlamak için cehennemin maddî
korkusunu tasvir ettikten sonra ruhî korkusunu tasvire
geçiyor. Duyuları bu korku ile dolduruyor, oradan ruha
işliyor korku. «Bu, ko-nuşmıyacağınız gündür. Onlara izin
de verilmez ki özür dilesinler.» Burada korku derin bir
sessizlik ve huşu içinde gizlidir. Bir sessizlik ki bunu ne bir
tek söz bozuyor, ne bir özür dileme kesiyor. Saatler
geçiyor böyle: «Yalanhyanların vay haline o gün!»
«Bu hüküm günüdür, özür dileme günü değil. Sizi
ve öncekileri orada toplamışizdır. Eğer bundan
kurtulmak için bir hileniz varsa yapın.»' Gücünüzün
yettiği bir çare biliyorsanız tatbik edin. Ses yok. Bu acı
ayıplama ve azar karşısında derin bir sessizlikten başka
cevap yok. Pek kalabalık cemiyetler önündeki
ııı
ayıplama sahnesi bitince iyileri kötüleri birbirinden ayır¬
ma işi başlıyor: «Müttakiler gölgeler içindedirler» Bu
defa gölgelendirmiyen, ateşten de korumıyan o üç
dallı gölge değil, gerçek gölge. Çeşmeler başında.
Ateşten kıvılcımlar içinde değil. İştahlarının çektiği
meyvaların altındadırlar. Bütün bunların üstünde de
herkesin işiteceği şu manevî ikrama şu hitabı lâtife nail
oluyorlar: «Yaptığınız amellere karşdık afiyetle ye-yin,
için. Biz ihsan edenlere böyle karşılık veririz.» O yüce ve
ulu varlıktan bu hitabı işitmek, saadetlerin en
büyüğüdür. Ne mutluluktur bu! Ya yalanlıyanlar?
Yaîanlıyanlann vay haline o gün! Ey suçlular, bu
dünyada yeyin, biraz yaşayın, ne olsa siz suçlusunuz.
Müttakilerin nail olduğu ikramı asla görmiye-ceksiniz.
îşte burada dünya ile âhiret birbiri peşinden gelen iki
fıkrada birbirine karışır. Sanki ikisi sahnenin birbirini takip
eden iki perdesi gibi hazır gösterilir. Arada hiç fasıla
yoktur. Oysaki birisi nice zamanlar sonra olacaktır.
Müttekilere hitap ahiret-te tevcih edilmiş iken
mükezziplere dünyada hi tabedilmek tcdir. Bu suretle
onlara şöyle denmiş oluyor: îşte göz önünde eere-yan
eden şu anda iki hal arasındaki farkı görün. Sonra
112
yalanlayanların vasıflarım açıklayarak der ki: «Onlara
rükû ediniz
dense (ükû etmezler.» Yalanlayanlar, kendi
hallerini ve müttakilerin {hallerini, müttakilere ve
mükezziplere söylenecek sözleri işittikten sonra onlara
diyor ki: «Artık bundan sonra hangi söze
inanacaksınız?».
Bu şekilde bir arz tuhaftır ama hisse ve ruha daha
çok tesir eder. Bu arzda dinleyici ve okuyucu
sahnelerin hareket ettiğini, manzaraların cisimlendiğini,
üç zamanın bir araya geldiğini görür. Hi
Kaf Suresi ^
Ölüm sarhoşluğu gerçekten geldi, işte bu senin
ötedenbe-ri kaçtığın şeydir. Sara üflendi, işte bu, vaîd
günüdür. Her nefis yanında bir sürücü ve bir şahid ile
geldi. Andolsun ki sen bunu bitmiyordun. Biz senin
gözünden örtünü kaldırdık, artık bugün gözün
keskindir. Yanındaki arkadaşı ona dedi: «tşte bu
yanındaki hazır.» «Her inkâr edici inatçıyı cehenneme
atın. Hayrı meneden, mütecaviz, şüpheci. O ki Allah
î?e beraber başka bir ilâh edinmiştir. Onu şiddetli
azaba atın. «Yanındaki dedi ki.* «Rabbimiz, ben onu
113
azdırmadım, zaten kendisi açık bir sapkınlık içinde idi.
«(Rab) dedi: «Benim huzurumda çekişmeyin. Ben size
valdi göndermiştim (bu günü bildirmiştim). Benim
yanımda söz değiştirilmez. Ve ben kullara zulmedici
değilim.» O gün biz cehenneme deriz ki: Boldun Der ki:
Daha var mı? Cennet de müttakilere yaklaştırılır, uzak
kalmaz. İşte bu cennet, Allah'a yönelen, O'nun
emirlerine uyan, Gaybde Rahman'dan korkan, Allah'a
yönelmiş bir kalble gelen sîzlere, hepinize söz verilen
yerdir. Oraya esenlikle girin, îşte bu, sonsuzluk günüdür.
Orada istediklerini bulurlar. Katımızda fazlası da var.
Sahne dünyada başlıyor, âhirette son buluyor-.
Şimdiki ve Öteki âlem birbirinden ayrılmamışlardır.
Aralarındaki mesafe uzak değildir.
Kat sûresi, kâfirlerin şiddetle yalanladıkları öldükten
sonra dirilmeyi tamamen anlatıyor: «Kendilerine yine
kendilerinden olan bir uyarıcıma gelmesinden hayret
ettiler de kafirler, «Bu tuhaf bir şeydir! Biz öldükten ve
toprak olduktan sonra mı? Bu, ihtimali olmıyan bir
dönüştür, dediler.»
114
Bu yalanlamayı red için, bu dünya hayatında
gözleri Önünde cereyan eden olayları göstermeğe
başlıyor.»
Üstlerindeki göğe bakmazlar mı? Onu nasıl
yapmışız, süslemişi?,, hiçbir çatlağı da yok. Yeri
uzatmışız, ona dağları atmışız ve onda her çiftten
gönül açan bitkiler bitirmişiz; Allah'a yönelen her kul
için bir öğüt olsun diye. Gökten mübarek bir su indirdik,
onunla bahçeler ve biçilecek taneli ekinler, küme
küme tomurcukları olan boylu hurma ağaçlan yetiştir
ilk, kullara rizik olsun diye. O su ile ölü yeri dirilttik. İşte ci¬
ns (öldükten sonra kabirlerden dirilip çıkmak) di
böyledir.»
Arz üzerinde yaratmayı, bitirmeyi, ölü yeri gökten
inen ve ile diriltmeyi ki bunlar her zaman insanların
gördükleri şey-erdir ama insanlar bunların, öldükten
sonra dirilmeye, kabir-erden çıkmağa nasıl delâlet
ettiğinden habersizdirler bunları gösterdikten sonra
diyor ki: «İşte çıkış da böyledir.»
Sonra da insanlar arasında yalanlamış olanları
anlatıyor: Fir'avn, Lût'un İhvanı, Eyke Ashabı ve Tubba'
Kavmi. 3zetîe bunların vak'alarına temas ediyor.
115
Yukarıda ihya ve hraca muktedir olmanın delillerini
takdim ettiktea sonra bun-arı da kendisinin öldürme ve
mahvetme kudretine delil olarak ileri sürüyor.
Ölümü ve hayatı anlattıktan sonra. Yaratıcının
insanları 'arattığını, varlıkları sağlıklarında gözetleyip
yönettiğini söylüyor. Bu suretle Ölümden sonra hesaba
çekileceklerini anlatmağa zemin hazırlıyor: «Biz insanı
yarattık, nefsinin kendi-ine ne fısıldadığını biliriz. Biz ona
gah damarından daha yakınız. İki alıcı sağında ve
solunda oturmuşlardu Hiçbir söz söylemez ki yamnda
onu zapteden hazır bir gözetieyici olman.
O halde insan başı boş bırakılmıyacaktır. Bütün
amelleri hesabediüyor. îki alıcı, ondan sadir olan her
fiili görüp kaydediyor. Kur'an, her şeyi kendi metoduna
göre teşhis ve tecsim ederek anlattığı gibi hesabı da
böyle tecsim etmektedir. Bu, hissi okşıyan, hayali
doyuran tasvir metodunun bir icabıdır.
Burada ölümden ve ölüm sarhoşluklarından .sonra
gelen âhiret gününün şekli gösterilmeğe başlıyor; sanki
ikisi de (dünya da âhirette) göz önünde, yan yana
hazır: «Ölüm sarhoşluğu gerçekten geldi. Bu,
116
ötedenberi senin kaktığın şeydir. Sura üflendi. îşte bu,
vaîd günüdür.» ilh.
Şimdi şu sahaya bir göz atalım da yanında bir saik
ve bir şahid bulunan her nefsi görelim. Her nefis...
Burada muhase be edilen, amelleri niyetleri,
hareketleri ve halecamarı sayılan nefistir. Nefis gelmiş,
yanında da bu iki bekçi. Ve kendisine şu itap
yöneliyor: «Sen daha önce bundan gaflette idin. Sen
den perdeni kaldırdık, artık bugün gözün keskindir.»
Her şeye nüfuz eder. Gaflet ve tekzib ile (perdelenmiş
olan her şeyi görür. Sonra o karîn ilerler Diğer
surelerden anladığımıza göre bu karîn, sapkına refaket
eden, onu dalâlete yönelten şeytandır. Gerçi şeytan,
kıyamet gününde ondan teberrî eder ama dünyada
onu sapıklığa iletmek için ona arkadaş olmuştur. İşte o
ilerler ki bu yaratığın ne yapıp ne ettiğine dair her bilgi¬
nin kendi yanında bulunduğunu, her şeyi bildiğini
söylesin: «Ve arkadaşı dedi: İşte yanımda bulunan
hazırdır.» O zaman geri çevrilmesi mümkün olmayan
emir çıkar:»
Atın cehenneme her kâfir, inatçı, hayra engel
olan, saldırgan, şüpheciyi (Allah ile beraber başka
117
ilâhlar yaptı. Onu şiddetli azaba bırakın!» Sonra
arkadaşı öne geçip onu azdırmadığını söylüyor,
kendini azdırma suçundan temize çıkarmak istiyor:»
Arkadaş! dedi; Rabbimiz, ben onu azdırmadım.
Fakat o kendisi uzak bir sapıklık içinde idi.»
Fakat derhal sadir olan yüce emir, hemen susmayı
gerektiriyor. Çünkü bugün çekişme ve cidal günü
değildir:»
Benîm huzurumda çekişmeyin, ben size vaîdi
göndermiştim. Benim huzurumda söz değiştirilmez.»
Defterlerin muhtevasında değişiklik olmaz.»
Ben kullafra zulmedici değilim.»
Herkes, kendi yaptığının cezasnıı görür.
Buraya kadar sahne, arz ve konuşma sahnesidir.
Suçluyu cehenneme atmakla bü sahne sona eriyor. O
halde cehennem de canlı gibi konuşturulmalı, öteki
canlıların hareketlerine iştirak ettirilmelidir ki sahnenin
diğer cüzlerinin ahengi tamamlanmış olsun. Burada
arz metodu, muhaveredir. O halde diğer cüzlerde
olduğu gibi sahnenin bu cüz'ü de muhavere usuliyle
arz edilmelidir:
118
«Biz o gün cehenneme deriz ki duldun mu. Der kî
daha yokmu?»
Bu sual ve cevap karşısında hayal, bu
muhaverenin arkasındaki resmi tahayyül ediyor. İşte
cisimler kaldırılıp cehenneme savruluyorlar.
Cehennem ağzını açmış, atılanı yutuyor, atılanı
yutuyor. Birbiri peşinden atıldıkça cehenneme sorulu¬
yor: «Doldun mu?» Dolması için gereken miktarı da
almıştır ama o her atılanı yutmuş, bir şey bırakmamıştır.
Öfke ile kızmış, kabarmış, alevler fışkırtıyor, yeni yakıtlar
istiyor ve diyor: «.Daha yok mu?»
Topluluklar, bu müthiş manzara karşısında başka
bir manzara daha görüyorlar: Müttekiler için
aklaştrılmiş, hazırlanmış cennet içerisinde izzet ve ikram
gören, bu maddî nimet yanmda da edebî ikram ve
ihsana nail olan, A'lâ' dan: Cennet müttekilere yak]
aştırılmış tır, uzak değildir. İşte Allah'a yönelen, O'nun
buyruklarına uyan, Gaibde Rahman dan korkan, Ve
O'na yönelmiş bir kalb getiren herkes için va' dedilen
(cennet) tir bu. Ona esenlikle girin. Bu, sonu olmıyan
gündür.» Hit&b-ı kerimini duymak şerefine eren
nıüttekilerin manzarası. Bu manzara karşısında o
119
manzara ne kadar tiksindirici ve tüyler ürperticidir!
Üstelik müttekiler, ce;mette istediklerini elde ettikleri
gibi Allah indinde daha başka nimetlere de
ereceklerdir: «Onlar için orada istedikleri vardır.
Katımızda fazlası da var» Bu zevk ve rıza karşısmda o
azabı görmek duymak ne korkunç!
Bu, hareketli konuşan gözle görülür mücessem bir
sahnedir. Konuşma da sahnenin hayatiyetini ve
hararetini artırıyor. Muhavere cehenneme kadar
uzanıyor ve her yönden ahenk tamamlanıyor.
Bu vicdana tesir eden, şuuru ve hayali uyandıran
bir sarı nedir. Dini gayesini gayet kolay yerine getiriyor.
Sonrada mu' lak san'at gayesi tarafına geçiyor.
Muayyen bir gaye, onu sanat gayesinden
alıkoymuyor, tel
Tarık Suresi £1
Semaya, Tarık'a andolsun-Tarık"iıı ne olduğuna
sana ne bildirdi? O isığ! üe karanlık delen yddızdır.
Hiçbir nefis yoktur M üzerinde (yaptığı işleri) Infzeden
bîri olmasın. O halde insan neden yaratıldığına baksın.
Atıcı, bel ile teraib arasından çıkan bir sudan yaratıldı.
Şüphesiz O (Allah), gizliliklerin ortaya çıkacağı gün onu
120
tekrar yaratmağa kadirdir. O uısanra ne bir kuvveti, ne
de bir yardımcısı vardır. Şiddetle yağmur sahibi olan
göğe ve yarılan arza andolsun ki doğrusu im Kar'an bir
hüküm sözüdür, eğlence değildir.»
Burada âhiret gününün sureti manevi bir surettir,
örtülü, dürülü sırlar açılıyor, insanı hiçbir kuvvet bundan
kurtaramıyor. O gün insanın bir yardımcısı da yoktur.
Sırrı açığa çıkarılmış, kuvveti zayıf yardımcısı yok. Bu
hal, insan ruhlarını çok etkiler.
Bu tabloda tam bir ahenk vardır. Esas tablo
etrafına yayılan sahne kahramanlarının hepsiyle
uyuşan bu ahenk, tablo şahıslarının kendilerine uygun
ortam içerisinde ortaya çıkıyor, şöyle fei:
Sure kasemle başlıyor. Semaya ve Tarık'a kasemle.
Ta rık meçhuldür. Ta'zira içiri bilmezlikten gelinerek
ondan soruluyor:,
o «Tarık'ın ne olduğunu sana ne bildirdi?»
Sonra cevaben onun «Necm-i sâkib» olduğu
söyleniyor. Nuriyle karanlığı delen, ışığiyle parlayan
yıldız. İşte ışığiyle karanlığı delen bu yjîdıza yemin
ediyor ki; Her nefsin üzerinde amellerini zapteden biri
vardır. Nefis, Örtülüdür, gizlidir. Fakat bu hafız, onun
121
gizlisine nüfuz ediyor, sırlarını görüyor, onda cereyan
eden olayları yazıyor, «Sırların meydana çıkacağı
günde» bunları keşfediyor. Bu bakımdan hafız,
karanlığı del e 1 ıldız Tarık'a ne kadar benziyor! Ve ne
güzel bir ahenk doğuyor!
Sonra sahnenin diğer taraflarını görüyoruz: «Jnsan
neden yaratıldığına baksın. Sulb ile tarâib arasından
çıkan atıcı bir sudan». Bu atıcı su, insanda meçhul bir
karanlıktan fışkırmaktadır. Tıpkı ışığın, karanlığın
bağrından fışkırması gibi. Bımu rahimlere atan varlık.
«Sırların meydana çakacağı günde» tekrar yaratmağa
kadirdir. Bu da def (atış) ile rec (döndürüp tekrar
yaratma) arasındaki heyet ve harekette görünen bir
ahenk çeşididir.
Seyre devam edelim:
Bundan sonra başka bir kısım görüyoruz: «Şiddetli
yağmur sahibi semaya, yanlan arza and olsun ki, bu,
kesin hüküm sözüdür, eğlence değildir.»
(ar-Rac 1 ) şiddetli yağmurdur. as-Sad' yerdeki
yarıktır. Bitkinin tesiriyle yanlan yerlerdir. Bu da geçen
sahnelerle tanı bir uyum teşkil eder. Bu da ayrı bir
ahenk çeşididir.
122
înen yağmur, çatlamış arz şekil ve harekette bir
yandan karanlığı delen, bir yandan da yaran yıldız
gibidir Diğer taraftan bu inen yağmur ve çatlıyan yer,
sulb ile teiâib arasından çıkan atıcı su ve çocuk
doğarken yanlan rahim gibidir İnen suyun tesiriyle bitki
çıkarken arz da yarılmaktadır. Her ikisi de gizli bir kudret
ile doğacak yeni bir hayattan ötürü açılmaktadır.
«Onun ne bir kuvveti, ne de bir yardımcısı yoktun).
«Şiddetli yağmur sahibi somaya, çatlak sahibi arza
andolsun (şiddetli yağmur) ve as-Sad' (çatlak) da
şiddetli bir hareket vardır. Şiddetle yarılma. Kelimenin
önce manasında, sonra o manayı kulağa duyuran
musikisinde bu şiddetr kendini göstermiştir. Bu,
insandan kuvveti ve yardımcıyı kaldırıp, onları arz ve
Semanın yaratıcısına verme ortamı arasında tam bir
ahenk teşkil etmektedir.
Böylece muhtelif noktalardan sahne ile musiki
arasında, sahnenin cüzleri arasında ahenk meydana
gelmiş oluyor. Bu uyum, sahne birliğini sağlıyor.
Sahneye eglik eden musiki, genel tema ile beraber
yürüyen bir ika'dır. İşte bu harika sanat, sadece
123
kıyamet sahnesi birkaç satırı ve on fıkrayı geçmı-yen
bir surede bulunmaktadır. ısı
Kamer Suresi ı*ı
1- «Andolsun id onları bu hallerinden
vazgegîrecek nice haberler gelmiştir. Bn haberler,
üstün bir hikmettir. Ama uyarmalar fayda vermiyor. O
halde onlardan yüz çevir. Çağıran, görülmemiş ve
tanınmamış bir şeye çağırdığı gün, gözleri dalgın
dalgın, çekirgeler gibi yayılmış, o çağırana koşarak
kabirlerden çakarlar. Kâfirler: «Bu, zorlu bir gündür!»
derler.»
2 - «Topluluk (ları( dağılacak, yüz geri
edileceklerdir. Onlara va'dedilen (gidecekleri yer)
kıyamettir. O ne korkunç, ne acı bir gündür! Mücrimler
şaşkınlık ve azap içindedirler. O gün yüzleri üstü ateşe
sürülürler. «Ateşin dokunmasını tadın,» Süresiz biz her
şeyi bir kaderle yarattık. Bizim emrimiz yalnız birdir, göz
kırpması gibidir (her şey böyle bir emirle bir anda olur)
Müttekiler, cennetlerde Neher'dedirler. Kudretli
hükümdarın huzurunda doğruluk makamında otur¬
maktadırlar.»
124
Bu surede iki kıyamet sahnesi vardır. Suredeki
umumi gaye, bu iki sahneyi birbirine bağlamaktadır.
Biz, yanlarında Allah'ın kudretine delâlet eden
vakalar olduğa halde yine yalanlıyan bir topluluk
karşısırdayız:
«Ay yarıl Bir mu'cize gördükleri zaman yüz çevirirler
ve 'devamlı bir sihirdir» derler. «Ay nasıl ve ne zaman
yarılmıştır, bunu bilmiyoruz. Fakat Kur'an'ın, yüzlerine
karşı söylediği bu olaya kafirlerin bir itirazda
bulunduklarını tarih kaydetmiyor. Demek ki astronomik
bir olay olmuş ve bu şekilde vasıflandırılmıştır.
Müşriklerin bu âyete bir itirazda bulunmamaları, bunu
isbat etmektedir. Önceki yalanlayıcıların âkibet-lerini
duydukları ve kendi başlarına da bu dünyada nice -
felâketler geldiği halde müşrikler yine yalanlıyorlar.
«Onlara, kendilerini (inkârlarından) vazgeçirecek nice
haberler geldi.» Cenabı Hak bu surede onlara Nuh
kavminin, Âd' in, Semud'un, Lût kavminin ve Fir'avn
kavminin âkibetlerini anlatmıştır. Bunların hepsi azaba
çarptırılmıştı. Her kıssadan sonra da şu cümleyi tekrar
etmiştir.»
«Benim azabım ve benim uyarmam nasılmış?»
125
tehdidi daha da derinleştirmek için böyle
söylüyor. Tıpkı Mürselât suresinde:
«O gün yalanhyanlann vay haline!?
Cümlesini tekrar etmesi gibi. Aynı usulü burada da
uygulamıştır.
Kamerin yarüdığını söyledikten sonra birinci
sahneyi takdim etmiş, yalanlayıcıların hikâyelerini ve
onlara sorduğu soruya anlattıktan sonra ikinci sahneyi
takdim etmiştir:
«Sizin kâfirleriniz onlardan daha mı iyidir? Yoksa
kitaplarda sizin için bir beraet belgesi mi var? Yoksa
onlar: «Biz galip gelecek bîr topluluğuz» mu diyorlar?»
diye sorduktan sonra peşinden:
«Cemiyet bozulacak ve yüz geri edileceklerdir»
diyor. Birinci sahne muhtasar ve tez geçen bir
sahnedir:
«Kıyamet yaklaştı ve ay yarıldı.» İfadesiyle ve
surenin musi kişiyle bu kısalık uyuşuyor. Bu musiki, sür'atli
vuruşlu, hareketli ve canlı bir musikidir. Her haliyle
mükemmel bir musiki. «İşte bir anda yayılmış çekirgeler
gibi kabirlerinden çıkan topluluklar (Bilinen çekirge
sahnesi, bu gösterilen manzarayı kolayca anlamağa
126
imkân veriyor). İşte toplumlar çağırana doğru
koşuyorlar. Çağıranın, kendilerini niçin ve neden çağır¬
dığını bilmeden. O, bilinmiyen, görülmiyen bir
çağırıyor. «Gözleri dalgın dalgın» gidiyorlar. Bu ifade
de tabloyu tamamlıyor, ona son cehresini veriyor. Bu
yığıntı, bu dalgınlık ve bu konuşma sırasında «Kâfirler
diyorlar M: Bu, cidden çetin bir gündür.» Şimdi bu kısa
fıkralardan sonra sahnenin canlandırılmadık neresi
kaldı? Dinleyiciler artık o fcilinmiyen günü pekâlâ
tasavvur edebilirler. Demek ki, o, insanların yığıldığı bir
gündür bu bir suretler kalabalığıdır. Suretler kendileridir.
Kendileri dirileceklerdir. Bu tablolarda canlı bir korku
dalgalanmakta ve bu korku her canlı ruha
sıçramaktadır, ürn
ikinci sahne maddî manevi bir azap ve maddî-
manevî bir nimet resmini çizmektedir. Sıra ile önce
azap, sonra nimet sahnesi geliyor. Azaptan sonra
nimetin gösterilmesi, onun kıymet ve kadrini daha da
arttırmaktadır.
İşte kıyamet saatindeyiz: «Saat de ne korkunç, ne
acı şeymiş!» Dünyada gördükleri her azaptan, yarda
önceki ya-lanlayıcılar hakkında duydukları Tufan,
127
Sayha, Rîh-i Sarsar, Saika, boğma gibi felâketlerden
evet hepsinden daha korkunç. Mücrimler bir şaşkınlık
ve kızgın azap içerisindedirler. Bir azap ki derileri ve
bedenleri kavuruyor. İşte onla yüz üstü şiddet ve
hakaretle o azaba, cehenneme sürükleniyorlar, ruhî bir
acı ile beraber azabı tadıyorlar: «Ateşin dokunuşunu
tadın.» Biz insanları başı boş bırakmak için yaratmadık.
«Biz her şeyi bir ölçüye göre yarattık». Bir hikmet ve bir
ecele göre yarattık. «Bizim emrimiz yalnız birdir. Bir göz
kırpması
yakagibidir.» Ayın yarılması ve güçlü hükümdarın
Fir'avn'ı laması gibi.
Şunlar yüz üstü ateşe sürüklenip hor ve hakir ateşe
atılırken, hayretleri ve şaşkınlıkları artarken beri taraftan
mü' minler huzur içinde ve nimetlerden
faydalanmaktadırlar-«Cennetlerde ve neherdedirler.»
«Kudretli hükümdar huzurunda doğruluk makamında»
huzur, izzet ve ikram içerisinde bulunmaktadırlar. Öğüt
alan yok mudur? Hele bu sahneler, bu tablolar
karşısında? üiı
128
Sad Suresi U2i
«Allah'tan korkanlara en güzel bir gelecek var:
Kapılan onlara açılmış Adn cennetleri. Orada tahtlara
yaslanarak türlü türlü meyvalar ve içecek (ler) isterler.
Yanlarında da gözlerini eşlerine dikmiş yaşıt güzeller
vardır. İşte hesap günü için size va'dedilen budur.
Doğrusu bizim verdiğimiz bu rızık-lann sonu yoktur.
«Azgınlara da en kötü bir gelecek vardır:
Cehenneme yaslanırlar. Ne kötü bir döşektir o! işte onu
tadsınlar, kaynar su ve İrindir! Onun sekimde daha
başka çifte çifte (azap,) ler var!
«İşte şu (nlar) da sizinle beraber (cehenneme)
iktiham edilecektir. Onlara merhaba yok (rahat yüzü
görmesinler). Onlar da muhakkak ateşe gireceklerdir!
Dediler: 'Asıl size merhaba yok (asıl siz rahat yüzü
görmeyin). Bunu bizim başımıza getiren sîzsiniz. Ne kötü
duraktır bu! Dediler: Rabbimiz, bunu bizim başımıza
kim getirdiyse onun cehennemdeki azabını kat kat
artır.»
«Ve dediler; Bize ne oluyor ki (dünyada)
şerlilerden saydığımız adamları göremiyoruz? Onlarla
129
alay etmiştik ha? Yoksa onlardan gözler mi kaydı?»
«Bu, gerçektir, cehennem ehlinin çekişmedir!»
Burada her bakımdan karşılıklı iki manzara var.
Cüzlerinde, vasıflarında, şekillerinde tamamen
mütekabil iki manzara: Kendileri için en güzel istikbal
mevcudolan müttekîler manzarası ve kötü istikbal
mevcudolan azgınlar manzarası. Birinciler için kapılan
açılmış cennetler var. Orada koltuklara yaslanma
rahatı, çeşitli yemek ve içmek zevki ve lezzeti. Keza
Gnlara genç, hepsi aynı yaşta güzel huriler var. Bu
kadar güzelliklerine rağmen başka erkeklere iltifat
etmiyen, gözlerini sırf kocalarına diken huriler. Bu,
bitmiyen, daima tazelenen bir zevk ve yaşantıdır.
Diğerlerine gelince onlar için de Mihâd var ama
rahat ol-mıyan bir döşek. Cehennem. «Ne kötü bir
döşektir o!» Orada onlara kaynar bir içecek, kusturucu
bir yemek var. Bu ye-mrk. cehennem ehlinden akan
İrindir. Bundan başka da çeşitli ayıplar var onlara.
Azapların kat kat olduğunu anlatmak için «Ezvac: çift
çift» tabirini kullanıyor. Bu kelimede ayrı bir ince ahenk
ve edebî mana var: Cennet ehlinin ezvacı olan
Kasırâtu't-tarf (gözlerini sırf kocalarına dikmiş huriler) le
130
lâfzî müsakele (benzerlik) temin ediyor. Burada ezvac,
mutad manasını taşımıyor. Kelimede ötekilerle
mukayese bakımından bir alay manası var.
Cehenneme mihâd isminin verilmesinde de bu alay
manasını seziyoruz. Mü'nıinlere cennetlerde verilen
miihâda mukabil kâfirlere de cehennemde mihâd
veriliyor ama bilinen rahat verici mihâd değil, azap
veren ateşten mihâd.
Sonra sahneyi üçüncü bir manzara ile tamamlıyor.
Bu manzarayı, konuşma canlandırmakta, gözönüne
getirmektedir
Şimdi biz cehennem ehlinden -bir topluluğun
önündeyiz. Bunlar dünyada birbirlerini çok seviyorlardı,
aralan gayet iyi idi. Ama bugün birbirlerini inkâr
ediyorlar, tanımazlıktan geliyorlar, çekiştiriyorlar.
Halbuki dünyada iken birbirlerini sapıklığa eğdirir,
mü'minlere böbürlenir ve onların cennet davalariyle
alay ederlerdi.
îşte bunlar grup grup cehenneme atılıyorlar. îlk
grupa ikinci grubun da atıldığı haber veriliyor: şunlar
da sizinle beraber göğüs geren oluyor?
131
«Onlara merhaba yok. Çünkü onlar o ateşe
gireceklerdir bunu hakketmişler «Peki yerilenler susuyor
mu? Hayır. Onlar da cevap veriyorlar.
«Dediler 'Hayır asıl size merhaba yok. Bunu bizim
başımıza siz getirdiniz. (Bakın) ne çirkin durum!» Ve
topluca bir dua:
«Dediler, Ey Babbimiz, bunu bizim başımıza
getirdiyse onun ateşteki azabını kat kat artar.»
Sonra ne oluyor? Sonra bunlar, dünyada
böbürlendikleri, kötü sandıkları, cennet davalariyle
alay ettikleri mü'minleri göremiyorlar. Bakıyorlar ki onlar
kendileriyle beraber cehenneme atılmıyorlar:
«Dediler: Bize ne oluyor ki (dünyada) iken
kötülerden saydığımız adamları göremiyoruz? Onlarla
eğlenmiştik ha? Yoksa onlardan gözler mi kaydı?»
Hayır ey kavm, göz kaymadı. Eğer nimet
cennetlerine bir göz atsaydınız, onları orada tahtlara
yaslanmış Olarak görürdünüz!
«İşte bu, cehennem ehlinin birbiriyle çekişmesi
muhakkak ve kesin bir gerçektir.»
Biz bugün, bu çekişmeyi, gözümüzün Önünde
geçiyormuş gibi görüyoruz. Her insan, bu sahnenin
132
dehşetini ruhunun derinliklerinde hisseder ve bundan
sakınır, bu hale düşmekten kaçınır- gayet kaçınma
fayda verirse tabu.üm
A’raf Suresi^
Ey Âdem oğulları, size aranızdan âyetlerimizi
okuyan peygamberler geldiğinde, kimler ittika eder ve
gidişini düzeltirse onlara bir korku yoktur ve onlar
üzülmiyeceklerdir. Ama âyetlerimizi yalankyanlar ve
on (lan kabul) den kibirlenen-ler var ya işte onlar
cehennemliklerdir. Onlar orada ebedi kalacaklardır.
Allah'a karşı yalan uyduran, ya da O'nun âyetlerini
yalanhyandan daha zalim kimdir? Kitaptaki payları
kendilerine erişecek olan, onlardır. Elçilerimiz canlarını
almak için geldiği zaman onlara «Allah'tan başka
taptıklarınız nerede?» deyince «Bizi koyup kayboldular»
dediler. Böylece inkarcı olduklarına kendi aleyhlerine
§ehadet ettiler. Dedi ki : Sizden önce gelmiş geçmiş
cinlerden ve insanlardan olan cehennemdeki milletler
arasına girin. Her ümmet girdikçe yoldaşına (öteki
millete) lanet etti. Hepsi birbiri aramdan orada
toplanınca sonrakiler öncekiler için dediler ki: «Ey
Kabininiz, bunlar bizi saptırdılar. Bunlara kat kat ateş
133
azabı ver» Dedi M: «Hepsinin kat kattır ama siz bilmiyor
sunuz.» Öncekiler de sonrakilere dedi (ler) İd «Sizin bize
bir üstünlüğünüz yok. Kazandıklarınıza karşılık azabı
tadın.»
«Bizim âyelernnizi yalanlıyan ve onlar (ı kabul) den
ki-birlenenler var ya işte onlara gök kapıları
açılmıyacak ve halat iğne deliğinden geçinceye
kadar onlar cennete girmiyecek-lerdir. Biz mücrimleri
böyle cezalandırırız. îman edip salih ameller işliydiler -ki
insana ancak gücünün yeteceği kadar yükleriz- işte
onlar da cennetliklerdir. Orada ebedî kalacaklardır,
(cennette) göğüslerindeki kini (tasayı) çıkarıp atarız.
Altlarından nehirler akar. Dediler ki: Bizi buraya sevk
eden Allah'a hamdolsun. Eğer Allah bize bunu
göstermeseydi biz bunu bulamazdık. Kabininizin elçileri
gerçekle geldi (bunu haber verdiler.) Onlara seslenildi:
îşte size cennet, yaptığınız amellere karşılık o size
verildi.
«Cennet ehli cehennem ehline: «Rabbimizin bize
va'dettiğini hak bolduk. Siz de Kabbinizin size
va'dettiğini hak buldunuz mu?» diye seslendiler. Onlar
da: Evet (Öyle bulduk)» dediler. Bunun üzerine
134
aralarından bir çağıran: «Allah'ın laneti zalimlerin
tepesine» diye ünledi. Onlar ki Allah'ın yolundan
menedip onu eğri bir hale getirmek isterler, âhireti de
inkâr ederlerdi.
«tki taraf arasında (surdan) bir perde ve AJraf
üzerinde de (cennetlik ve cehennemliklerin) her birini
simalariyle tanıyacak (muvahhid,) erkekler vardır ki
onlar henüz oraya (cennete) girmemiş, fakat girmeyi
şiddetle arzu ederek cennet ehline:
«Selâmünaleyküm» diye nida ettiler.
«Gözleri cehennem ehli tarafına çevrildiği zaman
da: «Ey Kabbimiz, bizi zalimler güruhu ile beraber
bulundurma» dediler,
«Yine A'raf ehli (kâfirlerden) simalariyle tanıdıkları
(elebaşı) birtakım adamlara ünliyerek şöyle dediler:
«Ne çokluğunuz (yahut yığdığınız mallar), ne de (halka
karşı) cür-dürdüğünüz o kibir (ve azamet) size hiçbir
fayda vermedi. Kendilerini Allah'ın hiçbir rahmete
erdirmiyeceğme yemin ettiğiniz kimseler bunlar
mıydı?» (Ve cennetliklere dönerek,) «Girin cennete,
sîze korku yoktur, siz uzülmiyeceksiniz de.»
135
«Cehennem ehli cennet ehline: «Su (yunuz) dan
veya Allah'ın sîze verdiği rızıktan biraz da bize akıtın»
diye feryâdettiler. Onlar da dediler ki: «Allah bunları,
dinlerini oyun oyuncak yapan ve dünya hayatının
aldattığı kâfirlere haram etmiştir.» Onlar bugünle
karşılaşacaklarını nasıl unuttutarsa ye âyetlerimizi nasıl
inkâr ediyor idilerse biz de bugün onları öyle unuturuz.»
Hemen hemen kıyamet sahnelerinin en uzunu
budur. Bir birini takibeden en kalabalık manzaralar,
değişik konuşmalar bundadır. Bu sahneler, Âdem
kıssasını, şeytanın, onu ve karısını kandırması üzerine
cennetten çıkışını, Allah'ın oğullarına şeytandan uyarıp
şeytanın, ana - babalarını kandırdığı gibi kendilerini de
kandırmaması için ondan uzak durmalarını ve Allah'ın,
kendilerine âyetlerini okuyan peygamberler
göndereceğini bildirmiş olduğunu-Yukanya aldığımız
ilk âyetlerde olduğu gibi-anlattıktan sonra bu kıyamet
sahnelerini arza başlıyoruz. Bir de bakıyorsunuz ki
peygamberlerin haber verdiği şeyler bu sahnelerde
zuhur etmektedir. Şeytana uyup Allah'ın âyetlerini
yalanhyanlar, cennete girmekten mahrum edilmişler;
şeytana muhalefet edip Allah'a itaat edenler cennete
136
gönderilmişler, Mele-i A'lâdan onlara seslenilmiş: «îşte
size cennet. Yaptıklarınıza kargılık size verildi.» Sanki
cennet Allah için hicret edenlerin, dünyayı bırakıp şey¬
tandan kaçanların barınağıdır.
Burada geçen kıssa ile ondan sonra gelen
kıyamet sahneleri arasında büyük bir edebî ahenk
vardır. O kıssa, cennette melekler topluluğu arasında
başlıyor. Allah'ın, Âdem'i ve karısını yaratıp cennette
iskân ettiğini şeytanın onları kandırıp cennetten
çıkarmasını anlatıyor. Kıssa, nasıl cennette Âdem' in
meleklerle beraber bulunma sahnesiyle başlamışsa
âhirette de yine öyle cennette melekler ve insanların
bir arada bulunduğu tir sahne ile bitiyor. Başlangıç
sona kavuşuyor. Yalnız iki fıkra araşma, bir kitabın
sadece iki sayfası, iki sahnenin aralığı sayılabilecek
dünya hayatı devresi giriyor. Çekişme hali de
başlangıç ile nihayet arasında bulunmaktadır. Her
ikisiyle tam bir uyum teşkil etmektedir.
Bu Öyle harika, öyle güzel bir destandır ki şiirde
bulunmaz. Bu öyle edebî bir kalıba dökülmüştür ki şiir
onun karşısında para etmez. Bütün güzellik unsurlarını
137
kendinde toplamıştır bu. Şimdi bu destanı bir bir ele
alıp harika sahnelerini gösterelim:
îşte can çekişme sahnesi Önündeyiz. -Bu sahne,
dünya ile âhiret arasında bir geçit (berzah) tir-. Allah'a
iftira eden, yada O'nun âyetlerini yalanhyanlann can
çekişî| | si. Rablarmın elçileri gelmiş, onları 'öldürüyor,
ruhlarını allarlar. Bunlarla onlar arasında şu konuşma
cereyan ediyor:
«Allah'tan başka çağırdıklarınız nerede?»
Dünyada güvendiğiniz, sarıldığınız, o yüzden yüce
Yaratıcıya inanmaktan yüz çevirdiğiniz ilâhlarınız
nerede? Şimdi hayatın sizden alındığı şu anda onlar
gelip sizi ölümden kurtarabiliyorlar mı? Cevap, o tek
cevaptır. Kaçamak ve mugalata imkânı olmıyan
cevap:
«Dediler bizden saptılar» kayboldu gittiler. Ne biz
onlann yerini biliyoruz, ne de onlar bize doğru
geliyorlar. Hânları kendilerine yardım edemiyen, onları
bu çetin andan kurtaramıyan kullara ne yazık, ne
yazık! Bu gibi anlarda kullarına kılavuzluk edemiyen,
onları kurtaramıyan ilâhlar da ne hüsranda! O halde
bugün artık ne cidal, ne de kaçamak yok. «Kendileri-
138
nin kâfir olduğuna dair nefisleri aleyhine şehadet
ettiler.»
Can çekişme sahnesi bitince ondan sonra gelen
cehennem sahnesi başlıyor. Can çekişme ile ba's
arasındaki zaman katlanıp kaldırılıyor. Sanki can
verenler, hemen dünyadan cehenneme
götürülüyorlar:
«Dedi İd: Sizden önce gelmiş geçmiş cinlerden ve
insanlardan olan cehennemdeki milletlerin araşma
girin.» Cinlerden ve insanlardan olan arkadaşlarınıza
katılın. Rabbına isyan edip Âdem'i ve karısını
cennetten çıkaran, Âdem oğullarına iğva verip
azdıran îblîs değil miydi? O halde öncekiler ve sonra¬
kiler hep beraber cehennem ateşine girin.
Bu milletler dünyada ileri gelenlerden idiler. Sonları
başlarına uyardı, metbu, tabiini güderdi. Şimdi ise
aralarında nasıl bir kin ve nefret var:
«Her ümmet girdikle kardeşine lanet etti.» Kardeşin
kardeşe lanet edeceği âkibetten daha kötü âkibet
olur mu?
139
«Hepsi oraya toplanınca» sonlan başlariyle
buluşup, yükseği alçağiyle aynı yerde bulununca
aralarında düşmanlık ve cidal başlar:
«Sonra gelenler, ilk gelenler için dediler ki:
Rabbimiz, bunlar bizi saptırdılar. Bunlara ateşten kat
kat azap ver.» işte böylece acı alay başlıyor: Birbirinin
dostu olan bu adamlar, şimdi birbirini tanımaz oluyor,
birbirini suçluyorlar ve arkadaşlarına «Rabbimizden» en
kötü cezayı istiyorlar. Önce inkâr ettikleri
«Rabbimizden» bugün niyazda bulunuyorlar, O'na
yönelip yalvarıyorlar! Cevap, duâ edenlerin, dualarının
kabul edildiğini bildirir, bu hususta garanti verir
şekildedir. Ama alaylı bir güven verme ve acı bir kabul
etme:
«Dedi» herkesin kat kattır fakat siz bilmiyorsunuz.»
Bundan emin olun. Siz de onlar da talebettiğiniz kat
kat azaba uğrayacaksınız. Beddûâ edilenler,
hasımlarının yaptığı duânm karşılığını böyle duyunca
duâ edenlerle alay edercesine onlara dönüp diyorlar
ki: Siz bizden üstün değilsiniz ki kurtuîasımz. Ve biz
sizden daha çok azaba müstahak değiliz. Hepimiz de
biriz:
140
«Öncekiler sonrakilerine dedi (ler) M: Sizin bize bir
üstün] günüz yoktur. Siz de kazandıklarınıza karşılık
azabı tadın.
Bu suretle alaylı taraf bitiyor ve hiç değişmiyecek
olaif o acı âkibeti tekid ve takrir eden taraf geliyor.
Mü'minlerin, nimet cennetlerindeki halini tasvirden
Önce kâfirlerin uğrayacağı azabı anlatıyor:
«Âyetlerimizi yalanlayıp onlar (1 kabul) den
Idbirlenenler var ya işte onlar için gök kapıları açılmaz.
Halat iğne deliğinden geçinceye kadar onlar cennete
girmezler.» Şimdi sen dur, bu harika sahne önünde
istediğin kadar düşün: Halat ve küçük iğne deliği üsi
N e zaman iğne deliği, kaim halatın geçmesi için
açılırsa işte o zaman o yalanlayıcılara da gök kapıları
açılır onlar da nimet cennetlerine girerler. Fakat şimdi
onlar-ta ha-îat iğne deliğinden geçinceye kadar- hep
beraber toplanıp lâ-netleştikleri ateşin içindedirler: «Biz
mücrimleri böyle cezalandırırız» işte sana onların
cehennemdeki halleri:
«Onlar için cehennemden bir yatak vardır ve
üstlerinden de örtüler.» Ateş onlara döşektir. Alay olsun
diye cehenneme mi-hâd (döşek) diyor. Ama
141
yatılacak, rahat edilecek yumuşak döşek değil. Ateş
de onlara yorgan. Üstlerinden örtüyor onları. «İşte biz
zalimleri böyle cezalandırırız.»
Şimdi de .bunun karşıtı olan sahneye bakalım:
«Onlar ki iman edip salih ameller işlediler»
ellerinden geldiği, güçlerinin yettiği kadar, fazla değil.
Zira:
«Biz kişiye ancak gücünün yettiği kadar amel
yükleriz.» Peki ne olacak bunların hali?
«Onlar cennet ehlidirler. Orada ebedi
kalacaklardın) Orafl sahipleri ve malikleridirler.
Babalarını, kandırıp cennetten çıkaran şeytana isyan
etmeleri ve ona yüz vermemeleri karşısında bu
cennete sahib olmuşlardır.
Dünyada dost, ahbap iken şimdi birbirine düşman
olan yalanlayım kafirler cehennemde birbirlerine lanet
edip çekişirken iman edip salih ameller işüyen
müminler ise cennette dost, samimi, saf kardeşlik
içindedirler. Kendilerini esenlik ve dostluk
okşamaktadır:
«Göğüslerindeki kini (tasayı çıkanp attık.» Onlar,
üstlerinden ve altlarından ateşler içerisinde kıvranıp
142
kavrulurlarken bunların «altlarından nehirler akar.»
Ötekiler birbirini yermekle, çekiştirmekle uğraşırlarken
berikiler hamd ile ve Allah'ın lütuf ve nimetini itiraf ile
meşguldürler: «Dediler ki; Bizi buraya getiren Allah'a
hamdolsun. Eğer Allah bizi buraya üetmeseydi biz
kendimiz bulamazdık. Rabbimizin elçileri gerçeği
getirmişler. «Ötekiler hakaret ve acılarını daha da
arttırmak için: «Kazandığınıza karşılık azabı tadın» diye
seslendirilirken, bunlara kereme lâyık oldukları
söyleniyor:
«Şöyle seslenildiler: İşte size cennet. Yaptıklarınıza
karşılık ze verildi.»
Arz devam ediyor. Şimdi biz, geçen sahneye
bitişik bir sahne önündeyiz. Artık cennet ehli cennete,
ateş ehli ateşe yerleşmiştir. Bir de bakıyoruz ki birinciler,
cennetten Ötekilere seslemiyorlar:
«Biz Rabbimizin bi«e va'dettiğini gerçek bulduk. Siz
de rab-binizin size va'dettiğini gerçek buldunuz mu?»
Bu soruda da acı bir alay ve yürek soğutma vardır.
Mü'minler va'din tahakkuk ettiğini bildikleri gibi vaîdin
de tahakkuk ettiğini biliyorlar. Ama bu sorul? Alay.
Oradan gelen cevap: «Evet!» Zira inkâra ve
143
kaçamağa imkân yok. işte burada cidal sona eriyor
ve konuşma kesiliyor:
«Aralarında bir müezzin seslendi: Allah'ın laneti
zalimlerin tepesin edir.»
Sonra göz, geniş bir sahaya çevriliyor. Bu da ayrı
bir sahnedir. Cennet ile cehennem arasında ayırıcı
«A'raf» sahnesi. Burası cennet ehlinin cennete,
cehennem ehlinin cehenneme ayrılıp gittiği geçiş
noktası gibidir. Burada bir takım erkekler vardır ki her iki
fırkayı da yüzlerinden tanıyorlar. Onların gittikleri yere
dönüyor ve her fırkaya lâyiki veçhile ya hakaret veya
taltif sözü söylüyorlar.
İşte A'raf ehli, cennet ehline dönmüş, onları
selâmlıyorlar; cehennem ehline de dönmüş, onları
azarlıyor, ayıplıyorlar:
«Allah hiçbir rahmet vermiyecek diye yemin
ettiğiniz insanlar bunlar mı? Bakın şimdi bunlar nerede?
Bunlar cennette selâm alıyorlar, selâmet içinde
yaşıyorlar Son olarak da cehennemden bir ses
işitiyoruz. Rica, yalvarış, zillet dolu, medet diliyen ses:
144
«Cehennem ehli cennet ehline seslendi: Ne olur
üzerimize biraz su veya Allah'ın size verdiği rızıktan bir
parça azık verin»
Biz yüzümüzü cennet tarafına döndürüp, oradan
gelecek cevabı bekliyoruz. Bakıyoruz ki cevap özür
dileme ve hatırlatmadır.
«Dediler: Allah onlan kâfirlere haram kılmıştır!»
Arz böyle etkili bir şekilde neticeye bağlanınca
gayet münasip bir ta'kip geliyor. Sahneleri gösterilen
bugünü insanlara hatırlatıyor, peygamberlerin Âdem
oğullarına getirdikleri Allah'ın âyetlerini yalanlama
yoluna girmekten kaçındırıyor. Bunların tevilini anyarak
âhireti inkâr etmek istiyorlar. Bunların tevi nedir? Arz
ettiğim şekilde cereyanmdan başka tevili yoktur
bunların. Şimdi yalanlıyanlar o zaman ne bir kurtu luş,
ne de şefaatçi bulamazlar:
«Yalnız tevilini mi gözetliyorlar? Onun tevili geldiği
gün daha önce onu unutmuş olanlar der ki: Meğer
Rabbimizin peygamberleri gerçeği getirmiş. Acaba
bize şefaatçiler var mı ki bize şefaat edeler, yahut geri
gönderilelim de yaptığımız amelden başka amel
145
yapalım? Kendilerini mahvettiler ve uydurdukları şeyler
de kendilerinden kaybolup gitti.»üü
Yasîn Suresi uzı
«Diyorlar ki: Eğer doğru iseniz bu söyleyip
durduğunuz şey ne zaman? Onlar sadece bir tek
sayhaya bakıyorlar. Onlar çekişip dururken o hemen
onları yakalayıverir. Artık ne bir tavsiye yapabilirler ne
de ailelerine dönebilirler. Sura üflendi. Hemen onlar
kabirlerinden Rablarina koşarlar. , Dediler: «Eyvah
başımıza gelenler! Bizi yattığımız yerden kim diriltip
kaldırdı? Jşte'bu, Rahman'm va'dettiği şeydir. Peygam¬
berler doğru söylemişler.» Tek bir sayha kopar, hepsi
hemen huzurumuza getirilmiş olur. Artık bugün hiç
kimseye zulmedilmez ve yaptıklarından başka bir şeyle
cezalandırılmazlar»
«Cennet sahipleri bugün bir zevk ve eğlence ile
meşguldürler. Kendileri ve eşleri gölgeliklerde, tahtlar
üzerine yaslanmışlardır. Orada kendilerine meyvalar
ve istedikleri her şey var. Merhametli olan Rabden
onlara sözce de selâm var!»
«Ey mücrimler, bugün (müminlerden) aynim, Ey
Âdem oğulları ben size 'Şeytana kulluk etmeyin. O size
146
apaçık düşmandır. Bana kulluk edin, işte doğru yol
budur diye söylememiş miydim? O sizden nice nesilleri
saptırmıştı. Düşünmediniz mi? İşte size va'dedilen
cehennem. İnkârınıza karşılık bugün ona yaslanın.»
«O gün onların ağızlarını mühürleriz. Elleri bize
konuşur, ayaklan yaptıklarına şehadet eder. İstesek
gözlerini kör
ederdik de yola koşarlardı; nasıl göreceklerdi?!
İstesek onları oldukları yerde meshederdik de ne ileri
gidebilirler, ne geri dönebilirlerdi.»
Yalanlıyanlar soruyorlar: «Bu va'd ne zaman eğer
doğru iseniz?» Cevap yıldırım gibi sür'atli bir sahne
oluyor. «O tek bir na'radan başka bir şey değildir.»
Onlar çekişip dururken o na'ra onları yak al ayı verir,
hemen ölürler. Ne tavsiyeye vakit kalır, ne de gidip
aileleri yanında ölebilirler. Hemen oldukları yerde yığılır
kalırlar. Birinci na'radan sonraki ilk sahne böyle çiziliyor.
Sonra ikinci na'ra. Derhal kabirlerinden çıkıp
sür'atîe ve. dehşet içerisinde mahşere koşarken
birbirlerine soruyorlar:
«Bizi uyuduğumuz yerden Idm kaldırdı?» Ne oldu
bize? Gözlerini uyuşturuyorlar, gerçeği anlıyorlar: «işte
147
bu. Rahman in va'dettiği şeydir. Peygamberler doğru
söylemiş meğer.»
Ve üçüncü na'ra:
«Hepsi celpedilip huzurumuza getirilmiştir.» Saflar
dümdüz, göz açıp yumuncaya kadar ya da daha kısa
bir zamanda her şey hazırlanmış, gösteri başlamıştır.
Hepsi susmuş, dinliyorlar:
«Bugün hic kimseye zerrece zuhn edilmez ve
ancak yaptıklarınızla cezalandırılırsınız.»
işte bu kadar sür'atîe üç sahne tamamlanıyor. Ap
günden şüphe edenleri reddetmek için bu sür'at
lüzumludur.
Sonra iki fırkayı birbirinden ayırma ameliyesi
başlıyor. Göz sağa sola bakıyor. 'Şimdi gözümüzü sağa
çevirelim: İşte şunlar cennet ashabı. Cennet nimetleri
içinde zevk ve eğlence ile meşgul. Güzel bir gölgenin
lâtif serinliği içinde rahat, huzur içinde koltuklara
dayanmışlar. Hem kendileri, hem zevceleri. Orada
kendilerine meyvalar ve istedikleri her şey var. Oranın
gerçek sahibidirler. Her istediklerini elde edebiliyorlar.
Maddî nimet ve lezzetlerin dışında manevi bir lezzet ve
ikram da var ki bunların hepsine değer:
148
«Merhametli Kainlen sözce selâm.»
Şimdi de gözlerimizi sola çevirelim: Şunlar
cehennem ashabı. Hakaret görüyorlar:
«Ey mücrimler bugün ayrılın.» mü'minlerden uzak
durun. «Ben size dememiş miydim İd ey Âdem oğulları
şeytana kulluk etmeyin, o size apaçık düşmandır?»
Babanız Âdem'i cennetten çıkardığı günden beri o
size düşmandır. «Bana kulluk edin», zira «Doğru yol
budur?» Böyle iken siz, aranızdan birçok nesilleri
azdıran şeytandan kaçmadınız. «Düşünmüyor
muydunuz?» Hayır, sizin ne aklınız, ne dininiz vardır. O
halde şu acı ve ağır azabı çekin «İşte va'dedildiğiniz
cehennem. İnkâr edip durmanıza karşılık şimdi ona
girip yaslanın!»
Bu sahne son bulunca kendimizi yeni ve acaip bir
sahne önünde görüyoruz: Şunlar kâfirler, ağızları
mühürleniyor, dilleri konuşmağa malik değil. Elleri
konuşuyor, ayakları ne yaptıklarım söyliyerek
aleyhlerine şehadet ediyor. Bu, cidden hayali kaldıran,
vicdanı harekete getiren harika bir sahnedir.
Bu sahnede haller değişiyor. Bu sahne içinde
bulunan insanın, kendi uzuvları birbirine düşüyor.
149
insanlık şahsiyeti çözülüyor, her uzuv kendi derdini
düşünüyor.
Bu sahne ile hayalimizi uyandırmak suretiyle bizi,
başka bir sahneyi seyretmeğe hazırlıyor. Bu sahne de
gözleri söndürülmüş, kör olarak yola bırakılmış, yolu
bulmak için bilmeden şuraya buraya koşuşan
insanların meydana getirdiği sahnedir, adamlar
araştırmıyorlar, sadece körü körüne koşuyorlar. «Nasıl
görecekler böyle?»
Hayal, gözlerinin ışığı söndürülmüş, körü körüne
yolda koşuşan bu insanların gülünç hallerini,
hareketlerini katıla katıla seyrederken yeni bir işaret,
bütün hareketleri aniden kesiyor. Biraz önce koşuşan,
çalkanan bu adamlar, oldukları yerde donakalıyorlar
yürüyemiyen heykeller haline geliyorlar:
«İsteseydik, onları oldukları yerde dondururduk, ne
ileri geri gidemezlerdi!» üm
Furkan Suresi
1- «Kıyamet saatini yalanladılar. O saati
yalanlıyanlara bir saîr (çılgın alevli bir ateş) hazırladık.
Bu ateş onları uzak bir yerden görünce onua öfkesini
ve uğultusunu İşitirler. Elleri ayaklarına zincirlerle bağlı
150
olarak o cehennemin dar bir yerine atıldıkları zaman
orada yok olup gitmeyi isterler. «Bugün bir kere yok
olmayı değil, birçok yok olmayı isteyin.» De ki: «Bu mu
iyi, yoksa müttakilere va'dedilen ebedî cennet mi?
Orası onlar için bir mükâfat ve gidilecek yerdir.» Orada
ebedî olarak istediklerini elde ederler. Bu, liabbımn,
yerine getirilmesi istenen bir va'didir. O gün onları ve
Allah'tan başka taptıklarını hasreder (toplar), der ki:
«Bu kullarımı siz mi saptırdınız, yoksa kendileri mi yoldan
saptılar?» Derler ki: «Hâşâ, senden başka dostlar
edinmek bize yaraşmaz. Fakat sen onları ve babalarını
nimetler verip yaşattın da zikri unuttular ve helaki hak
eden bîr millet oldular.» «Söylediklerinizde sizi ya¬
lanladılar. Arük (azabı) çeviremez ve bir yardım da
göremezsiniz. Sîzden kim zulmederse ona büyük bir
azap taddırmz.»
2 - «Bizimle karşılaşmayı ummıyan kimseler dedi
(ler) ki: Bize bir melek indirilmemeli mi, ya da Kabininizi
görmemeli mi idik? Andolsun kî kendi kendilerine
kibirîendiler ve pek asın bir şekilde azdılar. Melekleri
gördükleri gün suçlulara müjde yoktur. Derler ki: «İyi
haber size yasaktır.» Yaptıkları her amelin önüne geçtik
151
ve onu etrafa saçılmış toz duman haline getirdik. O
gün cennet sahiplerinin kalacakları yer daha iyi ve
dinlenecekleri yer çok güzeldir. O gün gök, beyaz
bûlutîır parçalanır ve melekler indirilir. O gün gerçek
hükümdarlık Rahman'a aittir. Ve o, kâfirler için çok
çetin bir
gündür.
«O gün zalim, ellerini ısırıp «Nolaydi, keski ben resul
ile beraber bir yol edineydim! yah bana nolurdu ben
talanı dost edimneseydim! Beni bana, gelmiş olan
zikirden saptırdı. Zaten şeytan insanı yalnız ve
yardımcısız bırakır.»
3 - «Cehenneme yüzü koyun toplananlar^ işte
onlar yer bakımından çok kötü ve yol balonundan çok
sapkındır!»
1- Teşhis-burada bu kelime ile canlı olmıyan
şeylere, manalara ve ruhî hallere hayat verip
canlandırma anlamım kasdediyoruz-Kur'an-ı Kerim'in
çok görülen bir ifade tarzıdır. Kur'an, tasvir ettiği
suretlere öyle bir edebî güzellik vermiştir ki eşyaya
hayat gelmiş, cansız şeyler nefes alan, yürüyen, cevap
152
veren, hasılı hayatla dolup taşan varlıklar haline dön-
müştür.1201
İşte şimdi biz hayali coşturan sahnelerden biri
önündeyiz: Çılgına donen ateş sahnesi. Bu ateşte
hayat var: Etrafına bakıyor, kıyamet saatini uzaktan
yalanlıyanlan görüyor. O
«Onlan uzak bir yerden gördüğü zaman onlar da
onun öfkesini ve uğultusunu işitiyorlar.» Ateş, yanıyor,
onları uzaktan görünce onlara kargı öfkesinden ve
kızgınlığından kükremeğe başlıyor, uğultular çıkarıyor,
öfkesinden çatlıyor, intikam püskürüyor, intikamla
yanıyor. Onlar da ona doğru gidiyorlar! Çok korkunç
bir sahne, acaip, harika bir manzara. Bir bekleme
dakikaları ama ne dakikalar!
Elleri ayaklarına zincirlerle bağlı olarak
cehennemin dar bir yerine atıldıkları zaman orada yok
olup gitmeleri için duâ ederler.» Bu korkunç intikam ile
yanan, yıkıp mahvetmeğe hazır ateş kâbusuna geldi
kavuştular. Şimdi serbest de değiller ki hiç değilse
azıcık olsun onunla mücadele edebilsinler, kendilerini
savunsunlar. Zincirler içinde elleri ayaklarının yanma
getirilip bağlanmış olarak cehennemin dar bîr yerine
153
atıldılar. Artık kendilerini bu belâdan kurtaracak tek
çarenin ölüm olduğunu anladılar. Ölüm istemeğe
başladılar. Bugün ölüm, onu temenni edenin tek
kurtuluş yoludur, tek güveni ve garantisidir. Ama ne
gezer? îşte dualarının reddedildiğini işitiyorlar. Hem de
gayet umut kestirici bir tarzda işitiyorlar onu: «Bugün bir
kere yok olmayı değil, birçok kere yok olmayı isteyin.»
Tesir, gayesine varınca emir, Resul (S.A.V.) e
teveccüh ediyor: «De ki: Bu mu iyi, yoksa müttakilere
va'dedilen cennet mi? O, onlara bir mükâfat ve
gidilecek yerdir. Orada istediklerini bulur, ebedî kalırlar.
Bu, Rabbına, istenen bir va'ddir.» Elbette cennet iyidir.
Hiç cennetle bu dayanılmaz belâ mukayese edilebilir
mi? Ey insanlar, seçme elinizdedir. îster bunu, ister onu
seçersiniz!
Yeri gelmişken bu kısa göz atıştan sonra başka bir
azap sahneyi sunuyor: Allah'a başka ilâhları ortak
koşan o kıyamet sahnesini yalanlıyanların sahnesi.
Toplandılar bir araya Allah'tan başka taptıkları da
kendileriyle beraber toplandı. Hepsi, âbidler ve
mâ'budlar bir sırada kahredici tek Yaratıcının önünde
durdular. O zaman ma'budlara hitap yöneltiliyor: «Siz
154
mi bn kollarımı saptırdınız, yoksa onlar mı yolu sapıt¬
tılar?» Allah biliyor ama bu cevap talebi, arz
sahasında gayet etkili oluyor. Cevap da şu tanrılardan
kahredici tek İlâha yönelme o küfür ve sapıklıktan
teberrî, şu cahil münkirlerden kurtulma tarzındadır:
«Dediler: Seni teşbih ederiz; senden başka dostlar
edinmemiz bize yaraşmaz. Fakat sen onlan ve
babalarını azıcık yaşattın diye zikri unuttular, helaki hak
eden bir millet oldular.» O zaman hitap, bu hitap
anlamaz cahillere yöneliyor: «Siz dediğinizi
yalanladınız. Artık ne ateşi kendinizden çevirmeğe, ne
de yardımcı bulmağa kadirsiniz.» Ne azabı
kendinizden savabilirsiniz, ne de kendinize yardım ede¬
bilirsiniz. Siz ancak helak olucu ve yenilmişlersiniz.
Biz ve onlar büyük arz sahasında bulunurken suâl
ve cevaplar işitiyoruz. Zira söz gelimi bizi ve onları
henüz arz devam ederken dünyaya naklediyor.
Cenabı Hak diyor ki: «Sizden kim zulmederse ona
büyük bir azap taddinnz.» ta ki o korkunç durumun
hayali zihinlerde iken bu ikaz yapılsın ve tesirini
göstersin. Umumiyetle Kur'an metodu budur. Bir şimşek
çakışı içinde dünya ile âhireti, nimet sahneleriyle azap
155
sahnelerini bir araya getirir. Nimete teşvik eder,
azaptan uyarır, korkutur. Bunu sür'atle yapar. Çünkü
vicdanda tergîb ve terhîb gayelerini gerçekleştirmek
için bu sahnelerle vicdana hitabetmektedir. Onun için
bu sahneleri böyle sür'atli gösterir, birinden diğerine
geçer.
2 - Bazı kâfirler, beşer olmasını, insanlar gibi yiyip iç
meşini, sokaklarda dolaşmasını bahane ederek Resulü
yalanlıyorlardı:
Bizimle karşılaşmayı umnııyanlar dediler ki: Bize
melekler indirlmemeli miydi, ya da Rabbmıızı görmeli
değil miydik?»
Cevap, istekleri tahakkuk edip melekleri
görecekleri günün resmini çizmekle veriliyor. Melekleri
gördükleri zaman ne olur:
Melekleri gördükleri gün, işte o gün mücrimlere
müjde yok.»
Bu. ceza günüdür. O günde mücrimlere müjde
verilmez, fakat azap edilir. Tekliflerine ne feci, ne âni
cevap. O gün diyorlar ki: «Hicredilmi;? bir mahcur.»
yani haram ve mahrum. Bu perden ve düşmanlardan
sakınma cümlesidir. Dünyada iken düşmanları
156
uzaklaştırmak ve onların azabından kurtulmak için bu
cümleyi söylerlerdi. Şimdi birden bire bu hal ile karşı¬
laşınca şaşırarak bu cümleyi söylüyorlar. Fakat bugün
onlar nerede, söyledikleri söz nerede. Bu duâ, onları
hiçbir azaptan korumuyor. «Biz onların yaptıkları her
amelin önüne geçtili ve onu saçılmış toz duman haline
getirdik.» İşte böyle bir an içinde hayal, zihinde
cisimlenen bu hareketin peşine düşüyor. Amellerin
kalkışını, fezada toz zerrelerinin kalkışını seyrediyor ve
anlıyor ki onların yaptıkları bütün ameller, fezadaki toz
zerreleri gibi saçılmış, uçmuş gitmiştir.
Burada yeri gelmiştir. Tekrar cennet ashabına bir
nazar atfediyor. Onlar «O gün oturacakları müstakar
bakımından daha iyidir.» Burada istikrar, hebâ-i
mensurun hafifliğine mukabil ağırlık ifade ediyor,
îtmi'nan ise, şaşırtarak duayı dile getiren korkunç hale
mukabildir.
Onlar «Eğlence bakımından daha güzeldir.»
Gölgeler'altmda, nimetler içinde istirahat
etmektedirler.
Kâfirler, Allah'ın, buluttan bir gölge içinde
kendilerine gelmesini istemişlerdi. Bu istekleri de Yahudi
157
efsanelerinden doğuyordu. Bu efsaneler, Allah'ın, bir
bulut içinde insanlara göründüğünü söylüyordu. Bunun
tesiri altında kalan müşrikler de Allah'ın böyle gelip
görünmesini istiyorlardı. Şimdi Cenab-ı Hak onların bu
tekliflerine dönüyor ve bu teklifleri tahakkuk ettiği
zaman meydana gelecek sahneyi tasvir ediyor»
O gün gök beyaz bulutlarla parça parça olur,
melekler de indirilir. O gün gerçek hükümdarlık
Rahman'a aittir.» Bu, o inkâr ettikleri gündür.
«Kâfirler için çok çetin bir gündür. îşte olmasını
temenni ettikleri gün!
Sonra dönüp pişmanlık sahnesini arz ediyor.
Öyle"üzün bir şekilde arz ediyor ki dinleyici bunu hiç
bitmiyecek sanıyor. Bu sahne, pişmanlıktan, teessüften
ellerini ısıran zalimin sahnesidir. «Zalim o gün, ellerini
ısırarak der İd: Vah bana ne olur. Resul ile beraber bir
yol tutsaydım, eyvah! Nolur talanı dost edinmeseydim,
o beni bana gelmiş zikirden saptırdı. Zaten şeytan
insanı yalnız ve kimsesiz bırakır.» Etrafındaki her şey
susuyor. Acıklı sesini ve acı feryadını o kadar uzatıyor ki
bu sahneyi seyredenler dahi sahneden mütessir olup
onun pişmanlığına iştirak ediyorlar. Zaten arzı
158
uzatmadan maksad da budur. Kur'anda edebî ahenk
çeşitlerinden biri de bu şekilde arzı uzatmadır. J 2 U
3 - Bu âyetlerden sonra surede, cehenneme
toplananların hdi gösteriliyor. Orada onlar maddî azap
yanında manevi tahkire de maruz kalıyorlar:
Yüz üstü cehenneme toplananlar var ya» onlar
yüzleri üstüne kapanmış, dertli, kederli cehenneme
kapatılmışlardır. Maddî bit sahnedir bu. Allah'tan
korkanlar bundan korunur, ya-lanlayıcılar bundan
kaçınır. Bu azap hakaretle de katmerleşir:
Onlarm yeri daha kötü ve yolu daha sapıktır.» 1221
Fatır Suresi 1221
Adn cennetlerine girerler. Orada sütun bilezikler
ve inci-lerle süslenirler. Oradaki elbiseleri de ipektir.
Derler ki: «Bizden üzüntüyü gideren Allah'a ha m dol
sun. Şüphesiz Kabbımız bağışlayıcıdır, gükrün karşılığını
vericidir. Bizi keremiyle ebedî kalınacak eve yerleştiren
O'dur. Orada bize ne bir yorgunluk dokunacak ne de
halsizlik dokunacaktır.
«Küfredenlere gelince onlar için de cehennem
ateşi vardır. Ne ölümlerine hükmedilir ki ölsünler, ne de
kendilerinden cehennemin azabı birazcık olsun
159
hafifletilir. îşte biz her inkarcıyı böyle cezalandırırız.
Onlar orada «Rabbımız bizi çıkar, yaptığımız amelden
başkasını yapalım!» diye bağrışırlar, söğüt alacak
insanın öğüt alabileceği kadar bir zaman sizi ya¬
şatmadık mı? Size uyarıcı da geldi (inanmadınız). Öyle
ise tadın, zalimlerin bir yardımcısı yoktur.»
Burada Kur'an âdeti uyarınca yine karşılıklı iki
sahne var: Cennette nimet görenlerin sahnesiyle,
cehennemde azap çekenlerin sahnesi. İkisi de insan
ruhunda birbirinden farklı, kendilerine has izler
bırakıyorlar. Fakat bu etkiler aynı gayede birleşirler.
Oradan kendi öz istikametlerine giderler.
Birinciler cennettedirler. Sahne, görülen maddî bir
nimet, hissedilen ruhî bir naîm ile açılmıştır. Onlar
«Orada altım küpelerle, incilerle süslenmişler. Elbiseleri
de orada ipektir.» Bu, ruharı okşıyan maddi refahın bir
kısmıdır. Bunun yanında şu rıza, huzur ve itmi'nan:
«Bizden üzüntüyü gideren Allah'a hamdolsun.» Dünya,
sıkmtılariyle güçlükleriyle, üzüntüleriyle ebedî cennetle
mukayese edilirse dünyanın kendisi de hüzün sayılır.
Haşr günü de ızdırap ve büyük hüzün kaynağıdır.
«Şüphesiz Rabbımız bağışlayıcı ve şükrün karşılığını veri-
160
cidir. Bizi bağışladı. Keremiyle amellerimizin karşılığım
verdi Bizi ebedî eve kondurdu.» Oturmamız, karar
kılmamız için bu evi bize keremiyle verdi. Yoksa burası
bizim hakkımız değil. O, keremiyle, lûtfiyle bunu
dilediğine verir. «Burada bize ne bir yorgunluk dokunur,
ne de halsizlik.» Burada bizim için nimet, rahat ve
güven bir aradadır.
Bütün hava kolaylık, rahat ve nimet havasıdır. Bu
havayı ifade etmek için seçilen kelimeler de
melodileriyle ve ika' lariyle tatlı rahmet havasına
uymaktadır. Hatta hüzn kelimesinden de sükûn
kaldırılmış, kelimeyi hafifletmek için al-ha-zen denmiş.
Cennete de «Dâru'l-mııkâım» deniyor. Onlara do-
kunimyan nasab ve lüğ-ûb da sadece birer
dokunucudurlar. İfadenin musikisi de tamamen
yumuşak, sakin ve tatlıdır. Şimdi de diğer tarafa
bakalım. Ne görüyoruz? Çalkantı, hiçbir halde
duramamak, kararsızlık:
Küfredenler için cehennem ateşi vardır. Ne
ölümlerine hükmedilir ki ölsünler, ne de kendilerinden
cehennem azabı biraz hafifletilir.» Ne o, ne öteki.Ölüp
161
rahat etmek bile yok: «işte biz, her inkâr edeni böyle
cezalandırırız.»
Bunları seyrederken birden bire yankıları birbirine
karışan, her taraftan uğuldayıp kaba, canhıraş bir ses,
kulaklarımızı yırtıyor. Ne diyor bu ses:
Rabbimiz, bizi çıkar, yaptığımız gibi değil, salih
amel işleyelim!» «Bu Allah'a yönelme, itiraf ve
pişmanlıktır. Ama iş işten geçtikten sonra. Onun için
sert bir azarlamayı taşıyan şu kesin reddi işitiyoruz:
Sizi öğüt alanın. Öğüt alabileceği kadar bir süre
yaşatmadık mı?» O geniş ömürden, o güzel fırsattan
faydalanmadınız. Halbuki o ömür, öğüt almağa kâfi
idi. Üstelik (tenbih ve tahzir için)
«Size uyarıcı da gehnişti.» öğüt almadınız,
sakınmadın
«O halde tadın. Artık zalimlerin bir yardımcısı
yoktur.»
Bu takdim edilen sahneler, karşılıklı iki tablodur:
Güven, rahat tablosu karşısında çalkantı, ızdırap
tablosu var. Şükür ve duâ nağmesi karşısında canı
bedenden çeken bağırtı ve iniltinin kulak tırmalaması.
İnayet ve ikramın karşısında ihmal ve azarlama.
162
Yumuşak melodinin, tatlı ika'ın karşısında kaba melodi,
sert, haşîn ika' bulunmaktadır. Bu suretle sahnenin
gerek bütününde, gerek cüzlerinde tekabül ve uyum
tamamlanmış oluyor, im
Meryem Suresi 12a
1- «Rahrman'ın kullarına gaybde va'dettiği Adn
cennetleri (ne gireceklerdir.) O'nun sözü muhakkak
yerine getirilir.
Orada boş söz değil, sadece selâm işitirler. Sabah
akşam rızıkların da hazır bulurlar. Kullarımızdan ittika
edenlere vereceğimiz cennet işte budur.»
2 - «Rabbına andolsun ki onları şeytanlarla
beraber hasredeceğiz. Sonra onları getirip
cehennemin çevresinde diz çöktüreceğiz.»
3 - «..Müttekiteri o gün, Itahman'a komik olarak
toplarız. Mücrimleri de suya götürür gibi cehenneme
süreriz. Asla şefaatte bulunamazlar. Ancak Rahmanın
huzurunda bir ahid alniîş olan başka, (o şefaat
edebilir.)»
4 - «İman edip salih amel işüyenler için Rahman bir
sevgi yaratacaktır.»
163
Cennet tablosu sakin, tatlı. «Orada boş söz değil,
sadece bir selâm işitirler.» Ne fazla söz, ne cidal, ne
kavga. Orada bu havaya münasip tek ses işitilir. O da
tatlı, razı edici selâm sesi. Bu cennette rızik tekeffül
edilmiştir. Onu arayıp zahmet çekmeğe ihtiyaç yoktur.
Zaten bu hoşnud eden havaya, bu rıza havasına talep
yaraşmaz. «Sabah akşam nzıldan kendilerine verilir.»
«Kullarımızdan İttika edene vereceğiniz cennet işte
budur.»
Sonra -söz, kıyameti yalanlıyanlara getiriliyor:
etnsan der ki öldükten sonra diri olarak çıkarılacağım
ha » Tehdidi bir kasemle bu sözü reddediyor: «Rabbina
andolsun ki elbet-te onları ve şeytanları bir araya
toplıyacağız.» Yalnız onları değil, şeytanları da
hasredeceğiz. Onlar ve şeytanlar hep beraber.
Onlarla şeytanlar arasında tabi' metbu ya da arkadaş¬
lık bağı vardır. Burada onların maddî bir görünüşü
tasvir edilmektedir. Cehennemin çevresinde diz
çökmüş bir halde toplanmışlardır. Yüz üstü kalma ve
ümitsizlik, korkunun verdiği bir diz çöküş. Sonra bunlar
bölüm bölüm ayrılıp cehenneme atılıyorlar. Bunlardan
her birinin baş çekenini,' en çok baş kaldıranını, en
164
azılısını, kuvvetlilerini ayırıyor (nenzi'anne) kelimesinde
ve bunda bulunan geddede bu ayırı-Şin şiddeti
aksediyor. Ve insan, bundan sonra gelen kazf olayını
derhal tahayyül ediyor. Hayalde intizaı takibeden
hareket, kazftır.
İfadeden anlaşılıyor ki mü'minler bu sahneyi
görüyorlar.. Fakat dünyada bugünden ittika ettikleri
için kurtuluyorlar. Buradan salimen ayrılıyorlar,
mücrimleri cehennemde diz çökmüş olarak
bırakıyorlar.
Sonra söz başka bir sahneye intikal ediyor.
Bunların ve onların hallerini özetle belirten başka bir
sahne gösteriliyor. Bunda sür'atli bir tekabül var. Bu
sahnede mü'minler vefden (konuk olarak) Rahman'ın
huzuruna toplanmışlardır. Mücrimler ve virden (suya
götürülür gibi) cehenneme gitmektedirler. Vefdin yönü
«Rahman» dır. O'nun iyiliği ve rahmeti karşılar onları.
Virdin yönü de cehennemdir. Onları da cehennemin
alevleri karşılar. Kendilerine şefaat edemezler. Zaten o
gün şefaat de yoktur. Ancak salih bir amel yapan,
Allah indinde makbul bir amel işliyen kimseye şefaat
izni verilir.
165
Bir tablo daha takdim ediyor, şu tabloya bakın:
«îman edip salih ameller işliyenler için Rahman bir
sevgi yaratacaktır.» Bu da ma'nevî, lâtif bir rahmet
tablosudur. Bunun esası Rahman ile birtakım kulları
arasındaki yüksek sevgidir. Bu, başlı başına öyle eşsiz
bir nimettir ki hiçbir nimet buna eş olamaz. i2£i
Taha Suresi 12a
1- «Kim liabbına suçlu olarak gelirse, cehennem
onun içindir. Orada ne ölür, ne de yasar. Kim O'na
mü'min olarak gelirse onun için de en yüksek
dereceler, altından nehirler akan cennetler var.
Orada ebedî kalırlar. Bu, arınanların mükâfatıdır.»
2 - «Sur'a üflendiği gün, İste o gün mücrimleri
gömgök toplarız. Kendi aralarında saklı saklı «Siz
dünyada ancak on gün eğleştiniz.» diye konudurlar.
En doğru görüşlüleri «Kir günden fazla durmadınız»
deyince ne diyeceklerini biz daha iyi biliriz. Sana
dağlardan soruyorlar, de kî: «Onları Kabbuu un ufak
edip savuraeak, yerlerini dümdüz, bomboş bırakacak.
Oralarda ne bir eğrilik ne bir yumruluk (tümsek)
göremîyeceksin. O gün davetçiye bîr eğriye sapma¬
dan uyarlar. Sesler, Rahman'ın heybetinden kısılmıştır.
166
Artık hışıltıdan başka bir şey işitmezsin. O gün şefaat
fayda vermez. Ancak Rahman'ın izin verdiği ve sözüne
razı olduğu kimse başka, (O şefaat edebilir.) Allah
onların geçmişlerini de geleceklerini de bilir. Onlar onu
kavrıyamazlar. Yüzler diri ve her an yaratıklarını gözetip
idare edene baş eğmiş, zulüm yüklenen ise hüsrana
uğramıştır.
«Kim inanmış olarak iyi işler yaparsa o, ne bir zulüm
korkar, ne çiğnenmeden.»
3 - «Dedi ki: İkiniz de oradan inin. Hepiniz bir
düşman olarak. Benden size bir hidayet geldiği zaman
kim benim hidayetime uyarsa o sapmaz ve bedbaht
olmaz.. Kim de zikrmıden yüz çevirirse onun için dar bir
geçim vardır. Kıyamet günü onu kör olarak hasrederiz.
Der ki: «Rabbim, niçin beni ktVA olarak başreyledin,
oysa ben görür idini.» (Rab) der ki: «öyle, sana
âyetlerimiz geldi, onları unuttun. Bugün de sen böyle
unutulacaksın.»
1- Bu suredeki birinci sahne, A'lâ suresinde vasfı
geçmiş olan «Orada ne ölür, ne yaşam şeklinde ifade
edilen azap sahneyidir. Ancak burada ayrı bir üslûpta
geliyor: «Kim Rab-bına suçlu olarak gelirse onun için
167
cehennem vardır. Orada ne ölür, ne de yaşar.» Orada
bu siyakta değildi. Hem burada suçlu olarak geliyor.
Başkasına karşı da değil, Rabbınâ karşı suçlu geliyor.
Bu gelişi bu şekilde çizmede kuvvetli bir alay ve
hakaret vardır. Sonra buna- yüksek derecelerde
bulunan mü' minler tablosu ilâve ediliyor. Orada bu
tablonun esasını "göstermiştik. Fakat biliyoruz ki bazı
resimler tekerrür eder ama siyakta yapılan ufak bir
değişiklik, resme bambaşka bir çehre
kazandırmaktadır. İşte burada da böyle olmuştur. Bu
tablo A'la suresinde de vardı ama burada ufak bir
değişiklik ona, yep yeni bir hüviyet vermiştir.
2 - ikinci sahne, yeni bir sahnedir. İşte suçluların, ke¬
derden tasadan yüzleri gömgök 1281 bir halde
haşrolunuyorlar. Ve işte şunlar aralarında gizli gizli
konuşuyorlar. Haşr sahası üzerine çöken müthiş
korkudan seslerini yükseltemiyorlar. Ne hakkında gizli
konuşuyorlar? Kabirlerde geçirdikleri günler hakkında.
Ne kadar zaman geçirdiklerini tahmine çalışıyorlar.
Kendileri ölmüş, zaman şuurunu yitirmiş idiler. Şimdi
«Ancak on gün kaldık» diyorlar. En doğru görüşlüleri
«Yalnız bir gün kaldınız» diyor. Cahilleri de âlimleri de
168
aynı şekilde şaşkınlık içindedirler. Hattâ âlimler,
bilmezlikte daha ileri. Çünkü «Ancak bir gün kaldınız»
diyorlar. Ne olursa olsun bu, bir birden birelik, şaşkınlık
halidir. İnsan hallerin değiştiğini görüyor ama ne kadar
zaman geçtiğini bilemiyor. Sezgi ve tahmine
dayanıyor.
Bu kavmin karşılaştığı korkuyu anlamamız için
yüksek dağların haline bakmalıyız: Dağlar un ufak olup
savrulmuş, ne bir yükseklik, ne de alçaklık kalmamış,
eğrilik gidip dümdüz olmuş.
Dağları un ufak edip savurduktan, dümdüz
ettikten sonra sanki fırtına diniyor, her şey susuyor, ses
alçalıyor, (mahşer-dekiler) kendilerini Allah'a çağıranın
sesini işitiyorlar, ona tabi oluyorlar, sessiz sedasız teslim
olup bir tarafa bakmadan geri kalmadan onun
emrine gidiyorlar. Bu teslim oluşları «Eğrisi büğrüsü
olmıyan ( bir uyuşla) çağırana tabi olurlar» şeklinde
ifade ediliyor.. Bu ifade, yükseği, alçağı çukuru
tümseği olmıyan dağlar sahnesine pek uygun
düşmektedir.
Ve korkunç susma ve yaygın sükûn her tarafı
kaplıyor.
169
«Rahman'm heybetinden sesler kısılmıştır. Artık .his.
üt başka bir şey işitmezsin.», «Yüzler, diri ve her an
yaratıl gözeri idare edene baş eğmiştir.»
Bütün sahneye korku, sükût, sükûn ve huşu hakim.
Söz hışıltısı, soru gizli, huşu derin, yüzler boyun eğmiş,
Hayy-a Kayyum'un celâl ve heybeti ağızları kapamış.
Kendine izin verilenden başka kimsenin şefaat hakkı
yok. Bütün ilim Allah'a mahsus. Zalimler, zulümlerini
taşıyorlar, hüsranla karşılaşıyorlar, îman edenler, huzur
ve güven içindedirler. Ne bir zulüm edilmekten, ne de
çiğnenmekten korkuyorlar;
Bütün havayı celâl kaplamış. Rahman'm
huzurunda O' nun celâl ve azameti her şeyi derin bir
korku ve sessizliğe atmış...
3 - Müteakiben Âdem kıssasını özetle takdim
ettikten, Âdem'in İblisle beraber cennetten inişini,
birbirlerine düşman oluşlarım, Allah'ın, peygamberleri
vasıtasiyle göndereceği hidayeti gözetleme içinde
bulunduklarını söylüyor: «Kim hidayetime uyarsa ne
sapar, ne de azar.» Bu şaka ve dalâl, Âdem' in elinden
çıkan Firdevs'teki nimet ve hüdâmn karşılığıdır. Âdemin
ve oğullarının, bu yer yüzünde karşılaşacağı şaka ve
170
dalâldan bedeldir. Burdaki hüdâ sanki o cennetteki
nimetin mukabili olmaktadır. Ona uyan sapmaz,
azmaz. «Kim beni anmaktan yüz çevirirse onun için dar
bir geçim vardır.» Allah ile ve Allah'ın rahmetiyle bağı
kesilmiş bulunan kimse ne kadar müreffeh olursa olsun
yine dardır. Âhirette de bu kimse tuhaf bir şekilde
haşrolunacaktır. Kör haşrolun a çaktır. Bu, bir nevi,
dünyadaki sapıklığı cinsinden bir sapıklıktır. Bundan
dolayı soruyor: «Ya Rabbi, niçin beni kör olarak
haşreyle-din, oysa ben görür idim?» Cevap «Bizim
âyetlerimiz de böyle sana geldi idi de sen onları
unuttuydtm. Şimdi sen de öyle unutulacaksın.»
ifadede düzen, tasvirde düzen: Cennetten iniş,
şaka ve dalâl; cennete dönüş, şeka ve dalâlden
kurtuluş. Cennetteki genişlik, dünyadaki darlık; hidayet
ve körlük. Hep birbiriyle karşılıklıdır.
Bu sahne, Âdem kıssasını takiben gelir. Bu kıssa
bütün insanlığın kıssasıdır. Gösteri cennette başlıyor,
yine cennette son buluyor. A'raf süresinde geçtiği
üzere. Ancak oradaki sahnelerle buradaki sahneler
arasında bazı farklar vardır. Böylece genel sahneler
esasta birleşiyor, teferruatta ayrılıyorlar, işte Kur'an
171
sahnelerinin cüzlerinde yapılan bazı değişikliklerle
sahne yepyeni bir, şekle- sokulmakta, sahnenin yeni bir
yönü anlatılmakta ve tekrar bertaraf edilmektedir.1291
Vakia Suresi E®
1 - «O kıyamet olayı koptuğu zaman onun
kopmasını yalanhyacak yoktur. Alçaltir, yükseltir. Yer
bir sarsılış sarsıldığı, dağlar bir serpiliş serpildiğl, hepsi
dağılıp toz duman haline geldiği ve siz de üç çift
olduğunuz zaman. Amel defteri sağ tarafından
verilenler, nedir o kitabı sağ tarafından verilenler!
Kitabı sol tarafından verilenler, nedir o sol ashabı!? İyi
ide ileri gidenler o sabikun, nimet cennetlerine yaklaş¬
tırılanlar onlardırlar. Onların birçoğu evvel gelenlerdir,
birazı
da sonra gelenlerdendir. Murassa' tahtalara
karşılıklı olarak yaslanırlar, ölümsüz gençler
çevrelerinde, baş ağrısı ve dönmesi vermiyen
bembeyaz bir kaynaktan doldurulmuş kâseler, ibrikler,
kadehler; seçecekleri meyvalar, arzulayacaklan kuş
etiyle dolaşırlar. Sedefteki inci gibi parıl parıl parlayan
ceylân gözlü huriler. Bunlar işledikleri (güzel) amellere
karşılıktır. Orada ne boş söz, ne de günaha sokacak bir
172
söz işitmezler. Sadece bîr söz işitirler: Selâm, selâm. Sağ
ashabı, nedir o sağ ashabı?! Onlar dikensiz sedir
ağaçlan, uzamış gölge altında, çağlayıp akan su
başında, bitip tükenmiyen, yasak da edilmi-yen bir çok
meyvalar içinde yüksek döşekler üstündedirler. Biz o
ceylân gözlüleri, defterleri sağdan verilenler için yeni¬
den yarattık. Onları bakire, eşlerine düşkün, aynı yaşta
kıldık. Bunların birçoğu evvelkilerden, birazı da
sonrakilerdendir. Sol ashabı, nedir o sol ashabı ?
İnsanın içine îşliyen bir sıcaklık ve kaynar su içinde
serinliği ve hoşluğu olmıyan kara bir dumanın
gölgesinde bulunurlar. Onlar bundan Önce şımartılmış
idiler. Ve büyük günah işlemekte direnip dururlardı. Ve
derlerdi ki: Biz ölüp toprak olduktan sonra, biz mi
diriltilecek misiz?. Önce gelip geçmiş babalarımız ha?
De ki: Evvelkiler de sonraldler de bilinen bir günün
vaktinde toplatılacaklar. Sonra siz ey sapkınlar,
yalanlayıcılar bir ağaçtan, bir zekkumdan yiyeceksiniz.
Ondan karınlarınız doldurulacak. Onun üzerine de
kaynar sudan içeceksiniz, hem de susamış develerin
suya saldırışı gibi içeeeksiniz. îşte ceza günü onların
kondnmlacağı yer budur.
173
2 - «O halde can boğaza geldiği zaman ki sîz o
zaman bakıp durursunuz; biz ise ona sîzlerden daha
yalanız ama siz görmezsiniz. Evet haydi dine boyun
eymiyecek, ceza görmiye-cekseniz onu geri
çevirsenize! Davanızda doğru iseniz. Eğer o (ölen
kimse Allah'a) yakın olanlardan ise onun için reyhan
ve nalın cenneti vardır. Eğer ashabı yeminden ise
«Ashabı yeminden sana selâm.» Ama sapık
yalankyanlardan ise ona ateş konukluğu ve
cehenneme yaslanış vardır.»
Burada kıyamet korkusu, Kari'adaki gibi maddîdir.
Fakat bazı tarafları yeni bir şekildedir. Burada, kıyamet
«Vâkia» dır. Vakia, inkâr ve tekzibi mümkün ölnııyan bir
olaydır. «O olay vukua, geldiği zaman, onun vak'asını
yalanlıyaoak (bîr dil yoktur.» «Usiyi al-Vakia kelimesi,
vavdan aonraki medd
(uzatma) ve sükûniyle yukarı kaldırılıp bırakılan ve
oradan yere döşeri ağır bir cisme benzer. His bu cismin
çat diye düşmesini bekler. İşte hissin bekleyişine siyak
böyle cevap veriyor. Kelime, böyle bir düşüşü
canlandırıyor. Bu vakia, «Hadia, râfia: alçaltıcı,
yükselticidir.» Nasıl madde aleminde yukarıdan düşen
174
ağır cisimler düştüğü yerde çukur açar, bir taraf
çukurlaşır öbür taraf yüksek kalırsa «Vakia» da
birçoklarının kalkacağı, bir çokların alçalacağı günde
mana aleminde o yükseliş ve alçalışı yapıyor.
Sahnenin genel havası titreşme, sarsılma olduğundan
siyak da sarsıntı tablolarını gösteriyor.»
Arz bir sarsılışla sarsıldığı zaman.» al-Vakia,
yüksekten inip sarsarak sallaması yanında pamuk gibi
abp öğüttüğü için siyak, his âleminde bu manada
şekiller gösteriyor:
Dağlar bir serpiliş serpildlği zaman», her gey dağ
ufak olup savrulur, toz zerreleri gibi havada uçuşur.
Toz duman haline gelir.» Böylece bütün
tablolarda vakianın uyandırdığı manalar tahakkuk
eder, bu manalara uygun maddî korku sona erer.
Bu sahne biter ki kendimizi büyük bir sahada
bulalım rada cereyan eden sahneyi seyredelim. îlk
defa burada insanları iki değil, üç fırkaya ayrılmış
görüyoruz. Kur'an sahnelerinde insanlar umumiyetle iki
fırka olarak gösterilir: fîü
:Siz üç fırka olduğunuz zaman», Allah'a yaklaşmış
olan sabıklar fırkası-ki bunlar evvel gelenlerden, birazı
175
da sonra gelenlerden teşekkül eder, ashabı meymene
veya ashabı yemîn (sağcılar)- ki çoğu evvelkilerden,
birazı da sonrakilerden teşekkül eder, bir de ashabü'l-
meş.'eme, ya da ashabu'g-şimal. Bu üç fırkadan her
birinin belirli bir yeri vardır.
Önce ashabı meymeneden başlıyor. Beride
geleceği üzere mukarrebunun derecesi bunlardan
üstünse de önce bunları göstermiştir:
Ashabı meymene, nedir o ashabı meymene?!» Bu
istifham, bilinmez göstererek onların değerini
büyültmek içindir. Kur'an'da bu usul çok kullanılmıştır.
Daha önce bundan bahsetmiştik. Ashabı meymene,
ashabı yemîn diye tanınan kimselerdir. Bu soruya
cevap vermeden, yahut tafsilâta gi ashabı
meş'emeye geçiyor eden
Ashabı meş'eme, nedir o ashabı meg'eme?» Bizim
tarafımızdan bunlar da ashabu'ş-şimal diye tanınırlar.
Meymene ve meş'emede yemîn (sağ) ve şimal (sol)
manası varsa da bu manalardan önce nasîp ve tali'
manalarına gelirler. Yani yümlü kişilerle şumlu, bedbaht
insanlar anlamı vardır buşelimelerde:
176
Sabikun, sabikun, naira cennetlerinde onlar
mukarrebundur. Bunların çoğu evvelkilerden, birazı da
sonrakilerdendir.» Artık bunların evsafı hakkında daha
fazla bir şey söylemiyor. Bırakıyor onların mümtaz bir
fırka olduğunu biz .anlıyalım. Bunlar, nebiler, resuller
olduğu gibi her peygamber devrinde kâmil imana ilk
koşan kimseler de olabilir. Ne olursa olsun bunlar
cennette seçkin bir zümredir. Daha sonra bunlar
tafsilâtiyle anlatılacaktır. Burada nimet, maddî, görülür
nimettir. Belki de bu sabikun, dünyada güçlüklere
göğüs gererek mahrumiyetlere katlanan, Rahman'ın
lütuf ve keremine kesin güvenerek ruhları imana koşan
kimselerdir. Her ne olursa olsun burada maddî nimeti
canlandıran maddî tablolar vardır:
Kıymetli madenlerden işlenmiş murassa' tahtlar
Karşılıklı yaslanırlar.» Rahat, kalb huzuru ve itminan ile.»
Ölümsüz gençler çevrelerinde dolanırlar.» O
gençlere zaman tesir etmez, yas. gençliklerini
yıpratmaz.»
KaynağmdaB doldurulmuş küpler, ibrikler ve
kadehler dupduru saf şarap sunarlar.
177
O şaraptan başlan döndürülmez, sarhoş da
olmazlar.» Ne onlar ondan ayrılırlar ne de o (içki) biter,
tükenir.
Ve istedikleri meyvalar, iştahlannm çektiği kuş
etleri ve sedef içindeki inciler gibi iri gözlü panl panl
huriler» al Lu'lu'ul meknûn, gözlerden saklanan, hiçbir
gözün görmediği, hiçbir elin değmediği inci demektir.
Burada hurilerin böyle saklı incilere benzetilmesi gayet
güzel düşmektedir. Bunların hem çok güzel olduklarını,
hem de onlara yabancı gözlerin, ellerin, değ-mediğini
söylemiş oluyor. Bunlar hep o mü'minlere verilir:
«Yaptıktan amellere karşılık olarak.» Bu, bir hak ve
mükâfattır. Bütün bunlarla beraber sakin, her türlü boş
sözden, çekişmeden muahezeden, uzaktırlar:
Orada ne boş söz, ne de günaha sokan bir lâf
işitmezler. Tek bir söz işitirler: Selâm, selâm.»
Bu fırkayı anlattıktan sonra sözü ikinci fırkaya getiri¬
yor: Ashabı yeminden bahsediyor. Geçen sahnelerde
bunlar tanımıştık. «Ashabı yemin, nedir o ashabı
yemîn?!» Bunlar ashabı meymenedir. Bunlar için de
maddî, görülür nimetler var ama sabıklara verilen
yumuşak nimetlere mukabil bu nimetlerde biraz daha
178
kabalık ve bedavet vardır. Bunlar köy tipi nimetlerdir.
Onlar
:l)üz»ltilmiş kiraz altında» dırlar. Sidr Arabistan kirazıt
Bu,-dikenli bir ağaçtır. Fakat cennetteki bu kiraz nıahdi
dur, yani silinmiş, düzeltilmiş, dikeni alınmıştır,
dikcn.sizdi.
altında. Talh muz mafilyasından bir meyvadır.
Meyvası, aşağıdan yukarı gayet mütevazin bir şekilde
istif edilmiş
Uzamış gölge altında ve akar su başında» Bunlarla
hepsf de' vasıyan köylünün hayran kaldığı güzel
şeylerdir.
Birçok meyva, ne tükenir, ne de yasak edilir.»
Yukarıda şunet ve bedavet havası taşıyan meyva
örneği gördükten sonra burada mutlak meyvayı
görüyoruz.
Yüksel; döşekler Ne mevdune, ne de yumuşak.
Sadece yüksek. Yüksek olması da onlar için kâfi. Ref'in,
nefiste iki manası var; Maddî manevi yükseklik. Yerden
yükseklik ve temizlik. Biri hatıra diğerini getirir. Bundan
dolayı yüksek döşeklerde yatan hurilere, ashabı
yeminin temiz zevcelerine geçiyor:
179
Biz onları ilk olarak yarattık (huri yarattık, ya da
ölmüş olan zevcelerini dönüp yeniden dirilttik, gene
zevceler yaptık,).
Onları bekâr kızlar yaptık.» Kimse dokunmamış
kendilerine.
«Yalnız kocalarını seven «aynı yaşta,»
«Yalnız ashabı yemîn için» Onlara tahsis ve tayin
edilmiş bunlar ki o yüksek döşeklere uygun düşsün bu
güzel kızlar. Ashabı yemîn de evvelkilerden ve
sonrakilerden meydana gelmiş bir gruptur.
Şimdi ashabı şimale gelmiş bulunuyoruz. Daha
önce de bunları tanımıştık.
Ashabi şimal, nedir o ashabı şimal?!» Eğer ashabı
yemin «uzamış gölge altında, akar su başında» idiyse
bir de ashabı şimale bak ki nerededir onlar:
Vücut hücrelerine işliyen bir sıcaklık ve bir kaynar
su.» Hava ,ateş gibi sıcak, insanın gözeneklerine işliyor,
haşlıyor, kavuruyor insanı. Su ise kaynar, ne serinlik
veriyor, ne susuzluğu gideriyor. Orada da bir gölge var
ama «Yahnıum'daıı bir gölge.» Kapkara, boğucu
duman gölgesi. Bu ifadede de bir alay var. Bu da o üç
dallı olan, gölge vermiyen, ateşten de korumı-yan
180
gölge nevinden. Bu üç dallı gölge «Mürselât
Suresinde» geçmişti Orada lâzalîlin walâ yuğnî mine'l-
leheb: ne gölgelendirir, r,e de ateşten korur şeklinde
ifade edliyordu. Burada ise «Lâ baridin valâ kerîmin:
Ne serindir, ne de cömert.» şeklindedir. Bu sıcak bir
bölgedir, aynı zamanda cimrî, nekes. Onları iyi
karşılamıyor, onlara rahat ve huzur temin etmiyor.
Bütün bu darlıklar, sıkıntılar onların amellerine uygun
cezadır. «Zira onlar bundan Önce şımartılmış keyiflerine
düşkün idiler.» Şımarıkların, keyiflerine düşkünlerin azabı
da ne yaman, ne carı yakanmış! «Büyük günaha ısrar
eder dururlardı.» Âyette geçen Hins-i Azîm, Allah'a
ortak koşma"Hır. Kulların iman edeceklerine dair
(ezelde) verdikleri sözü yaptıkları ahdi bozma vardır bu
kelimenin manasında. Bu bir ahiddir ki insanın ruhî
yaratılışı, d-runî hayatı bunu tekid ve tasdik :eder. Keza
bunu, insan varlığını kuşatan bütün mezahir, bütün
kâinat da tekid etmektdir. Bu. ahid, üzerinde ittifak
edilen bir ahiddir i22i«Onlar derlerdi ki: Biz ölüp toprak
ve kemik olduktan sonra mı, biz mi elbette diril
tileceknüşiz? Yahut evvelki babalarımız diriltilecek ha?»
Böyle söylüyorlardı onlar. Böyle idiler. Kur'an, hâdiseyi
181
böyle anlatıyor. Bu ifadeye göre sanki biz âhirette-yiz
de dünya çok uzakta.
Orada insanlar geçirdikleri dünya hayatını
hatırlıyorlar. Sahneyi göz önüne getirmek ve ruhlara
derin etki yapmak bakımından bu ifade çok mühimdir.
1331
Burada tam sırası gelmiştir ve en uygun zamanda
dünyaya dönüyor: «De ki: Evvelki ve sonrakiler belli bir
günün (bir) zamanında cemedileceklerdir.» İşte o
taplamlacak gün, bu gösterilen gündür!
Sonra bugün mükezzipleri bekliyen âkibeti
anlatmağa başlıyor. Şımarık, keyiflerine düşkünlerin
karşılaşacağı azabı anlattıktan sonra mükezziplere
sesleniyor.
Sonra siz, ey sapkın yalanlayıcılar, elbette bir
zekkum ağa-cmâan yiyeceksiniz» Acaba bu zakkum
ağacı nedir? Bilmiyoruz. Fakat kelime Öyle bir ses, öyle
yırtıcı bir ses çıkarıyor ki insanın gözü önüne sert, kaba,
dikenli, elleri yırtan, boğazı yaralıyan bir ağaç geliyor.
Bu ağaç, o dikensiz, dümdüz, meyva dolu kirazın
karşıtıdır. Bu ağaç yırtar, diken doludur ama yine onlar
bunu yiyeceklerdir.
182
Karınlarını bununla dolduracaklardır.» Zira açlık
kâfir, mihnet galip! Bu diken boğazdan geçer mi?
Dikenden yanan boğazların, genizlerin acısını
dindirmek için su lazım. Su içecekler ama
Susuz develerin içişi gibi içerler.» aî-Hîm, susuzluk
hastalığına müptelâ olan develerdir. Bunlar asla suya
kanmazlar.
İşte din gününde onîarm konukluğa budur.» Konuk
olarak gittiği yerde insan rahat etmek ister, dinlenmek
için gider. Ama bunlar! Bunların konuk oldukları yerde
rahat diye bir şey yok. Burası, kendisinde gölge
olmıyan o gölgeye benziyor. Şimdi dönüp ashabı
yemîn ve ashabı şimale ait sahneler arasında ve bu
sahnelerin cüzleri arasındaki tekabüle, bakalım:
Gerek'esasta, gerek teferruatta azap, nimete tekabül
etmektedir. Naîmde uzamış gölge, akar su, dikensiz
ağaç ve çok meyva var. Bunun karşısındaki cehîmde
insan hücrelerine işliyen. sıcaklık, kaynar su, ne serin ne
de cömert olmıyan dumandan gölge ve'Zakkum
Ağacı var.. Karınlar bu ağaçla doluyor. Sahne, her iki
tarafta da cüzleri birbirinin tam karşıtı olan ahenkli bir
tabiat sahnesidir.Bu bir tasvir sanatıdır ki Kur'anda
183
Edebî Tasvir kitabında Uzun uzadıya üzerinde ko¬
nuşmuştum.
2 - Sonra sözü, İlâhî kudrete deîâlet eden bazı
sahnelere getiriyor. Yaratmada ve yapmada, yerde
ve gökte, bitkide ve hayvanda ve insanın kendi
nefsinde bulunan İlâhî kudret nişanelerini zikrediyor.
Bunları öldükten sonra tekrar diriltmeğe delil veriyor.
Ve can çekişme sahnesini anlatarak sureyi bitiriyor ki
bu sahne ruha ve hisse çok tesir eder.
O halde can boğaza" geldiği zaman onu geri
çevirsenize Halbuki siz o zaman bakıp durursunuz.»
Ama ayrılmak üzere olan ruhu henüz ayrılmadan o
adama tekrar geri çeviremezsiniz.
Biz ona sizden daha yalanız, ama siz
görmüyorsunuz.» Allah' bu sahneyi gördüğünü, can
çekişene herkesten daha yakın olduğunu böyle tasvir
etmek korku ve huşuu artırıyor. Gerçi Allah her şeyi
görür, her şeye yakındır, her olayı bilir ama bunua
burada hatırlatılması ve böyle tasvir edilmesi sanki bu
gerçeği birden bire yem bilinir hale getirmekte ve
insanın tüylerini ürpertmektedir.
184
Evet haydi ceza görmiyecekseniz» hiçbir kuvvet
size ceza veremiyecekse.o halde Doğru iseniz onu geri
çevirsenize!» Eğer dediğim'?: gibi size ceza verecek
kimse yoksa o halde siz o ayrılan ruhu da geri
çevirebilirsiniz. Halbuki buna kadir değilsiniz! Ve bir
anda can çekişme sahnesinden daha önce etrafiyle
anlattığı üç fırkanın halini ve mevkiini özetliyor o
mukarrebînden ise artık bir rahat, huzur güzel bir rızak
ve nimet cenneti (içindedir. Eğer ashabı yeminden ise
«Artık sana ashabı yeminden selâm.» Eğer sapkın
mükezziblerden ise ona ateş konukluğu ve
cehenneme yaslams vardır.» Söz buraya gelince ruh,
sağlam imana hazırlanmış oluyor ve o zaman şu takib
cümlesini iradediyor:
İste but elbette en gerçek hakikattir. O halde
büyük ismini teşbih et.»i24i
Şu’ara Suresi^
Cennet müttekilere yaklaştırıldı, cehennem de
azgınlara açıkça gösterildi. Onlara: «Kani Allah'tan
başka taptıklarınız nerede? Size yardım ediyorlar mı?
Yahut kendilerine yardımları dokunuyor mu?» denildi.
Onlar, azgınlar ve îblîsin askerleri hepsi tepe takla
185
oraya atıldılar. Onlar orada (putlarıyle) çekişerek
«Vallahi biz ap açık bir sapıklıkta imişiz. Zira biz sizi
âlemlerin Kabbına eşit tutmuştuk. Bizi o sapıklıktan
başkası saptırmadı. Şimdi artık ne şefaatçimiz, ne de
yakın bir dostumuz var. Ah keski bir kere daha yatı
yaşasak da müminlerden olsak!»
Bu sahne, surede İbrahim kıssasını takiben
gelmektedir. İbrahimle babası ve kavmi arasında
kendilerinin ve önceki babalarının taptıkları putlar
üzerinde cereyen aden ve İbrahim' in babasından
aynlmasiyle sonuçlanan konuşmadan sonra gelmiştir.
Bu konuşma sonunda İbrahim babasına dua etmiş ve
kendisini de cennetin varislerinden kılmasını, «Ne malın,
ne de oğulların fayda vermediğini, ancak Allah'a selîm
kalb getirenin kurtulduğu» din gününde kendisini yüz
üstü bırakmamasını Allah'tan niyaz etmiştir.
Cenabı Hak onun babası ve kavmiyle olan
konuşmasını anlatıp, sözü kıyamet gününe getirince
hemen İbrahim'in kork tuğu, sakındığı kıyamet günjinü
sanki bugün mevcutmuş gibi gözönüne getiriyor. İnsan
sanki bu sahneye bakıyor ve ö duanın aynen
tahakkuk ettiğini görmüş oluyor:
186
Cennet müttekilere yaklaştırılmış, donatılmış;
cehennem de azgınlara açılmış. Azgınlar cehennemi
görebilecekleri bir yerde durmuşlar, onun içine tepe
takla atılmazdan Önce azarlama ve alayı işitiyorlar.
Allah'tan başka taptıkları soruluyor kendilerine - bu
sual,. İbrahim'in, kavmiyle olan muhaveresine uygun
düşmektedir-. Neden o taptıkları, kendi kendilerine ve
tabi'lerine yardım etmiyorlar diye soruluyor.
Tapanlardan bir cevap çıkmıyor. Zaten cevap
beklenmiyor. Snf azar ve alay olsun diye sorulmuştur.
Cevap almak için değil... «Onlar, azgınlar ve îblîsin
askerleri hep oraya tepe takla atılırlar-
kelimesinden onların yardımsız ve düzensiz bir
şekilde cehenneme atılışını hatırlatan bir ses
gelmektedir. Yığılmış cürufun yıkılmasiyle arkasındaki
diğer cürufların da peşinden yıkılıp kayması heyelan
etmesi gibi.
Bu kelime, sesiyle manasım tasvir etmektedir.
Onlar azgın kimselerdir. Onlarla beraber bütün azgınlar
da yıkılmıştın iblisin askerleri. Hepsi İblisin askerleridir.
Ecme'un kelimesi, şümul ifade eder. Onlardan yalnız
187
bir zümrenin değil, hepsinin, iblisin askerleri olduğunu
gösteriyor.
Şimdi onlara kulak verelim, cehennemde ne
konuşuyorlar? Anlaşıldığı üzere hepsi orada ilâhlarına
diyorlar ki
Vallahi biz meğer ap açık bir sapıklık içinde imişiz.
Zira sizi âlemlerin Rabbiyle bir tutuyorduk.» Hakikati
anlıyorlar ama iş işten geçmiştir. Suçu içlerinden
mücrimlere yüklemek istiyorlar ama sonra ayılıyorlar iş
işten geçtiğini, suçu başkasına yüklemenin, üzerinden
atmanm faydası olmadığını anlıyorlar.
Artık ne şefaatçimiz, ne de bir yakın dostumuz
yoktur.» Ne bize şefaat edecek ilâhlarımız, ne de bize
faydası dokunacak dostlarımız var. Geçmişte
yaptığımızı affettirmek için şefaatçimiz olmadığına
göre acaba işlediklerimizi düzeltmek için tekrar
dünyaya gitmemizde mi mümkün değil, dünyaya bir
daha gitseydik, .inananlardan olurduk.»
Hayır artık bir daha ne dünyaya dönüş var, ne de
şefaat. Bu, ceza günüdür.
Bu anlatışta .elbette ibret vardır ama çoğu inamcı
değildir.»
188
Bu âyet, surede anlatılan Âd, Semûd, Kavm-i
Lût'tan sonra tekrar edilen âyettir. Bu sahneden sonra
da aynen tekrar edilmiştir. O vak'alardan sonra tekrar
edilen âyetin bu sahneden sonra tekrar edilmesi,
olayın da onlar gibi gerçek bir olay olduğunu, onlar
gibi bir ibret ve alâmet olduğunu göstermektedir.
Böylece siyak, bu dünyadaki olaylarla âhiret
alemindeki olayları bir araya toplamakta, sanki ikisi de
aynı cinsten ve aynı zamanda geçen olaylar olarak
gözükmektedir. ı&ı
Nemi Suresi I2zı
:«Söz, başlarına geldiği zaman, onlara yerden bir
dâbbo çıkarırız. O onlara insanlara âyetlerimize kesin
inanmadıklarını söyler. O gün her ümmetten,
âyetlerimizi yalanlıyan bir grup hasrederiz, onlar
(huzura) sevkedilirler. Geldikleri zaman (Allah) der:
«Âyetlerimi anlamadığınız halde yalanladınız mı?
Yoksa ne yaptınız?» Haksızlıklarından ötürü o söz
baslarına gelir. Artık konuşamazlar.»
«Görmediler mi biz geceyi dinlensinler diye
yarattık, gündüzü de (çalışsınlar diye) aydınlık yaptık?
Şüphesiz bunda inanan bir millet için ibretler vardır.»
189
«Sur'a üflendiği gün göklerdekilerin ve yerdeldlerin
hepsi korku içinde kalır, Allah'ın dilediği hariç. Hepsi
boyunları bükülmüş olarak O'na gelirler.»
«Dağlan yerinde donmuş sanırsın. Oysa onlar
bulutlar gibi yürürler. Bu, her şeyi gayet güzel yapan
Allah'ın yapısıdır. Doğrusu o yaptıklarınızdan
haberdardır.»
«Kim bir iyilik getirirse ona, daha iyisi verilir. Ve
onlar o gün korkudan emindirler.»
Burada âyetlerde geçen Dâbbe üzerinde
konuşmak istemiyorum. Bunun ismi Cessâs imiş, yok
başka.bir şeymiş, boyu altmış veya altiyüz arşın imiş,
tüylü, dört bacaklı, iki kanatlı imiş; yahut kırk bacaklı
imiş, dörtyüz arşın imiş gibi îsraîli ve gayri Isrâîlî
efsanelerin tesiriyle Kur'an tefsirlerinde görülen şeyler
beni alâkadar etmez. Bana göre bu dâbbenin vasfını
bizim bilmemize imkân yoktur. O, tamamen gaybe ait
bir şeydir, vaafmı Allah bilir.
Beni burada alâkadar eden taraf tasvir yönüdür.
O söz onlarüı başlarına geldiği zaman» insanlarla
kon olan bu dâbbe, karıncaların Süleyman'la olan
hikâyesinin bulunduğu Nemi süresin'de gelmektedir.
190
Nihayet karınca vadisine geldikleri zaman bir
karınca dedi İd: «Ey karıncalar yuvalarınıza girin
Süleyman ve askerleri bilmiyerek sizi çiğnemesinler.»
(Süleyman,) onun bu sözünden hafifçe güldü.» Demek
ki Süleyman, karıncanın maksadını anlamıştı. Fakat
nasıl anladı, kendisine haşerat dili nasıl öğretilmişti.
Bunu bilmiyoruz. Bu surede bundan daha sonra
Hüdhüd'ün Süleyman'la olan vak'ası yer alır.
Süleyman kuşları araştırdı: «Bana ne oluyor ki
Hüdhüd'ü göremiyorum, yoksa kayıplardan nu oldu?
Ona şiddetli bir şekilde işkence edeceğim; ya da onu
keseceğim yahut da o bana ap açık bir delil
getirecek» dedi. Çok geçmeden Hüdhüd gelip
Süleyman'ın önünde durdu: «Senin bilmediğin bir şey
öğrendim ve Seba'oan kesin bir haber getirdim» dedi.
(Süleyman): Bakacağız, doğru mu söyledin, yoksa
yalancılardan mısın?! dedi.» Süleyman, Hüdhüd'ün
dilini anlamıştı. Nasıl anlamıştı, kendisine kuş dili ne
suretle öğretilmişti? Bunu bilmiyoruz. Yine bu surede
Belkîs olayı anlatılırken Ifrît'in, Süleyman'la geçen kıssası
da zikredilir:
191
Dedi ki: «Ey cemaat, onlar bana teslim olarak
gelmezden önce onun tahtını irim getirir bana?»
Cinlerden bir ifrit dedi «Sen bu makamından
kalkmazdan önce ben onu sana getiririm. Benim buna
gücüm yeter, sağlamım.!» O halde Süleyman Ifrît'in
dilini de anlamıştı. Ama nasıl anladı, kendisine ifrit dili
nasıl öğretildi? Bunu bilmiyoruz.
Önemli olan, surede bütün temanın konuşma,
birtakım haşereler, kuşlar, cinler ile bir insan arasında
geçen konuşma olmasıdır. O insan peygamber, bu
konuşma da onun mucizesi de olsa yine de insandır
ve.insanın böyle varlıklarla konuşması, insan ruhunda
bambaşka bir etki yapmaktadır, Âhiretin
alâmetlerinden olan dâbbe de surenin temasına ve
ondaki konuşma havasına uygun olarak zikredilmiştir.
Ve bu kelime, Kur'aiıdaki tasvir ahengini, genel
sahnenin meydana geldiği cüzlerin birliğini
sağlamakta mühim vazife görmüştür.
Daha sonra kıyamet sahnesine geçmekte ve
sahneyi, her ümmetten yalnız yalancılara
hasretmektedir:
192
O gün her ümmet içinde âyetlerimizi
yalanlıyanlardan bir cemaat hasrederiz. Onlar
(huzura) sevkedilirler.» Hasredilenler yalnız mükezzipler
değildir. Bütün insanlar hasredilecek -lerdir. Fakat
Cenabı Hak burada mükezziplere özel bir haşr
göstermek istiyor. Mükezzipler hayvan sürüleri gibi
hasrediliyorlar:
Yani başları sonlarına birleşsin diye sevk edilirler.
Hayvanların büylc toplandığı malûmdur. İradeden
mahrum, gideceği yöaü bilmiyen hayvanlar böyle bir
araya toplanır, sevk edilirler. Bunlar da tıpkı o iradesiz
hayvan sürüleri gibi sevk ediliyorlar. «Nihayet Allah'ın
hazanına geldikleri zaman (Allah): «Benim âyetlerimi
kavramadığınız halde yalanladınız mı?» dedi. Bu, bir
utandırma sorusudur. «Yoksa ne yaptınız?» Bu da yine
harika bir alay ve boşuna alma sorusudur. Normal
konuşmada bunların benzerlerine çok rastlamr.
Yalanladınız mı, yoksa ne yaptınız? Zira hayatta
yaptığınız görünür bir işiniz yok. Bu suâle susmaktan
başka cevap olamaz.
Sanki sorulanın dilini mühürliyen, ruhunu tökezleten
bir olay olmuştur:.
193
Haksızlıklarından dolayı söz onların başlarına
düşmüştür. Artık konuşamariar.» Öyle hacaletten
donup kalmışlar ki ne konuşabiliyorlar, ne de dilleri var,
O dâbbe, o hayvanlar bile konuşup dururken bunlar
taş gibi kesilmiş, Öyle dilsiz bir vaziyette donup
kalmışlar. Bu da arzda bambaşka bir tekabül çeşidi, bir
ahenk örneğidir.
Buradaki arzın, özel bir damgası var. Kur'anda
bunun benzerleri mevcuttur. Bu özellik, dünya ile âhiret
manzaralarını aynı hava içinde anlatmak, teessür ve
itibara uygun zamanlarda birinden diğerine geçmek
özelliğidir.
Burada kıyamet gününde bulunan şaşkın
mükezzipler sahnesinden alıyor, bir dünya sahnesine
getiriyor. Bir sahnki insanların vicdanlarını uyaran,
kendilerini idare rden, onlara hayat vesilelerini veren,
yaşamaları için kâinatı engelleyişi de&il, fakat
kendilerine müsait yaratan bir ilâhın var olduğunu
insanların kafalarına, ruhlarına üfliyen bir sahne:
Görmediler mi biz geceyi dinlenmeleri için
yarattık, gündüzü de (çalışmaları için) aydınlık yaptık.
Şüphesiz bunda inanan bir millet için ibretler vardır.»
194
Sakin gece sahnesi, aydınlık gündüz sahnesi.
Bunlar hisse vicdanî bir etki bırakır. His bununla, geceyi
gündüzü çeviren Allah'a kavuşmağa uçar. Nefsi
imana kabiliyetli olan kimseler için bunlar ibret
alınacak mucizelerdir ama onlar inanmıyorlar.
Sonra bizi dünya sahasından, kâinat
sahnelerinden alıp başka bir sahneye getiriyor:
Sur'a üflendiği zaman, Allah'ın dilediği hariç,
göklerdekilerin ve yerdeldlerin hepsi korkar, hepsi
teslim olarak O'na gelirler.» boynu bükük.
Sonra tekrar bizi dünya sahnelerine döndürüyor:
İşte yüksek dağlar. Gören bunları sabit sanır ama:
Her şeyi gayet güzel yapan Allah'ın yapışı.» Harika
bir yapış, bir yaratış! Bu yapış, bu yaratış, sahibinin her
şeyi bilip gördüğünü gösterir.
Şüphesiz O, yaptıklarınızı bilir.» O halde bilen, her
şeyden haberdar olan Allah, iyilik ve. kötülüğün
karşılığını verecektir:
Kim bir iyilik getirirse ona ondan iyisi verilir ve onlar
o
gün korkudan emindirler.» Daha önce her şeyin,
herkesin korktuğunu görmüştük. îşte yalnız iyilik getiren
195
kimse bu korkudan emin oluyor. Bu, emniyet bizzat
mükâfatın kendisidir. Zira korku öyle bir korku ki ondan
emin olmak bile mükâfattır:
Ama Idm kötülük getirirse onlar yüzleri üzere
cehenneme yıkılır.» İşte böyle şiddetle «Kubbet».
Kelimedeki ses, korku veren hareketi tasvir etmektedir
Yaptığınızdan başka bir şeyle mi
camlandırılıyorsunuz?»!^
Kasas Suresi 021
1- «Ve onları ateşe çağıran önderler kıldık.
Kıyamet gününde yardım edilmezler. Bu dünyada
onların peşine bir lanet taktık. Kıyamet günü de onlar
kötülerdendirler.»
2 - «O gün onlara seslenerek der ki: «Benim
ortağım olduklarını sandıklarınız nerededirler?» Söz
üzerlerine hak olanlar: «Rabbimiz! Şunları biz azdırdık.
Kendimiz azdığımız gibi onlan da azdırdık. Onlardan
uzaklaşıp sana geldik. Zaten bize tapmıyorlardı» derler.
Onlara denir İd: «Koştuğunuz ortaklan çağırın.»
Çağinrlar ama (ortaklan.) onlara cevap vermezler.
Azabı gördükleri zaman, keski doğru yolda olsalardı
diye yanarlar.»
196
«O gün onlara seslenerek der M: «Peygamberlere
ne cevap verdiniz?» O gün haberler onlara körleşir,
birbirlerine de
soramazlar.»
3 - «O gün onlara seslenerek der ki: «Benim
ortağım olduklarını sandığınız şeyler nerede?» Her
ümmetten bir şahid çıkarır, «Delilinizi getirin» deriz. O
zaman bilirler ki gerçek Allah'a aittir. Uydurup taptıkları,
kendilerinden kaybolmuştur.»
4 - «tşte âhiret evi budur. Onu biz, yer yüzünde
böbürlenmek ve bozgunculuk istemiyen kimselere
vereceğiz. Akıbet, Allah'tan korkanlarındır.»
Bu dört sahne, surenin muhtelif yerlerine
dağılmıştır. Fakat bulunduklan yerlerde anlatılan konu
ile gayet güzel uyuşmaktadırlar. Sanki bunlar konunun
neticesi, dünyadaki olay ile o olayın âhiretteki sonucu
haline gelmektedirler.
1- Birinci sahne Fir'avn ve kavminin ileri gelenlerine
ait ki3sayı takiben gelir. Onlar, dünyada milletlerinin
sapıklıkta önderleri idiler. Onun için burada onlan
ateşe çağıran önderler» diye tavsif ediyor. Bu, garip bir
önderlik, acaip bir davettir. Önder, peşinden gelen
197
tabiine «Haydi ateşe gidelim» dediği zaman hayalde
davetlerin en tablosu çizilmiş oluyor.
Kıyamet günü yardım edilmezler.» Âcizdirler,
yardıma muh-taçtıriar ama hiç kimseden yardım
görmüyorlar. Bu âciz halleri, dünyada böbürlendikleri,
kuvvet gösterdikleri o şiddet ve kuvvet tavırlarının
karşısına konuyor. Bu sahne sunulmamdan önce
onların dünyadaki tavru hareketleri arz ediliyor. Sonra
da âhirette bu hale düşecekleri gösteriliyor. Onların bu
dünyada arkalarından lanet edilir: «Kıyamet günü de
çirkinlerdendir onlar.» Bu ifade, çirkinlik hallerinin en
kötüsünü tasvir etmektedir.
2 - İkinci sahne Mekke kâfirlerinin şu sözlerini
takiben geliyor:
İtemek ki bunları şirkte tutan, mal ve meta'dır.
Yoksa bulun duklan hata, gerçek olduğu kanaati
değildir. Bu sözün peşin şu ayet geliyor:
Size verilen şey, dünya hayatının metaı ve
süsüdür. Allah'ı yanında olan daha iyi ve daha
ebedîdir. Düşünmüyor musonuz?» Sonra Allah'ın
huzuruna çıkarılacakları zamanki halleri tasvir ediliyor.
198
Allah onları hayret içinde ve yüz üstü bırakan bir soru
soruyor:
:Hanî benim ortaklarım sandığınız şeyler nerede?»
Burada onların takınacağı tavır gösteriliyor. Metbu'lar,
tabilerinden ayrılıyorlar, ve azgınları aldatma
mesuliyetinden teberrî ediyor, suçsuzluklarını iddia
ediyorlar: «Aleyhlerine hüküm gerçekleşenler dedi (ler)
İd: «Rabbimiz, bizini aldırdıklarımız şunlar. Biz azdığımız
gibi onları da azdırdık.» Kendimize ne yaptıksa onlara
da onu yaptık. Önce biz azdık ve saptık, onlar da bize
bakıp saptılar. Biz onları sana ortak koşturmaktan be¬
riyiz. Onların kulluk ettikleri şeylerden, başka şeylere
tapmalarından biz sorumlu değiliz. Bize ibadet
etmediler ki.
Bunların hepsi boştur. «Benim ortaklanın sandığınız
şeyler nerede?» sorusunun cevabı değildir. Cenabı
Hak bu sözleri bırakıyor ve onları asıl mevzuun karşısına
getiriyor: «Dendi İd: Ortaklarınızı çağinn.« Onlar da
ortaklarını çağırıyorlar. Gelmiyeceklerini bildikleri halde
çağırıyorlar: «Çağırdılar, fakat onlara icabet
etmediler.» Çağırılarma bir cevap alamıyorlar, azapla
199
karşılaşıyorlar. Sanki azap, çağırmalarının cevabı
oluyor: «Azabı gördüler.»
Tam bu çetin anda gözlerini dünyadaki hidayete
çeviriyorlar. Ona uysalardı, o, kendilerini bu elîm
âkibetten korurdu. «Ah keski hidâyet üzre olsalardı!»
diye yakmıyorlar. Ah, ah ama yine de kendi bataklıklar
nida yuvarlanıp gidiyorlar, hidayete gelmiyorlar.
Dünyaya kısa bir bakıştan sonra tekrar o sahneye
dönüyoruz; Başka bir sesleniş ve başka bir soru: «O gün
onlara seslenerek der: «Peygamberlere ne cevab
verdiniz?» Allah onlarınne cevap verdiklerini bilir, onlar
da biliyorlar ama şaşırmışlar: «O gün haberler onlara
kör olur.» Cevaplar onlardan kesilir. Sükût içerisinde
şaşkın kalakalırlar. «Birbirlerine de soramazlar.» «Tevbe
edip inanan, ve salih amel işliyen kimsenin feiâhâ
erenlerden olması umulur.» Sapıklar ve yalancılar
sahnesi gösterilirken bu söz, tevbeye ve imana
çağırmadır.
3 - Sonra, siyak devam ediyor, bu dünyadan,
insanların kendi nefislerinden alınmış gayet müessir
sahneler takdim edilir Bunlar Allah'ın bir olduğuna, bu
kâinatı ve insanları O' mm idare etttiğine delâlet eder.
200
Bunları müteakiben üçüncü bir kıyamet sahnesi getirir
ki bu sahne ikinci ile müttefik, onun bir parçasıdır.
Ancak biraz değişiklik vardır. Buradaki nida da ikinci
sahnedeki nidanın aynıdır: «Ortağım sandığınız şeyler
nerede?» Fakat burada onları cevap vermeğe terk et¬
miyor. Her ümmetin resulünü çağırıyor ki ümmetine
şahidlik etsin.
:Her ümmetten bir şahid çıkardık, dedik ki: Delilinizi
getirin»
Tabii delil falan yok. Maksat, müşrikleri güç
duruma düşürüp rezil ve zelil etmektir. «Anladılar ki hak,
Allah'ındır.» Anladılar ama iş işten geçtikten sonra.
«Ve'uydurup taptıkları kendilerinden kayboldu.»
Uydurdukları ile kendileri katiyyen bir araya
gelemiyorlar. Çünkü iftira, gerçek önünde erir gider.
Güneşin karşısında karanlığın kalmaması gibi.
4 - Ve «Karun» kıssasını takibeden dördüncü bir
sahne geliyor. O Karun ki kendisine o derece yer
hâzineleri ve dünya malı verilmişti ki kavminin gözleri
onun malında, onun evinde idi. Onlar da onun gibi
mala ve onun gibi eve sahib olmak istiyorlardı. Sonra
kendisi de, evi de yerin dibine batırıldı. Batı ki diin ona
201
imrehenler, arzularında hatâ ettiklerini anlasınlar. Bu
kıssada büyük bir evden bahsedildiği için âhiret teki
tabloda da ev geçmektedir: hiret evi. Onu yer
yüzünde böbürlenmek ve fesat çıkarmak
istemiyenlere vereceğiz. Âkibet müttekilerindir» îşte
dünyada böbürlenenlerin, fesat çıkaranların evine
mukabil, Allah' tan korkup böbür ienmiyen, fesat
çıkarmıyanların evi. Kur'an tablolarında her zaman
mevcudoîduğu gibi burada da ifadede ve tasvirde
tam bir ahenk ve insicam vardır, boi
İsra SuresiMU
1- «Cehennemi kâfirlere bir knşatıcı (zindan)
laldık?
2 - «Her insanın şumunu (günahını) boynuna
dolarız ve onu kendisine kıyamet gününde ap açık
karşılaşacağı bir kitap olarak çıkarırız. «Kitabını oku,
bugün kendi kendine hesabını görmeğe yetersin.»
3 - «O gün her milleti kendi önderleriyle çağırırız.
Kimin kitabı sağından verilirse onlar kitaplarını okurlar
ve zerre miktarı zulmedilmezler. Kim burada kör olursa
o, âhirette de kördür ve yolunu daha şaşırmıştır.»
202
4 - «Onları kıyamet günü yüzleri üstü kör, lal ve
sağır olarak hasrederiz. Gidecekleri yer cehennemdir.
(O cehennem) ne zaman sönmeğe yüz tutarsa biz
onun ateşini artbrınz.»
Bu suredeki sahneler küçük ve kısadır. Fakat yep
yeni tablolardan örnekler takdim edilmiştir. Birinci
tablo, cehennemin, kâfirleri kuşattığını, hepsini içine
aldığını, çepeçevre onları sardığını tasvir etmektedir.
İkinci tablo, amel defterlerini muska gibi sahibinin
boynuna asılan açık bir kitap şeklinde tasvir ediyor, ve
herke kendi kendinin şahidi oluyor.
Üçüncü tablo yeni bir davet şeklini arz etmektedir.
Her ümmet, âhirette önderinin ismiyle çağrılacaktır.
Kitabı sağ tarafından verilen bu kitabı okuyacaktır.
Kitabı solundan verilen, nasıl dünyada kör ise, âhirette
de kördür; nasıl dünyada yolunu yitirmiş ise âhirette de
yolunu yitirmiştir. Burada körlük, okumanın karşısına
konmuştur. Okuma göz ister. Göz ise, sapıklığın
karşısındaki hidayettir.
Dördüncü tablo kâfirlerin yüzleri üstü sürülüp
cehenneme toplandıklarını gösteriyor ki yüzleri üstü
haşredilmeleri daha önce de geçmişti fakat bu kere
203
onlar eskiden gördüğümüz gibi yalnız kör değil, aynı
zamanda lal ve sağırdırlar. Haşriı kasveti, cehennemin
azabından ayrı olarak kör, lal ve sağır. Kör sağır ve
dilsiz olanının azabı, gözü açık, konuşan ve işitenin
azabından bin beterdir! Bu tabloda cehennemin ateşi
'te daima aynı şiddette yanıcı gözükmektedir.
Her sönmeğe yüz tuttukça onun ateşini artırırız.»
Burada tablolar çabuk çabuk geçmekte,
gözüküp kaybolmaktadır. Bununla beraber yeniliği ve
ap ayrı bir nevi'de oluşu dikkatimizi çekmektedir. H2i
204
3.BÖLÜM
YÛNUSSURESÎm
1- «İman edip salih ameller işliyenleri, Rablan
imanla-riyle doğru yola eriştirir; nimet cennetlerinde
onların altlarından nehirler akar. Oradaki duaları:
«Allah'ım, sen münezzehsin», ve oradaki tehiyyeleri
«Selâm», son duaları da: «Alemlerin Rabbi Allah'a
hamdolsun» dur.»
2 - «İyilik edenlere iyilik ve fazlası var. Onların yüzle¬
rini ne toz duman ve ne de zillet bürümez. Onlar
cennet sahipleridirler. Orada ebedî kalacaklardır.
Kötülükler kazananlara da aynen kötülüğün cezası
verilir. Ve onları zillet bürür. Onlan Allah'tan kurtaracak
kimseleri de yoktur. Sanki yüzlerini karanhk geceden
parçalar örtmüştür. îşte onlar cehennem sahipleridir.
Orada ebedî kalacaklardır.»
3 - «o gün onların hepsini hasrederiz. Sonra şirk
koşanlara: «Siz ve ortak koştuklarınız, olduğunuz yerde
durun!» deyip onları birbirinden ayırırız ve ortak
koştukları (onlara,) der ki: «Siz bize tapmıyordunuz.
Bizimle sizin aranızda Allah' m sah İ dolması yeter (Allah
205
şalı iddir) ki biz sizin bize taptığınızı tanımıyorduk.» îşte
orada herkes daha önce ne yapmış olduğunu bilir. Ve
onlar gerçek m evi âl arı olan Allah'a döndürülürler. Ve
uydurup taptıkları (putlar) kendilerinden kaybolur.»
4 - «Onları hasredeceği gün, sanld gündüzden
sadece bir saat (dünyada) kalmış gibi olurlar.
Aralarında tanışırlar. Allah'ın huzuruna çıkmayı
yalanlıyanlar hüsrana uğramıştır, doğru yolda
değillerdir.»
5 - «Azabı gördilddri zaman içlerinde pişmanlık
gizlerler. Aralarında adalel Onlar zulmedilmezler.»
1- Birinci tablo yegâne bir tablodur. Burada
cennette bir kavim var:
Orada davaları, Allah'ım sen münezzehsin» dir.
Sanki bu dua, onlan meşgul eden tek konudur. Ya da
tek duaları budur. Bundan başka bir şey bilmiyorlar.
rOradd, selamlaşmaları da selâm'dır.» Çünkü
huzur, güven ve itmi'nan hep bu kelimededir. Son
duaları da :«el-Hamdülilla-hi Rabbilâlemîn» dir.
Böylece bütün varlık, onlar yanında Allah'ın teşbih,
temcîd, şükür ve hamdine sarılmıştır. Teşbih ve hamdın
206
arasına başka şey girmiyor. Yalnız birbirlerini güzel
anışları ve selâm sözleri giriyor.
2 - İkinci sahne, yüzlerim siyahlık, zillet büiiiyen kâfir¬
ler sahnesidir. Yüzlerini tasa ve zulmet kaplamış olarak
görülüyorlar. Mü'minlerin yüzlerini siyah bürümüyor.
Onların yüzlerinde sevinç ve rıza ışıklan parlamaktadır.
Bu sahne. Abese ve Kıyame surelerinde de geçmişti.
Burada taze bir ifade ve ayrı bir çeşni ile
sunulmaktadır. «Kötülükler kazananlar» m yüzleri,
karanlık gecelerden parçalarla Örtülmüş gibidir. Böy-
lece gece, görülür maddî bir cisim haline gelmiştir. O
cisimden parçalar kesiliyor ve bu parçalarla yüzler
örtülüyor. Ve harika bir sahne vücut buluyor!
3 - Putlarla beraber onlara tapanların hasredilmesi
sahnesi de bilinmektedir. Fakat burada yine taze bir
şekilde takdim edilir. Nida, hem bunlara, hem onlara
teveccüh ediyor:
«Siz ve şerikleriniz yerlerinizde durun», hareketsiz
durun. Duruyorlar. Hareket duruyor, sesler kesiliyor.
Sonra yeni bir hareket oluyor. Bunlar ve onlar
birbirinden ayrılıyorlar:
207
Aralarıni ayırdık.» Bir de bakıyoruz ki şerikler ayrılmış
panlar ve tapılanlar ayırdedilmiş. işte burada suçu
üzeri atma meselesi başlıyor:
Şerikleri dediler: Sîz tapmıyordunuz! kim? Kimi
sahid getiriyorlar? Allah'ı!
Bizün sizin aranızda Allah'ın şaMdolması yeter.»
Allah şahid ki biz sizin bize taptığınızı bilmiyorduk. O
tapmayı asla tanımamış ve önem vermemiştik. O
halde biz o tapınmadan mesul değiliz.
Bu, gülünç, aynı zamanda acı bir sahnedir:
«Gerçek mevlâları olan Allah'a döndürülürler.» Anlaşılır
ki bütün şirk koşmaları tamamen sapıklıktır. Ve uydurup
taptıkları putlar da ortadan kaybolup gider. Hak
karşısında batıl yok olur.
4 - Hasredilenlerin, kabirlerinde pek az kaldıklarını
zannettikleri sahne de önce geçmişti. Yalnız burada
bir fazla var: Bu sahnede onlar, kabirlerden kalktıktan
sonra önce birbirlerini tanıyorlar. Bu, pek kısa bir zaman
sürüyor, ikinci sayhayı işitir işitmez (birbirlerini tanıyorlar
ondan sonra bu tanıma bitiyor.) Nitekim başka bir
surede de geçmişti.
208
5 - Beşinci sahne, kısa bir sahnedir. Ama insanın
ruhuna işliyen, gölgesini yüzlere bırakan acıklı bir
sahne:
Azabi gördükleri zaman içlerinde pişmanlık
gizlerler.» Bu kısa ifade, gururlanırken birden azabı
görüp eli üzerine kapanan, kaçacak yer olmadığını,
mukavemet imkânı bulunmadığını anlayıp ruhunda
pişmanlık gizliyen; duygusunu içine atan insanın halini
tasvir etmektedir. îfade burada duruyor ve başka bir
şey söylemiyor. Bu kadarını söyleyip artık yüzlerin
alacağı şekli düşünmeği hayale bırakıyor. Bu,
kelimelerin ifade edemiyeceği kadar derin bir üzüntü
gölgesi, bir tasa halidir.
îşte kısa bir tabir, tasvirdeki rolünü böyle başarıyor
ve bu üzüntü ve tasa tablosunu böyle muvaffakiyetle
çiziyor .121
Hud Suresi 121
1- Allah’a yalan iftira edenden daha zalim
kimdir? Onlar Rablarına arz edilirler, şahidler de der ki:
«İşte onlar Rablarına yalan söylediler. Allah'ın laneti
zalimlere olsun.»
209
2 - «Andolsun M Musayi âyetlerimizle ve ap açık bir
yetki iîe Fir'avn'e ve cemaatine göndermiştik. Onlar
Fir'avn' m emrine uydular. Oysa Fir'an'ın emri de doğru
değildi. O, kiyamat günü kavminin önünde gider ve
onları ateşe götürür. Ne kötü bir gidilecek yerdir orası!
Hem bu dünyada onların peşlerine lanet takıldı, hem
kıyamet gününde. Ne kötü bir peşe takıştır.»
3 - «îşte Rabbın, haksızlık eden kasabalar halkını
yakalarsa O'mm yakalaması böylediler. Şüphesiz
O'nun yakalaması elim, şiddetlidir. Elbette âhiret
azabından korkan için bunda bir ibret vardır. O,
insanların toplatilacağı bir gündür, o, görülmüş bir
gündür. Biz onu sadece belirli bir zamana bırakıyoruz.
O gün gelince her nefis, ancak Allah'ın izniyle ko¬
nuşabilir, içlerinden kimi bedbaht, kimi mesuttur.
Bedbaht olanlar ateştedir. Onların orada zefîr ve
şehîkleri vardır, (korkudan solurlar, göğüsleri kalkıp
iner.) Gökler ve yer durdukça onlar orada ebedî
kalacaklardır. Ancak Rabbm dilerse başka (O'nun
dilediği çıkar.,) Şüphesiz Rabbın, dilediğini yapıcıdır.
Mesut kılınanlar cennettedirler. Gökler ve yer
210
durdukça onlar orada ebedî kalacaklardır. Ancak
Rabbm dilediği başka. Sonsuz bir lütuf!»
1- Birinci sahnede teşhir ve tahcil (utandırma, rezil
etme) unsuru göze çarpmaktadır. İşte dünyada
Allah'a yalan iftira eden cemaat. Bunlar âhirette
Rablarına arü ediliyorlar. O kadar insanın Önünde
şahidler kalkıp: «Rablarına karşı yalan söyliyenler
bunlardır» diyorlar. Böyle herkesin içinde onlan
göstererek yalancı olduklarını teşhir ediyorlar.
Sonra kime karşı yalan söylenmiş. Rablarına karşı!
Başkasına değil. Bu daha şeni': «Allah'ın laneti zalimlere
olsun!» Allah'a karşı yalan söylemelerini böyle lanetle
teşhir ediyor.
Bu ifade zaten yalan söyledikleri, Allah'a
arzedilmiş insanlar; tamamen rezil etmektedir.
2 - İkinci sahne bir anda dünya ile âhireti
cemetmekte-dir. Sanki dünya ile âhiret arası bir
adımdan ibarettir, insan bir adım atmca hemen
.birinden diğerine geçiveriyor. İşte Fir' avn yalanlıyor.
Dünyada kavmini de peşinden takmış. Onlar da onun
gibi yalanlıyorlar. Hareket devam ediyor, kıyamete
atlıyo?. Aynı şekilde Fir'avn, kıyamette de kavmini
211
peşine takmış, «Onları cehenneme getirdi.» Bir göz
açıp yumuncaya kadar bir zamanda cehenneme
getirdi onları. «Orası da ne kötü Mr gidilecek yerdir!»
Dünyada başlıyan hareketin devamı böyle bir akıbete
müncer oluyor. İşte her iki tablo bu şekilde birbirine
uymaktadır. Dünyada Fir'avn, onların önlerine geçmiş
onları dalâlete götürüyor, âhirette de önlerine geçmiş
ateşe götürüyor.
3 - Ve üçüncü sahne geliyor Lût kavmi, Hud kavmi,
Salih kavmi, Fir'avn kavmi hikâyelerini, azgınlıklarını ve
Allah' m onları nasıl cezalandırdığını anlattıktan sonra
Rabbın, zulmeden, kasabaları dünyada böyle şiddetle
cezalandırdığını ve cezalandıracağını bir sonuç olarak
belirtiyor ve diyor ki: «Şüphesiz âhiret azabından
korkanlar için bunda bir ibret vardır.» Bu cezalandırma,
âhiret azabına benzer. Bu defa o günün azabını tasvir
etmeğe başlıyor.
O gün gelince hiç kimse O'nun izni olmadıkça
konuşmaz.» Korkunç bir sükût, herkesi ve her şeyi
kaplıyor ve soaj ra ayırma ameliyesi başlıyor.
«Şakı olanları» cehennemde soluklan tutulmuş
görüyoruz. «Orada bir zefîr, ve bir şehîkleri vardır.»
212
Sıcaktan ve sıkıntıdan, bunalımdan zor zor nefes
alıyorlar, «Mesut kılınanlar» da cennette sonsuz, kesiksiz
lütuf ve nimet içerisinde görüyoruz. Bunlar da ötekiler
de gökler ve yer durdukça ebedî kalacaklardır. Bu,
zihinde ebediyyeti canlandıran bir ifadedir. Gerçi
gökler ve yer ebedî değillerdir ama ebedilik manasının
anlaşılmasına yardım ederler. İfadelerin kendilerine
has gölgeleri vardır. Bu ifadenin de ebfediyyet gölgesi
vardır. Ebedîlik manasını belirtir bu ifade. Kasdedilen
de budur.Hi
Hîcr Suresî ^
«Benim kullanma senin bir gücün yetmez. Yalnız
sana uyan bazı azgınlara sözün geçer. Cehennem, o
(senin sözüne uyan) ların gideceği yerdir. Onun yedi
kapısı vardır. Her hapı için onlarda? bir bölük taksim
edilmiştir.»
«Müttekiler, cennetlerde ve çeşmelerdedirler.
«Oraya selâm ilff emin olarak giriniz. Göğüslerindeld
kini (tasayı) çıkardık. Tahtlar üzerinde kardeş kardeş
karşılıklı (otururlar.) Orada onlara bir yorgunluk
dokunmaz ve onlar oradan hiç çıkarılmazlar.»
213
Bu kıssa, Âdem'in îblısle olan kıssasından sonra
gelir. Burada hitap, iblisedir. Sahnedeki yenilik de
cehennemin yedi kapısı olmasıdır. Burada ilk defa
cehennemin yedi kapısı olduğu zikrediliyor. Cennet
sahnesindeki tazelik de şudur: «Onlara orada bir
yorgunluk dokunmaz ve onlar oradan çıkarılmazlar.»
Artık şeytan, onları tekrar oradan çıkaramıyacak-tır.
Yahut da onları, önce olduğu gibi dayanılmaz
yorgunluğa döndüremiyecektir. .Müttekilere lütfedilen
o saf sevgi de nimettendir: «Göğüslerindeki kini
çıkardık.» Bu, hiçbir şaibenin girmiyeceği ve hiçbir kotu
hatıranın bul andırmadığı mutlak selâmdır. Bu,
kalblerini Rabbulâlemîn olan Allah'ın korkusundan
başka her şeyden temizlemiş olan müttekilere lâyık
selâmdır.
En'am Suresi £1
1- «De ki: «Ben Rabbıma isyan edersem, büyük bir
günün asabından korkarım. O gün kim azaptan beri
kalırsa Allah ona rahmet etmiştir, işte bu, an açık bir
kurtuluştur.»
2 - «O gün onları bir araya toplarız, sonra şirk
koşanlara: «Sandığınız ortaklarınız nerede?» deriz.
214
Sonra: «Rab-bımıza ajsdolsua ki biz şirk koşumlardan
değildik» demelerinden başka çareleri olmaz. Bak,
kendilerine karşı nasıl yalan söylediler ve uydurdukları
putlarda kendilerinden kayboldu!»
3 - «Ateşin üzerinde durdurulduklarını, «Ah keski bir
geri döndurülseydik, Rabbumzm âyetlerini bîr daha
yalania-masaydik ve mU'ıninlerden olsaydık!»
dediklerini bir görseydiniz! Hayır, daha önce gizledikleri
onlara örtindü. Eğer geri döndürülselerdi yine yasak
edildikleri şeye dönerlerdi. Doğrusu onlar yalancıdırlar.
Dediler ki: Bu dünya hayatımızdan başka yok. Biz
tekrar diriltilecek değiliz.»
4 - «Onların Rablan huzurunda durdurulduklarını bir
görsen. «Bu gerçek değil miydi?» dedi. 'Evet, Kalıbın.iz
hakkı için gerçektir' dediler. O halde inkârınıza karşılık
azal ladin' dedi. Allah ile karşılaşmayı yalanlıyanlar
hüsrana uğramıştır. Birdenbire kıyamet saati onlara
gelince ağırlıklarını (günahlarım,) arkalarına yüklenmiş
oldukları halde «Dünyada haktan geri kalıp günah
İşlememizden ötürü vah bize» dediler. Dikkat edin,
yüklendikleri şeyler ne kötüdür!»
215
5 - «O gün onları tamamen hasreder. 'Ey cinler
topluluğu, insanlardan birçoğunu yoldan çıkardınız'.
Onların, insanlardan dostları: 'Rabbımiz, bir kısmımız bîr
kısmımızdan faydalandı. Ve bize tayin ettiğin sürenin
sonuna ulaştık' dedi. (Allah) dedi ki: 'Ateş sizin
durağınizdır. Orada ebedî kalacaksınız. Ancak Allah
dilerse başka. Şüphesiz Kaubın her şeyi yerli yerince
yapandır, bilendir, tşte biz, zalimleri kazandıktan yüzün¬
den birbirlerinin peşine böyle takarız, 'Ey cinler ve
insanlar topluluğu, aranızdan size, âyetlerimi okuyan
ve sizi bugününüzl» karşılaşacağınız hakkında uyaran
elçiler gelmedi mi?' Dediler ki: 'Kendi nefislerimize
sahidoklıık.' Dünya hayatı onlun aldattı, kendilerinin
kâfir olduklarına şahidlik ettiler.»
Bu surede, cennet ve cehennemi» kısaca ismi
gecen yerlerden ayrı olarak beş kıyamet sahnesi
vardır.
1- Birinci sahne, ifadenin saldığı gölge İle çizilmiştir.
Şu azap o derece şiddetli, o derece korkunç bir~azao
ki-sırf ondan o tarafa çevrilmek bile büyük bir rahmet
ve apaçık- bir kurtuluş sayılmaktadır:
216
O gün ondan çevrilmiş olana Allah rahmet
etmiştir. Hu, apaçık bir kurtuluştur.» Ya bu azaptan
kurtulan, elbette onun kurtuluşu, sevabın son haddi
sayılır. Bu husus, ifadenin gölgesinden anlaşılmaktadır.
2 - îkinci sahne, putlar hakkında soru sorma
sahnesi-dir. Fakat burada harika olan taraf,
sorulanların, hiçbir gizlinin gizli kalmıyacağı âhirette
bulunduklarım unutmaları ve bu soruya güldürücü,
maskara bir tarzda cevap vermeleridir:
lîabbımız Allah hakkı için biz müşrik değildik.» Tam
bir belâ, ve fitne. «Sonra Kabbımiz AHah hakkı için biz
müşrik değildik demelerinden başka çareleri kalmadı.»
Görüyor musun kime karşı jalan söylüyorlar?! Zavallıları
sıkıntı şaşırtmış, yalana sapmışlar. Kendileri de bunun
yalan olduğunu gayet iyi biliyorlar ama bir kere başları
sıkışmış!
Bununla sahne, putlar ihtiva eden sahneler
arasında yep yeni bir damga, bir Özellik kazanıyor.
3 - Üçüncü sahne onları ateş üzerinde durdurulmuş
iken gösteriyor -iradesiz, ihüyarsız orada
durdurulmuşlar- içleri korku İle dolup taşıyor, korkudan
mafsalları birbirinden kopacak vaziyette, elleri ayaklan
217
titriyor, birbirine dolaşıyor. Diyorlar ki: «Ah ne olurdu biz
tekrar geriye döiidüriilseydik de Rabbıimzm âyetlerini
daha yalanlamasaydik, mü'm inlerden olsaydık!»
Korkudan böyle söylüyorlar, yoksa utanmıyorlar; «Eğer
geri gönderi İseler, yine yasak edildikleri şeylere döner¬
ler. Onlar elbette yalancıdırlar!»
4 - Dördüncü sahnede bunlar, Rablan huzurunda
durdurulmuşlardır. Yüzlerini tasa bürümüş, utanç
ruhlarına işlemiştir. Bu halde iken kendilerini hacîl eden
hitap geliyor: «bu gerçek de£il miydi?» Ama suâl!
«Dediler: Evet Rabbımız, ser çektir.» Hudu, zillet ve
teslimiyetle boyun bükerek bu cevabı veriyorlar. Ve
Allah: «Küfrünüze karşılık azabı tadın» diyor. Başka bir
şey ilâve etmiyor. Allah'ın huzurunda dururlarken
Günah yüklerini sırtlamış vaziyettedirler. -Büyük emir
çıkıp cehenneme sevk edilinceye kadar böyle ağır
yük altında hiç dinlenmeden öyle duruyorlar.
Üzerlerindeki yük, birazcık olsun alınmıyor. Öyle
kalıyorlar.
5 - Beşinci sahnede cinler ve insanlar bir aradadır.
Uyulanlar ve uyanlar beraber. Önce cinlere
hitabediliyor: «Ey cinler, siz insanlardan pek çok
218
aldattınız.» Bu saptırıcı, azdıncı kütle, karşılarında pek
çok tabilerini görünce, cevap veremiyorlar. İnsanlar
arasında onlara uyanlar cevap vermeğe yelteniyorlar,
diyorlar ki: «Rabbımiz, birimiz diğerimizden faydalandı.»
Ortaklık, fayda üzerine kurulmuştu. Şeytanlar insanlara
meta hazırlıyor, mukabilinde de onlara hakim oluyor,
onları kendilerine uyduruyorlardı. «Bizim için tayin
etliğin ecelimizin (vaktimizin) sonuna ulaştık.» İşte şimdi
ba's gününde, senin huzurundayız ey Rabbımiz. O
zaman reddi mümkün olmayan emir sadir oluyor:
«Dedi: Durağınız ateştir. O-rada ebedî kalacaksınız.»
Dünyada gafletten ve o uzun itiraftan sonra bu emir
bekleniyordu.
Sonra hem insanlar ve hem cinlere birlikte bir sual
tevcih ediliyor: «Ey cinler ve insanlar topluluğu,
aranızdan size âyetlerimi okuyan ve sizi bugününüzle
karşılaşacağınız hakkında uyaran elçiler gelmedi mi?»
Allah biliyor elçilerin geldiğini ama onların bu hususu
itiraf etmeleri de onlar için bizzat azap olduğundan
onları itirafa sevk için soruyor: «Dediler: Kendi
aleyhimize şahid olduk.» Bugün gerçeği söylemekten
başka çare yok. Bu şehadet, nefsin, azabı hak ettiğine
219
şehadettir. «Dünya hayatı onları aldattı» da bu âkibete
sürükledi «Ve kendilerinin kâfir olduklarına, aleyhlerine
şehadet ettiler.» Sen bu konuşmayı, bu soruyu, bu
bilmezlikten gelmeyi ve bu cevapları görüyorsun. Bu
tip ifae, bu konuşma, sahnenin anlatım tarzı, hâdiseyi
anlatılan bir şey değil, fakat göz önünde cereyan
eden bir olay haline getiriyor, ısı
Sâffât Suresi m
«O, ancak tek bir çığlıktır. Hemen bakıp kalırlar.
Dediler: 'Vay bize, bu ceza günüdür. Bu, yalanlayıp
durduğunuz hüküm günüdür!' 'Zulmedenleri, onların
çiftlerini (onlarla iş birliği yapanları) ve Allah'dan başka
taptıklarını toplayın, onları cehennem yoluna sokun.
Onları durdurun. Zira onlardan sorulacaktır.» «Ne oldu
size, niçin yardımlaşmıyor sunuz (yahut da niçin galip
gelmiyorsunuz)» Hayır, onlar bugün teslim olmuşlardır.
bize sağdan (hâk tarafından) gelirdiniz.» Onlar da:
«Hayır, dediler, zaten siz kendiniz inanmadınız. Yoksa
bizim size bir gücümüz yoktu. Kendiniz azgın bir kavim
idiniz. Rabbımızuı sözü bize hak oldu. Biz tadacağız. Sizi
azdırmıştık, çünkü bu de azmıştık. (Siz de bize bakarak
azılını. Yoksa biz yalnız sizi azdırmadık.,)» Onlar o gün
220
azapta ortaktırlar, iîiz suçluları böyle yaparız. Zira
onlara «Allah'tan başka ilâh yoktun) dense kibreder
(söylemez) ler. Ve derler ki «Biz deli bir şair için
ilâhlarımızı mı terk edeceğiz?» Hayır o, gerçeği getirmiş
ve peygamberleri de tasdik etmişti. Şüphesiz siz, can
yakan azabı tadacaksınız. Ne yaptınızsa onunla
cezalanacaksınız. Ancak Allah'ın halis kulları başka.
Onlar için bilinen bir rizık vardır: Meyvalar. Onlar, nimet
cennetlerinde ağırlanırlar. Tahtlar üzerinde karşılıklı
yaslanıp (oturur) lar. (Güzel hizmetçiler tarafından)
kaynağından doldurulmuş, bembeyaz, içenlere lezzet
veren kadehlerle çevrelerinde dolaşılır. O kadehlerde
ne gaile vardır, ne de ondan başları döndürülür.
Yanlarında el değmemiş, gözlerini yalnız kocalarına
dikmiş, sanM saklı yumurtalar gibi (bembeyaz) ceylân
gözlü dilberler vardır.»
«Birbirlerine dönmüş (lerj dir, soruşuyorlar.
Onlardan biri dedi ki: «Benim (dünyada) bir arkadaşım
vardı, derdi ki: Sen de tasdik edenlerden misin? Biz
öldükten, toprak ve kemik olduktan sonra mıA biz mi
cezalanacağız yani? Dedi: Bakar mısınız nerede o?
Baktı, onu cehennemin ortasında gördü. Dedi ki:
221
Vallahi az daha sen beni de mahvedecektin. Eğer
Rabbı-mın nimeti olmasaydı ben de (cehenneme)
götürülenlerden olurdum. Birinci ölümümüzden sonra
bir daha Ölmiyeceğiz, biz azap görmiyeceğiz öyle mi?
«Şüphesiz bu büyük bir kurtuluştur. Çalışanlar
bunun için çalışsınlar.»
«Bu konukluk mu iyi, yoksa zekkum ağacı m;? Biz
onu zalimlere bir fitne yaptık. O, cehennemin
kökünden biten bir ağaçtır. Tomurcukları şeytanların
basları gibidir. Onlar ondan vivecekler ve karınlarını
ondan dolduracaklar. Sonra de kaynar su katılmış içki
içecekler. Sonra onların dön" elbette cehennemdir.»
Biz, uzun, muhtelif yönlü, üslûbu çeşitli, birbirini
takibeden, pak çok canlı manzaraları bulunan
sahnelerden biri karşısındayız. Burada vasıflandırma ile
konuşma bir aradadır. Önce hikâye tarzında yürüyor,
sonra konuşma tarzjna geçiyor, tekrar ifade
değiştiriyor. Olaylar, manzaralar arasına zaman zaman
talikler giriyor. Bu tıpkı reklâmlarda, gösteri alanların da
spikerlerin piyesin asıl maksadım izah etmelerine
benzer. Bu suretle sahne, hayatın bütün veçhelerini
içine alır.
222
Biz Öldükten, toprak ve kemik olduktan sonra mı,
biz mi diriltileceğiz? Evvelki babalarımız mı?» diyenleri
redd için gelmiştir. Önce bu söz şöyle reddediliyor:
De ki evet, siz dahirsiniz.» Yani zilletle boyun büküp
olacaksınız. Böyle dendikten sonra uzun arz başlıyor:
O ancak şiddetli bir çığlıktan ibarettir. Hemen
bakıp kalırlar.» işte böyle yıldırım gibi, bir çığlığı
kaphyacak kadar bir zaman içinde her şey oluyor.
Burada sayhaya zecre deniyor. .Ayrı bir şiddet çeşidi
göstersin ve sayhayı çıkaranın yüceliğine delâlet etsin
diye. O, her şeyi kuşatmıştır. Birden bu çığlık saldırınca
aniden bakıgıp duruyorlar. Ve şaşırmış bağırıyorlar:
Vay bize bu ceza günü.» Onlar bu şaşkınlıkları
içinde bocalarken ummadıkları yerden bir ses onların
basma yıldırım gibi iniyor:
:Bu, yalanlamakta olduğunuz hüküm günüdür!»
Bu suretle temat haberden hitaba intikal ediyor.
Din gününü yalanlıyanlara hitabediliyor. Bu hitap, sert
ve kesin bir başa vurmadan ibarettir. Sonra hitap, bu işi
infhz ile görevli olanlara yöneliyor: «Zulmedenleri ve
zevcelerini ve Allah'tan başka taptıklarım bir araya
toplayın, onları cehennem yoluna sürün. Ve onlun
223
(orada) durdurun. Çünkü onlara sorulacaktır.» Bu
emirde kesinlik yanında «Onları cehennem yoluna sü¬
rün.» ifadesinde açık bir alay da vardır. Ne tuhaf bir
hidayet (sevk etme) ki dalâlet bundan hayırlı! Madem
ki onlar dünyada doğru yolu bulmadılar, ona
gelmediler, o halde âhirette cehîm yolunu bulsunlar.
işte emir yerine getirildi. Cehenneme sevk edildiler
ve sorguya hazır vazıyette durduruldular. Tam bu
halde soru şeklinde ve alaylı bir tarzda bir hitap
kendilerine çevrildi:
Nigin yardımlaşmıyorsunuz?» Neden birbirinize
yardım etmiyorsunuz? İşte hepiniz buradasınız?
Taptıklarınız da beraber. Tabii cevap yok. Başlar öne
eğik yüzler kızarmış.
Burada gösterinin asıl mak3adını belirten bir talik
geliyor:
Hayır, onlar o gün teslim olacaklardır!»
Sonra başka bir hikâye bağlıyor. Burada
cehennemdekile-rin birbirleriyle mücadelelerini
görüyoruz: «Birbirlerine döndüler, soruyorlar. Dediler ki:
Siz bize sağdan gelirdiniz. Yani sağ tarafımızdan
sokulur, vesvese verirdiniz. Genellikle gizli şeyler, sağ
224
taraftan sokularak kulağa fısıldanır. Onun için «Siz bize
sağdan gelirdiniz.» diyor. İşte o iğvanız dolayısiyle bu
hale düştük. Bizim bu durumumuzdan siz sorumlusunuz.
Tabu derhal ittiham edilenler, kendilerini temize
çıkarmak- ve suçu üzerlerinden atmak çabasına
düşüyorlar: «Dediler: Hayır, zaten siz inanıcı değildiniz.
(Siz kendi linetinizle imandan çevrildiniz), yoksa bizim
sizi mecbur edecek, fikrimizi zorla kabul ettirecek bir
gücümüz yok. Siz kendiniz azgın bir kavim idiniz.» İman
kalblerinize geçmiyordu. İyinin ve kötünün sınırı eize
belirtilmişti. O şuurda durmuyordunuz. «Muhakkak biz
Rabbımızin azabım hak ettik, tadacağız.» Bu azabı
azgınlığımızla hak ettik. «Biz azdığımız için sizi de
azdırdık.» Siz de zaten azmağa kabiliyetli imişsiniz, bize
uydunuz, azdınız. Yoksa biz size zor kullanmadık. Zor
kullanacak gücümüz de yoktu. O halde biz sizden
sorumlu değiliz.
Burada başka bir ta'lik cümlesi geliyor. Sanki bu
ta'li. hepsine bulundukları halin gerekçelerini ve
sebeplerini açıklı yan bir hüküm mesabesindedir."
Onlar o gün azapta ortaktırlar. Biz suçlulara böyle
yaparız. Zira onlara «Allah'tan başka ilâh yoktur»
225
denildiği zaman Mbrederlerdi. Ve «Biz bir deli şair için
ilâhlarımızı mı terk edeceğiz?» derlerdi.»
Talikin sonu şu şekilde mükezziplere çevrilerek
tamamlanıyor:
Hayır, (o, ne şairdi, ne deli idi), o gerçeği getirmiş
ve peygamberleri de tasdik etmişti. Onlar (kibirlerinden
dolayıj can yakan azabı tadacaklardır. Siz başka bir
şeyle değil, ancak yaptığınız işlerle cezalanıyorsunuz.
Yalnız Allah'ın halis kulları müstesna (onlar ceza
görmiyeceklerdir).»
Talik bu hitaba ulaşıp Allah'ın halis kullarının da
zikri geçince bu defa halis kulların karşılaşacağı
nimetleri arza başlıyor. Bu nimetler, manevi ve maddî
nimetlerdir. Ruh da faydalanır, his de faydalanır
bunlardan. Önce onlar, Allah'ın halis kulları (manevi bir
nimet). Allah'ın halis kulları olmak, ne ikram, ne şeref!
Ve onlar Allah'ın indinde ikram ediliyorlar,
ağırlanıyorlar. Ni'metîerin en yücesidir bu. Bunun
yanında onlara maddî nimetler de var: «Fevakih:
meyvalar», «Surur: tahtlar» ve tam bir konfor. Sonra:
Kaynağmdan doldurulmuş bembeyaz, içenlere
lezzet veren bir gaile vermiyen, başdöndürmiyen,
226
bıktırmıyan içki dolu kadehlerle (hizmetçiler taraf
nidan) çevrelerinde dolaşılır.» En güzel evsafta şarap
budur. Şarap zevkini verir ama baş dönmesi yapmaz,
aklı da gidermez, yanlarında da gözlerini yalnız
kocalarına dikmiş İnler var.» Eşlerinden bagkasma
bakmıyan huriler, gözlü ve eller değmemiş
Saklı yumurta gibi», eller ve gözler değip
örselenmemiş.
Hikâye devam ediyor, bu kadar nimete gark olan
Allah' m bu halis kulları, gayet serin kanlı, sükûnet
içerisinde maziyi ve hali konuşuyorlar. Suçluların
şiddetle birbirlerine çatmalarına mukabil bunlar gayet
mülayim, tatlı tatlı konuşuyorlar. Tablolarda tam
tekabül. îşte içlerinden biri arkadaşlarına hayatından
bir parça anlatıyor: Kendisinin bir arkadaşı âhireti
yalanlardı. Kendisine derdi ki:
Sen de mi tasdik edenlerdensin? Biz Ölüp toprak
ve kemik duktan sonra mı, biz mi ceza göreceğiz?» İşte
o arkadaşı, dükten sonra dirilmeğe ve ceza görmeğe
inandığı için kendi ni böyle ayıplardı.
Hatırına gelmiş iken arkadaşının sonu ne oldu diye
merak ediyor. Öğrenmek istiyor. Tabii cehenneme
227
gitmiş olmasını taiı min ediyor. Durup bakıyor,
arkadaşlarının gözlerini de baktığı tarafa çeviriyor:
Dedi: Bakarmısınız?» Sonra arkadaşı gözüne ilişiyor.
Bak yor ki evet sandığı gibi:
Baktı, onu cehennemin ortasında gördü.»
0 zaman dostlarını koyuyor da cehennemin
ortasında bulduğu o eski arkadaşına diyor ki: Ey
adam, sen vesveselerinle az daha beni de
alçaltacaktın. Ne ise Allah bana lütfetti de seni
dinlemedim, yoksa ben de gitmiştim:
Dedi ki: Tallahi sen az daha alçaîtacaktiH. Eğer
nimeti olmasaydı ben de buraya getirilmişlerden olur¬
dum.» Sonra dünyada söylemiş olduğu sözleri onur,
başına vuruyor:
Nasıl biz ilk ölümümüzden başka Ölmiyecek ve
azap gör-miyecek mi imişiz?» Ey meş'um arkadaş, nasıl
srnin dediğin gibi mi?
Yine burada gayeyi ruhlara perçinleyecek bit
talik:
İşte bu, büyük kurtuluştur, çalışanlar bunun için
çalışsınlar,»
228
Bu talikten sonra göz, bu kurtuluşun, bu büyük
nimetin karşısındaki tabloya, mükezziplerin
yaslanacağı azap tablosuna gevriliyor. Bu iki hal
arasındaki muvazene, tam uygun zamanında
yapılıyor. Ve bu muvazene, zecre-i vahide'den sonraki
ilk sahnede gösterilen hesap sahnesini müteakip
başlayan azabın manasını daha mükemmel bir şekilde
ediyor.
Şu Zekkum ağacıdır. Bu ağaç, başka bir sahnede
de geçmişti. Fakat burada Zekkum ağacının bazı
vasıfları belirtiliyor ki bunu dinleyiciler bilmiyorlardı:
O, cehennemin dibinde biten bir ağaçtır.» Ne
acaip ki cehennemin dibinde bitiyor da yanmıyor
Çünkü o da nem cinsindendir. Daha çok açıklama
var, bakdirler:
:Tomureuklan şeytanların başlan gibi.» Ey okuyucu
şeytanların başları nasıldır biliyor musun?! Evet! İnsan,
muhayyilesinde şeytani canlandırır. Kendince ona bir
suret verir. Bu tahayyül edilen şey, insan ruhuna korku
salar, insan o başı tasavvur ettikçe ürperir,
cehenneme inenler, bu ağacın tomurcuklarını yiye¬
ceklerdir. Şeytanların başlarım yiyeceklerdir:
229
Çünkü onlar ondan yiyecekler ve kannini
dolduracakla dır.» Boğazlan yanar, karınlan ağrır,
içlerindeki yangını, alşi söndürmek için soğuk içki
ararlar sıcak sudan başkasını blarvıaziar, bunu
içecekler ondan sonra cehennemin azabına dûçar
olurlar, üoi
Lokman Suresi un
1- «Onlan azıcık yaşatırız, sonra kaba bir azaba
duçar kılarız.»
2 - Ey insanlar, Rabbınızdan ittika edin ve şu
günden korkun ki baba çocuğundan ceza görmez,
çocuk da babasının cezasından bir şey çekmez.»
1- Azabın kaba diye vasfı, manevî bir tecsimdir,
manen onu cisimlendirmektir ki bu, azabın niteliğini
görülür bir şekilde göz önüne getiriyor.'Bunun Kur'anda
benzerleri çoktur. Bu, kitapta arz etmeğe çalıştığımız
kıyamet sahnelerinden değildir. Ancak azabın
mücessem bir şekli vardır burada. Bu şekilde tecsîmi,
azabın ruhtaki tesirini daha da artırır.
2 - ikinci tabloyu, kelimelerin satırlar araşma saldığı
gölgeler resmetmektedir. İfadenin saldığı bu gölgeleri
ruh görmektedir. Az daha duyular da görecek gibidir.
230
Bu, öyle bir hal ki insanlar arasındaki bütün bağlar
çözülüyor, akrabalar, dostlar arasındaki dayanışma
kalkıyor. Dayanışmanın en ilerisi baba ile oğul arasında
olur. Ama o mutlak adalet, ne baba ile oğul arasında,
ne de diğer akraba ve dost arasında dayanışma
tanımıyor. Demek adalet mutlaktır, mes'uliyetler sınır¬
lıdır. Herkes kendi günahından sorumludur. Durum çok
çetindir. Günün esas vasfını söylemeden, o günü
böyle dolaylı olarak tavsif etmesi, onu daha korkulu bir
hale getirmektedir. Korkuyu nefis, tam bir şekilde
tasavvur ediyor. Baba ile oğul arasındaki o sağlam
bağların dahi çözüldüğü gün, elbette gayet çetin,
pek güç bir gündür. ü2i
Seher Suuestu^ı
1- «Yakalanıp Rablarının huzuruna durduruldukları
man o zalimleri bir görsen: Zayıf görülenler o büyüklük
tasai yanlara der (ler) ki: «Siz olmasaydınız biz
inanırdık.» Büyükj liik tashyanlar da zayıf görülenlere
der (lerkî: «Size nida yet geldikten sonra sizi Mdayetten
biz mi çevirdik? Hayır, ten siz kendiniz mücrimdiniz.»
Zayıf görülenler, kibredenle cevaben der ki: «Hayır,
gece gündüz dolap (kurar, sğva verir diniz) Allah'ı inkâr
231
etmemizi, O'na menend koşmamızı emri derdiniz.»
(Böyle alışırlarken) azabı gördüklerinde içlerinde;
pişmanlık gizlerler, tnkâr edenlerin boyunlarına ağlâl
koyduk, Yaptıklarından başkasiyle mi cezalanıyorlar?»
2 - «O gün onları hep toplar, sonra meleklere der
ki| «Bunlar size mi tapıyorlardı?» Derler ki: «Sen
münezzehsin!! Bizim velimiz onlar değil, sensin. Hayır,
onlar (bize değil) cinlere tapıyorlardı, çoğu onlara
inanmıştı.» O gün biriniz diğerinize ne bir fayda, ne de
bir zarar vermeğe kadir değilsiz. V» biz zulmedenlere:
«Yalanlamakta olduğunuz ateş azabını deriz.»
3 - «O telâşa düştükleri zaman bir görsen, hiç
kaçamak yoktur, yakın yerden yakalanmışlardır. «Ona
inandık» demek tedirier ama onlar için iffiak yerden
almak nasıl mümkün olur? Halbuki daha önce onu
inkâr etmişlerdi. Uzak yerden gaybet atıyorlardı. Artık
kendileriyle arzu ettikleri şey araşma
çekilmiştir, tıpkı bundan önce benzerlerine
yapıldığı gibi. Çünkü onlar, işkilli tir şüphe içinde
bulunuyorlardı.»
Birinci sahne sapkınlardan tabilerle metbu'lar ara¬
sında geçen tartışma, çekişme sahneşidir. Bunun
232
benzerleri önce geçmişti. Burada yeni olan husus, ilk
defa tabilerden
:Zayıf görülenler, zayrflatilanlar» metbu'lardan di.:
:Büyüklük tasliyanlar» diye bahsedilmesidir.
Tartjşmada da ayrı bir renk vardır. Zayıflatıl anlar kesin
olarak inanıyorlar ki kibredenler olmasaydı kendileri
inanırlardı. Kibredenler de onları tezlîl ediyor, suçu
kendilerinden atıyorlar:
Size hidayet geldikten sonra sizi hidayetten biz mi
çevirdik?»
Sonra da onlara ağır bir hakarette bulunuyorlar:
Zaten siz suçlu idiniz.» O zaman zayıf görülenler,
ağızlarını açıp gözlerini yumuyorlar. Daha sert ve
cesaretle günahlarını, onların gece gündüz kendilerine
iğva vermelerine bağlıyorlar.. Onların tuzakları, Allah'a
şerikler koşmayı emretmeleri yüzünden bu hale
düştüklerini söylüyorlar.
Ama bütün bunların faydasjzhğmı bildiklerinden
pişmanlık ve hasretlerini içlerinde gizliyorlar ve derin bir
umutsuzluk içinde âkibetlerine teslim oluyorlar.
233
Bu tartışma, hepsinin boyunlarına tomrukların
konmasiy-le bitiyor. Hepsi de kâfir olduğu için
boyunlarına tomruklar.
konmuştur. Sahne bu ilâveyi taşıyor. Bunu
söyledikten sonra hikâye üslûbundan, soru tarzında bir
ta'lîka geçiyor:
Yalnız yaptıkları amel ile cezalanmıyorlar mı?»îşte
bu ta'li sahneyi hazır hale, dinleyicileri de seyirciler
haline getiriyor. Şimdi her şey göz önünde cereyan
ediyor hissini uyandırıyor. İkinci sahnede haşr
meydanında melekler bulunmakr tadır. Haşr
meydanında olan herkesin görüp işiteceği bir yer den
bir hitap geliyor onlara:
:Bunlar size mi tapıyorlardı?» Allah biliyor onlara
tapmadık larmı ama herkesin önünde puta taponlan
rezil rüsvay etmel için bu soruyu soruyor. Melekler bu
günahtan masum oldukla) rını, Allah'ı ortaktan tenzih
ettiklerini söylüyorlar:
Dediler İd: Seni tenzih ederiz, bizim velimiz sensin.
Onlardan sana sığınırız. Onlar cinlere tapıyorlardı.
Çoğu onlara inanıyordu.»
234
Utandırma tamamlanmış, teşhir gerçekleşmiştir.
Ve o zaman sanıkların karşısuıda şu hüküm sadir
oluyor:
Bugün hiçbiriniz diğerinize ne bir faide, ne de bir
zarar vermece kadir değildir. Zulmedenlere deriz ki:
Yalanlamakta olduğunuz azabı tadın.» Üçüncü
sahneye gelince bu sahnenin şimdiye kadar benzeri
hiç geçmemiştir. Hareket, şiddet, cezbe ve hayatla
.dolu bir sahnedir. İçindeki şu hareketler sebebiyle
sahne, hayat dolup taşmaktadır:
îşte görüyorsun adamlar şaşırıp kalmışlar. Kaçmak,
atlatmak istiyorlar ama
Kaçamak yok,» Kaytarmak mümkün değil. Zira
tutulmuşlar
Yakın bir yerden yaftalanmışlar.» Teslim olmaktan.
Ona inandık» demekten başka çare
bulamamışlar. Bu telâş ve kaytarma çabası içerisinde
iken yakalananca hemen imana koşmakla onlar,
sanki imanı birden sıçrayıp almak, kapmak istemiş gibi
bir durumdadırlar. Ama iman artık o kadar yüksek,
uzak bir yerdedir ki ne kadar sıçrasalar elleri ona yetiş¬
mez:
235
Uzak yerden nasıl (uzanıp) alacaklar?» Tenavüş,
almak de mektir ama zorlana zorlana sıçrayıp tırmanıp
almaktır. Kelime, çıkardığı sesle bu hareketi tamamen
canladırmıştır. Onlar için bu nasıl mümkün olur:
Oysa daha önce onu inkâr etmişlerdi?» gözden az
uzak olan gaybi görmeden taşlıyorlardı. Kesin olarak
inkâr ediyorlar, bilmedikleri meçhule, azıcık inanma
payı olsun bırakmıyorlardı. Tamamen inkâr ediyorlardı:
üzaktan gaybe taş atıyorlardı.» Hallerini, azabı hak
ettikleri tutumlarmı açıklıyan bu parantez* içindeki
talikten sonra sahne şöyle tamamlanıyor, iş işten
geçtikten sonra inanarak kurtulma, kaçma, kaytarma
arzuları ile kendileri araşma perde çekildi:
Daha önceki taraftarlarına yapıldığı gibi,
kendileriyle ladıklan şey arasına perde çekildi.» Baştan
sona bütün yali layıcılar için mukarrer cezadır bu:
Çünkü onlar, işkilli bir şüphe içindedirler.» ihl
Ğafir Suresi usı
tasadan yutkunacakları kıyamet günü ile uyar. (O
gün) zalimlerin ne bir dost», ne de dinlenecek bir
şefaatçileri yoktur.»
236
2 - «Ey kavmim, ben o âh-ü figan gününden
korkuyorum. O gün arkanızı dönün kaçmak istersiniz
ama sizi Allah' m azabından kimse kurtaramaz.»
3 - «Ateşin içinde birbirleriyle tartışırlarken zayıf
olanlar, büyüklük taslıyanlara der ki: «Biz size uymuştuk.
Şimdi siz ateşin en ufak bir parçasını bizden savabilir
misiniz?» Büyüklük tashyanlar da der ki: «Hepimiz de
onun içindeyiz. Allah, kullar arasında (böyle) hüküm
verdi!» Ateştekiler cehennemin bekçilerine der ki: «(ne
olur) Rabbınıza dua edin de hiç değilse bir gün
azabımızı hafifletsin!» Bekçiler: «Size elçiler delillerle
gelmez miydi?» dediler. «Evet» diye cevap verdiler.
Bekçiler: «O halde kendiniz yalvann» dediler. Kâfirlerin
yalvarışı da. sapıklıktadır (boşa gider)! Doğrusu biz,
elçilerimize ve iman edenlere dünya hayatında ve
şahidlerin kalkıp şehadet edeceği günde yardım
ederiz, O günde zalimlere mazeretleri fayda vermez.
Lanet onlaradır, kötü ev de onlaradır.»
4 - «Kitabı ve peygamberlerimizle
gönderdiklerimizi, ya-lanhyanlar yakında elbette
bileceklerdir. Boyunlarında demir halkalar ve zincirler
olduğu halde kaynar suya sürülürler, sonra ateşte
237
yakılırlar. Sonra onlara denir: «Allah'tan başka taptığınız
putlar nerede?» Derler ki: «Bizden kayboldular. Hayır,
biz zaten Önceleri hiçbir şeye yalvarmıyorduk.» işte
Allah, inkar edenleri böyle saptırır.»
1- Birinci sahne, «Âzife» sahneaidir. Âzife, kıyamet
günüdür. Kıyamet sür'atli bir olay şeklinde tasvir
edilmiştir: Göğüsler daralmış, soluklar tutulmuş, sıkıntı o
dereceye varmış ki sanki kalbler yerinden kopup
boğaza düğümlenmiş, insan bunalmış kalmıştır.
Bütün bu sıkıntı içerisinde zalimlere el uzatan;
boğazlarını sıkan, soluklarını tıkayan şu darlığı biraz
hafifletip biraz onlara nefes aldıracak tek bir dostlan
yok. Onları bu musibetten kurtaracak, bu belâyı
onların üzerlerinden atacak sözü dinlenir bir şefaatçileri
yok. Bu sıkıntı ve yalnızlık içerisinde ihmal edilmiş, kendi
başlarına bırakılmışlardır. Bütün bu çetin ahval,
resimlerle dolu, gölgelerle haleli birkaç kelime ile tasvir
edilmiştir.
2 - İkinci sahne, bütün, kıyamet sahneleri içerisinde
tek sahnedir. Tik defa burada diriltilip mahşere sevk
edilenlerden bir cemaati görüyoruz ki kendilerine
seslenildiği zaman kaçmağa çabalıyorlar. Gerçi bu
238
kaçış, kendilerine bir fayda sağlamıyor. Onları
Allah'tan alıp kurtaraoak kimse yoktur ama onların
halini tasvir bakımından ifade önemlidir.
Biraz önce temas ettiğimiz :
Bir görsen onları şaşmışlar, kurtuluş yok, yalan bir
yerden yakalanmışla*!» sahnesi de tek sahne idi.
Bunun onunla benzerliği vardır ama orada yalnız
şaşkınlık vardı ve bu şaşkınlığı müteakip
yakalanıyorlardı. Burada ise fi'len arkaya dönüp
kaçıyorlar ve kaçtıktan sonra yakalanıyorlar.
3 - Üçüncü sahne, büyüklük taslıyanlarla zayıflar
arasında geçen tartışma sahnesidir. Bu kabil sahneler
daha Önce de geçmişti. Fakat buradaki sahne onların
tekrarı değildir. Bu sahnede tafsilât bakımından tazelik
vardır:
Burada zayıflar, kuvvetlilerden, kendilerine olan
borçlarını ödemelerini, çektikleri şu azaptan bir parça
yüklenerek a.zabı biraz hafifletmelerini istiyorlar:
:Bİz size tabi idik, şimdi bizden biraz ateş savar
mısınız?» diyorlar, içinde iğneleme bulunan bu soruya
kuvvetliler karşı koyuyorlar. Kendilerini son derece
azap ile yüklü buluyorlar. Artık bir de zayıfların en ufak
239
azabını yüklenmelerine imkân yok. Bunun için Öyle bir
cevap veriyorlar ki solukları tıkar:
:Hepimiz de onun içindeyiz.» Peşinden de her işi
Allah'a havale edip ululanma ve kibirlenme
sıfatlarından soyuluyorlar. Zayıflar onları büyük
gördüğünden biraz azap yüklenmelerini istemişlerdi.
Bu inançlarından artık dönerek bu büyüklerin aslında
diğer insanlar gibi kul olduklarını söylüyorlar:
Allah, kullar orasında hükmetti!»
Sonra her iki zümre de cehennemin bekçilerine
dönüp yalvarıyorlar. Allah indinde kendileri için
şefaatte bulunup yalvararak hiç değilse bir gün için şu
azabın hafifletilmesini rica ediyorlar.
Ama bekçiler hadlerini bilen kimselerdir. Ve bu
ateşte yananların mazilerini de biliyorlar. Bu hal, onların
istiğfarına cesaret vermiyor:
Dediler: Size peygamberleriniz delillerle gelmezler
miydi?»
Bu bir azarlama ve hatırlatma sorusudur:
Dediler: Evet gelirlerdi.»» O zaman bekçiler
onlardan el çekiyorlar, alaylı ve hakaretiz bir tarzda
onları umutsuzluğa terk ediyorlar. Boş yere
240
uğraşmanın, yalvarmanın faydası olmiya-cağım
söylüyorlar halde yalvann, dediler.»
Ve bu duâ üzerine perde arkasından bir ta'lik
işitiyoruz:
Kâfirîerin duası boşunadır.» Bu haktır ve Allah'ın
adaletine uygundur:
Biz peygamberlerimize ve iman edenlere hem
dünya hayatında, hem de şahidlerin kalkacağı
(şebadette bulunacağı) günde yardım ederiz. O gün
zalimlere mazeretleri fayda vermez, lanet onlaradır,
evin kötüsü de onlaradır.» Ateş ehlinin halini görüp
evlerin en kötüsünün onların olduğunu anladığımız
gibi.
4 - Dördüncü sahne boyunlarına halkaların,
ayaklara zincirlerin vurulduğu sahnedir. Cehenneme
sürüklenme ve ateşte yakılma sahnesidir. Secru'l-
kelb'den gelir. Secr köpeğin boynuna sacuru
(tasmayı) takıp şiddetle çekip götürmek demektir.
Bunların da boyunlarına zincirler vurulup şiddetle ce¬
henneme sürükleniyorlar. Sonra azar başlıyor:
:Bizden kayboldular.» Bundan daha enteresanı da
Zaten biz daha önce hiçbir şeye tapmazmişız!»îbadet
241
ettiklerimiz hiçbirşey değilmiş. Ve perde arkasından bir
ta'lîk: üü
Zümer Süresi uzı
1- «De ki: «Asıl hüsrana-düdenler, kıyamet günü
hem kendilerini, hem de ailelerini ziyana uğratanlardır.
Evet, odur işte açık hüsran. Üstlerinden ateşten
gölgeler, altlarından da gölgeler vardır orada. İşte
Allah'ın, kullarını korkuttuğu şey odur. Ey kullarım,
hesıden korunun.
«Fakat Halılarından konulanlar için üst üste
yapılmış, athırmdun ırmaklar akan cennetler vardır.»
2 - «Kıyamet günü o kötü azaptım korunmağa nın
hali nice olur? Zalimlere «Tadın, kazandığınızın tadım»
denir.
3 - Kıyamet güttü Allah'a karşı yalan uyduranların
yüzlerinin simsiyah kesildiğini görürsün. Cehennemde
değil mi kibirlenenlerin durağı? Allah, sakınanları
başanlariyle kurtarır. Onlara kötülük dokunmaz ve
onlar mahzun da olmazlar.»
4 - «Allah'ı gereği gibi bilemediler. Halbuki kıyamet
günü arz, tamamen O'nun avucu içindedir. Gökler de
242
sağ elinde durulmuştur. O, münezzeh ve şirk
koştuklarından yücedir.»
«Sûr'a üflendi, göklerde ve yerde olanlar hep ölüp
düştüler. Ancak Allah'ın dilediği müstesna. Sonra ona
tekrar üflendi. Birden onlar ayakta bakışıyorlar. Arz,
Kabbmın miriyle parladı. Kitap kondu, peygamberler
ve şahidler getirildi (ler) Aralarında hak ile hükmedildi.
Onlar zulmedilmezler. Herkese amelinin karşılığı verildi.
O, onların ne yaptıklarım en iyi bilir.»
«İnkar edenler, bölük bölük cehenneme
sürüldüler. Oraya geldikleri zaman cehennemin
kapılan açıldı, cehennemin bekçileri onlara şöyle
dedi: «Size kendi aranızdan, Rabbmızm âyetlerini size
okuyan ve sizi bugününüzle karşılaşacağınız hakkında
uyaran elçiler gelmedi nü?» «Evet, geldi dediler, ama
inkâr edenlere asap sözü gerçekleşti!» Denildi:
«Cehennemin kapılarından girin, orada ebedi
kalacaksınız. Kibirle-nenlerin durağı ne kötüdür!»
«KaManndan korkanlar, bölük bölük cennete sevk
edildiler. Oraya varıp da kapılan açıldığında bekçileri
onlara: «Selâm size, hoş oldunuz, ebedi olarak oraya
giriniz!» dediler. Onlar: «Bize verdiği sözü yerine getiren
243
ve bizi dilediğimiz yerde oturacağımız bu cennet
yurduna koyan Allah'a hamdol-«iıı. Çalışanların
mükâfatı ne güzelmiş!» dediler.»
«Melekleri görürsün İd Arş'ın etrafını çevirmiş
oldukları balde Rablarım hamd ile teşbih ederler.
Aralarında hak ile hükmedilmiştir. «Hamd, âlemlerin
Eabbına mahsustnildi.»
1- Birinci sahne, Kur'an tasvirindeki bedîî
sanat'sergilerinden bir sergidir. Rablarının âyetlerini
yalanlıyanlar için gölgeler var. Ama ateşte gölgeler.
Hani o Yahmum'dan olan gölge, üq dallı olup gölge
vermiyen, ateşten de korumıyan gölge cinsinden bir
gölge. Bu gölgeler onları hem üstlerinden, hem
altlarından sarmıştır! Ateşten değil mi? Ateş de onları
altlarından ve üstlerinden sarar!
Rablanndan korkanlara gelince, onlar için
ateşten gölgeler yerine yapılmış köşkler var. Bu
köşklerin üstünde de aynı şekilde köşkler
bulunmaktadır. Altlarında da ırmaklar akmaktadır.
Sahne, gölgeler ve bunun karşısında bulunan köşkler
ve ırmaklarla uyuml anmış tır. İkisi arasında tür
244
bakımından büyük fark var ama manzaradaki birlik
bakımından Kur'an-daki ahenk Özelliği mevcuttur.
2 - ikinci sahne, cehennemliklerden birinin, benzeri
bu-lunmıyan bir halini çizmektedir: Bu adam' elleriyle,
ayaklariyla ateşi kendinden savamıyor da yüziyle
savmağa çalışıyor! Halbuki insan diğer uzuvlariyle
yüzünü korur. Âdet böyledir. Bu hal, acz, şaşkınlık ve
ızdıraptan doğan korkunç, bir haldir.
3 - Üçüncü sahnede Allah'a yalan söyliyenlerin
yüzleri siyah bir renkle boyanmıştır. Herhalde bu yüz
üstü kalma ve rahk siyahlığıdır. Korunanlar ise,
başanlariyle kurtulmuşlardır. Bu kurtuluş, kendilerine
taksim edilen başarının bir neticesidir. Yüzlerin simsiyah
kesileceği bu günde sırf kurtuluş, haddi zatında büyük
bir basandır. Bu tür tasvirden, daha önce de söz
edilmişti.
4 - Şimdi dördüncü sahneyi özetliyelim: Bu sahne,
parlak bir sahnedir. Önce hareketli başlıyor. Sonra
yavaşlıyor, nihayet her hareket sakinleşiyor ve her ses
kesilij'or ve bütün arz sahasını derin bir sessizlik, sükûn
ve huşu kaplıyor.
245
İşte Arz sahibi, bütün Arz, O'nun celâl kabzasında
ve bütün gökler sağ elinde durulmuş, (Bu hissi cûşa
getiren, tasvirinden hayali âciz bırakan bîr manzaradır.
Tenzih ve tecride son derece düşkün olan Kur'an,
burada sahneyi görülür hale getirmek, hissi uyarmak,
ruha tesir etmek için tahyîl ve iec-sîm usulünü
kullanmıştır.) Ve işte birinci na'ra yükseliyor. Yer
yüzünde ve göklerde bulunan bütün canhlar düşüp
ölüyorlar. Ne kadar zaman geçti bilmiyoruz, ikinci na'ra
yükseliyor:
Birden hepsi kalkıp bakışıyorlar.»
Artık bir gürültü patırtı olmadan, üçüncü bir sahne
zikredilmeden bütün yaratıklar toplanıyorlar. t§te bu
sahnede her şey sakin ve her şey sükûnet içinde
hareket ediyor. Bu hal, baştan sona bütün sahnenin
havasında bir ahenk bir düzen temin etmek içindir.
Rabbımn arşını burada melekler tavaf ediyorlar. Sessiz,
çünkü bu makama gürültü yakışmaz.
Arz Rabbımn nuriyle parlamıştır.» Gösterinin
tamamlandığı alanın toprağı, sakin bir nur ile,
«Rabbınm nuriyle» aydınlanmıştır. O kadar ki az daha
orası aydınlıktan çatlar hale gelmiştir. «Peygamberler
246
ve sahîdler getirilmiştir.» Bütün çekişmeler, tartışmalar
özellikle bu sahnede katlanıp kaldırılmıştır. «Ara'srmda
hak iîe hükmedilmiştir. Onlar zulmedilmezler. Her nefse
karşılığı Ödenmiştir. O onların yaptıklarım pn iyi
bilendir.» Söylenecek tek kelimeye, yükselecek tek
söze bile ihtiyaç yoktur. îşte hesap ameliyesi burada
böyle güzellik kazanıyor. Çünkü makam, heybet ve
celâl makamıdır. Hesap tamamlanıp gidilecek yer belli
olduktan sonra her fırka kendi yerine sevk ediliyor:
«İnkâredenler bölük bölük cehenneme sevk edildiler.»
Oraya geldiklerinde uzaktan cehennemin bekçileri
onları karşılıyor ve onlara burayı hak ettiklerini
hatırlatan sözler söylüyorlar:
Size Babbınızm âyetlerini okuyan, ve sizi
bugününüzle Karşılaşacağınız hususunda uyaran kendi
aranızdan peygamberler gelmedi mi?» «Dediler: Evet
geldi ama kâfirlere azap sözü gerçekleşti.» Burası
anlayış, itiraf ve teslim yeridir.
Denildi: Temelli kalmak üzere cehennemin
kapılarından girin. Kibirlenenlerin yeri ne kötü imiş!»
Rablarından korkanlar da o şekilde cennete
tevcih edilmişlerdir. Oraya geldiklerinde cennetin
247
bekçileri onları selâm ve övgü ile karşılıyorlar: «Selâm
size, hoş oldunuz, oraya ebedî olarak giriniz.» Ve
cennet ehlinin sesleri hamd ve duâ ile tatlı tatlı
yükseliyor:
:Bize verdiği sözü yerine getiren ve bizi istediğimiz
yerde oturacağımız bu cennet yurduna»okan Allah'a
hamdolsun.»
Ye sahne, bütün sahnenin havasına uyan, ruha ve
hisse Allah'ın celâl ve azametinin korkusunu ve
ürpertisini atan ve sahneyi en güzel bir şekilde
kapatan bir ifade ile bitiyor:
Melekleri görürsün ki Arşın etrafında tavaf ederek
Rablan-m hamd ile teşbih ederler. Aralarında hak ile
hükmedihnistir «Hamd alenilerin Kalıbına mahsustun)
denilir.»
Sure bitince perde kapanır ama gözde hayali
kalır. His onun tayfları, izleri içinde kalır, hayal arkadan
onu düşünür. Sahnede hakim olan huzur ve sükûn,
uzun zaman hayalden gitmez. İnsan o zevk ile tatlı bir
hayale dalar da gider, üm
248
Fussîlet Suresi usı
1 - «Allah'ın düşmanlan o gün tevkii' olunu»
cehenneme sürülürler. Oraya geldikleri zaman
kulakları, gözleri ve derileri, aleyhlerine yaptıkları şeye
şehadet ederler. Derilerine derler ki: «Niçin aleyhimize
sehadet ettiniz?» Onlar da: «Her şeyi konuşturan Allah
bizi konuşturdu. Sizi önce O yarattı. Tine O'na
döndürülüyorsunuz.» derler. Siz kulağınız, gözleriniz ve
derilenizin, aleyhinize şahidlik etmesinden, gizlenme¬
diniz. Zannederdiniz ki Allah yaptıklarınızdan çoğunu
bilmez, işte Rnhbmıza karşı beslediğiniz bu zannınız sizi
helake sürükledi de hüsrana düşenlerden oldunuz.
Eğer sabredebilir-lerse ateş kendilerinin durağıdır. Eğer
hoş tutulmalarını isterlerse artık onlar hoş tutulanlardan
değildirler. Onların yanına birtakım yardakçılar da
koyduk da onlara önce ve sonra yaptıklarını süslü
gösterdiler. Kendilerinden önce geçen cin ve uıs
milletleri içinde onlara da söz gerçekleşti (onlar da
Ötekilerin akıbetini hak ettiler). Çünkü hepsi de
hüsranda kalmışlardır, tnkâr edenler dediler: «Bu
Kur'an'i dinlemeyin, okunurken gürültü edin, belki galip
gelirsiniz.» înkâr edenlere şiddetli bir azap taddıraoağız
249
ve yaptıklarının en kötüsüyle onları nezalandıracağız.
Bu, Allah düşmanlarının cezasıdır: Ateş. İnliârlarma
karşılık orada onlara ebedî kalacakları ev vardır.
Küfredenler dediler: «Rabbımız, insanlardan ve cinler¬
den bizi saptıranları bize göster de onlan ayaklarımızın
altına alalını, alçaklardan olsunlar!»
«Onlar ki: (Rabbımız Allah) dediler, sonra doğru
oldular, işte onlara melekler (şu müjde ile) iner:
«Korkmayın, üzülmeyin ve size va'dedilen cennet ile
sevinin. Biz dünya hayatında da âhiret hayatında da
sîzin dostlanıuziz. Orada size, nefislerinizin çektiği,
İstediğiniz her şey vardır. Bağışlayıcı, merhamet
saîübinden bir ağırlama olarak.»
2 - «O gün (Allah) onlara: «Ortaklarım nerede?»
diya seslenir. Derler ki: «Sana arz ederiz ki bizden hiçbir
şahid yoktur (kimse görmedi onları). Daha önce
yalvardıklan kendilerinden) kaybolmuştur. Ve onlar
kendileri için hiçbir kaçamak kalmadığını
anlanuşlardır.»
Hayvanları, behîmeyi toplar gibi toplama,
sürülerin başını sonunu toplayıp bir araya getirme gibi
bir haşr sahnesi
250
Bu şekildeki sahne, hasredilenlerin ne derece
düşük, edilmiş ve değersiz kimseler olduklarım gösterir.
Oraya geldikleri zaman», zamîr ateşe raei'dir. O
ateş gibilerini gözetlemektedir:
Kulakları, gözleri ve derileri, yaptıkları işlerde
aleyhlerine sehadet etmiştin). Burada sahne
canlanmakta, hayret ve intibah artmaktadır. Baksana
uzuvları ve derileri konuşuyor, onlara karşı düşman tavrı
takınıyor, aleyhlerine şahid durumuna geçiyorlar.
Halbuki onlar uzuvlaruıdan böyle bir şey hiç
ummazlardı. Hattâ şu büyük sahnenin seyircileri dahi
böyle bir şey beklemiyorlardı:
:Derilerine dediler: Niçin aleyhimize şehadet
ettiniz?» Belki de derilerin bu sözü söylemelerinin
sebebi, derinin kendilerine yapışık olması ve derinin
kulakları gözleri gibi yaptıklarını işitip görmemesidir.
Derilerin şahidlik etmesi gariptir. Onlar da cevap
veriyorlar:
Her şeyi konuşturan Allah bizi konuşturdu.» Ve
daha sonra
bu derilerden bir serzeniş yükseliyor: «İlk defa sizi O
yaratmıştı. İşte O'na döndürülüyorsunuz (Anlamıyor
251
musunuz bizi O'nun konuşturduğunu?)» Bu garip
konuşma ile bu sahne, hayat nabzının çarptığı bir
sahnedir.
Birbirleri arasındaki konuşma, kendileriyle; halâ
vücutlarına bitişik iken adeta onlardan ayrı gibi
aleyhlerine şehadet eden derileri arasında cereyan
eden bu konuşma sona erince başlarca bir azar, bir
ayıplama dökülüyor:
Ne kulağınızın, ne gözlerinizin, ne de derilerinizin
aleyhinize şahitlik etmesinden gizlenmediniz.» Hatırınıza
biie gelmezdi onların şahidlik etmesi. Yaptığınızı
yapardınız, uzuvlarınızın, derinizin sizi gözetlediğini
düşünmezdiniz ki onlardan gizli yapasımz. Onlardan
gizlenmeğe muktedir değilsiniz! Siz bunu
beklemiyordunuz.
Zannederdiniz ki Allah yaptıklarınızdan çoğunu
bilmez.» Gizli yapıyordunuz, kimse bilmez sanıyordunuz.
Gözlerden gizlendiniz. Böylece yaptığınız kötülüğün
gizli kaldığına iyice inandınız. Ama ne yazık ki kendi
gözlerinizden, kulaklarınızdan ve derilerinizden
gizlenemediniz. Sizin gizli yaptığınızı sanmanıza kendi
gözleriniz, kulaklarınız ve derilerinizden nice alaylar
252
yükseldi Allah hakkında ne kötü zanda bulundunuz. Bu
kötü zanda helak olma vardı, bu zan, hüsranın tâ
kendisi idi:
İşte Rabbınıza karşı beslediğiniz zan sizi helak etti,
hüsranda kalanlardan oldunuz.»
Burada serzeniş, iğneli alay ve kızgınlık sona eriyor.
Cenab-ı Hak, cehenneme gittiklerini bildiğimiz o
kimselere sözü getiriyor da diyor ki:
Eğer sabrederlerse, ateştir onların durağı.» Yerleri
o
İster sabretsinler, ister sızlansınlar, çare yok.
Eğer 'atb isterlerse artık onlar mu'tebînden
değildirler.»
Atb durumun düzelmesini istemekten kinayedir.
Fevt edilenden özür dileme anlamını taşır. Yani
hallerinin düzeltilmesini isterleıse bu arzuları yerine
getirilmiyecektir. Sabretseler de; rahat isteseler de yine
cehennemdedirler.
Buraya gelince dinleyicilere onların bu duruma
nasıl düştüklerini anlatmak istiyor. Bu minval üzre siyak
devam ediyor. Onların, dünyada iken her yaptıklarını
süslü gösteren, bu suretle kendilerini kötülüklere.
253
şehvetlere iten dostlan olduğunu, bu yüzden
günahkârlara katılmayı hak ettiklerini anlatıyor:
Kendilerinden önce gecen cin ve insten olan
milletler içinde. Zira onlar hep hüsranda idiler.»
Daha sora kâfirlerin, Kur'an'ı dinlemem
hususundaki sözlerini hikâye ediyor: Kur'an'ı
dinlemeyin, onda gürültü edin, belki galip gelirsiniz.»
Ve onları, kendilerini bekliyen, biraz önce tasvir ettiği
sahnecki azap gibi bir azap ile tehdit ediyor. Söz, inkâr
edenleri bekliyen azaba gelince hemen bir azap
sahnesi takdime başlıyor. Azap sanki oluyormuş, hazır,
karşımızda imiş gibi: Cin- ve ins dostlarının
süslemelerine uyarak inkâr edenlerin sahnesini
anlatıyor. Dünyadaki o sevgili dostlarına şimdi kin ve
ateş püskürenlerin sahnesi:
İnkâr edenler dediler ki: Rabbımız, cinlerden ve
insanlardan bizi saptıranları bize göster de onları
ayaklarımızın altına alalım, alçaklardan olsunlar!»
Kelimeler, kendilerini bu akıbete sürükliyen arkadaşlara
karşı kin fışkıran, öfke taşan yüzler çizmektedir. Bu
insanlar, ellerinden gelse Ötekileri dişleriyle
çiğniyecekler, çiğ çiğ yiyeceklerdir.
254
Bu münasebetle siyak, inananları ve onların,
meleklerden olan dostlarını da tasvir etmektedir. O
melekler «Onların dostlandırlan>. Onlar «Onlara
sevdikleri için yanlarına iniyorlan>, onlara huzur
veriyorlar, onları hayr ile ve kendilerine va'dedilen
cennetle müjdeliyorlar. Böyle idiler. Yani böyle
müjdeliyorlardı. Böyle yapmaktadırlar. Şimdi bizler
ahirette-yiz. Bu sahne ileride olacak değil, şimdi
olmaktadır. Dünya geçmiş gerilerde kalmıştır. Böyle idi.
(İfade tarzına dikkat), işte cennetlikler, orada
nefislerinin çektiğini yiyorlar. Diledikleri §eyi
istiyebiliyorlar ve istedikleri her şey derhal tahakkuk
ediyor, oluyor!
Surenin sonunda, benzerleri daha önce geçen
diğer bir sahne gelmektedir:
O gün onlara: «Ortaklarım nerede?» diye seslenir.»
Burada taze olan, verilen cevaptır:
Dediler: Sana arz ederiz İd bizden gören yok.»îzin
ve bilgiyi sana bıraktık, onlardan hiçbir şey bilmiyoruz.
Onların yüzünü bile görmedik. Böyle deyip etrafa
baktılar. Baktılar ki bütün deliller gösteriyor ki bu
durumdan kaçmak mümkün değil.
255
Kendileri için hiçbir kaçamak kalmadığını
anladılar.» I2Q1
Şûra Süresi.^u
1- «Yaptıkları şeyler başlarına gelirken, zalimlerin
korkudan titrediklerini görürsün, tman edip salih
ameller işlyenler ise cennet bahçelerindedirler.
Rablannın huzurunda di lediklerinî alırlar. İşte budur
büyük lütuf.»
2 - «Azabı gördükleri zaman zalimleri görürsün,
derler ki: «Dönecek bir yol yok mudur?» Yine onlan
görürsün ki aşağılıktan başlan Öne eğilmiş, göz ucuyla
gizli gizli, bakarken ateşe sunulurlar.»
«inananlar dediler «Hüsranda olanlar onlardır ki
kendilerini de, ailelerini de kıyamet gününde hüsran?-
uğrattılar». îyi bilin ki zalimler sürekli bir azap
içindedirler. Allh'a karşı onlara yardım edecek bir
dostlan yoktur. Allah kimi saptınrsa artık onun bir çıkar
yolu olmaz. Allah'tan, reddine çare olmayan bîr gün
gelmezden önce Rabbuıızın davetine uyunuz.
Sizin için ne sığınacak bir yer vardır o gün, ne de
inkâra çare.»
256
İki şaline birbirine yakındır. Ancak İkincisi daha
bariz, vazıh ve daha mufassaldır. Bununla beraber
aralarında tekrar oiduğu zannını gideren bir ayrılık
mevcuttur. Birinci sahnede zalimler, dünyada ellerinin
topladığı kötülüklerden ve zulümlerden korkup
ürpermektedirler: «O yaptıkları başlarına gelmektedir.»
Yalnız yaptıkları amel cinsinden ve o bebeple ceza g-
Öriiyorlar. Onlar ceza görürken salih amel işliyen
mü'minler de cennet bahçeîerindedirler. Bütün
arzulan, dilekleri Rab-ları katında kabul edilmiş, her
istedikleri kendilerine verilmiştir.
İkinci sahnede zalimler azap görüyorlar ve ateşe
sunuluyorlar. Boyunları bükülmüş, takvadan ve
hayadan dolayı değil, aşağılıktan, zilletten bükülmüş.
Ateşe sunuluyorlar; gözleri kapalı, aşağılıktan,
utançtan gözlerini açıp bakamıyorlar da «göz uciyle
gizli gizli bakıyorlar». Bu ifade, aşağılık bir hali
canlandırmaktadır. Onlar bu züll ve umutsuzluk içinde
birbirlerine soruyorlar:
Dönecek bir yol yok mudur?» Bu sırada
mü'minlerin, orada bay, mes'ut, bahtiyar oldukları
tebarüz ediyor. Mü'minler di aralarında konuşuyorlar.
257
karar veriyorlar, diyorlar ki: «Hüsranda olanlar,
kendilerini ve ailelerini kıyamet gününde ziyana
sokanlardır.» îşte onlar şu «Aşağılıktan başı dönmüş
olarak ateşe sunulanlardır!»
Burada ateşe sunulanların halini beyan edecek
genel bir ta'lik geliyor:
İyi bilin ki zalimler, sürekli bir azap içindedirler.»
Orada kendihrine hiç kimse yardım edemez. «Ve
Allah'tan başka kendilerine yardım edecek dostları da
yoktur.»
Başı düşmüş, dostsuz, yardımcısız kalmış,
büyüklükleri, kibirleri kırılmış, azgınlıkları erimiş,
parçalanmış zalimler sahne gösterildiği şu anda, evet
tam. bu anda siyak dünyaya dönüyor, bu korkunç
sahneden insanları kaçındırıyor:
Allah'tan, geri çevrilmesi mümkün olmıyan gün
gelmezden öuce Rabbmızm davetine uyun. O gün
sizin sığınacak bir yeriniz yoktur ve sizin bir inkarcınız da
yoktur.» Ya bu halinizi inkâr eden, ya da sizin bu
korkunç halinizi kötü görüp sizi bu vahim durumdan
kurtaracak bir kimse yoktur. 1221
258
Zuhkuf Suresi 12a
1- «Kini Rahman'm zikrine kör olur (Kur'iin'ı görmez¬
likten gelir) se ona bir şeytan sardırırız, o onun
arkadaşıdır. Oiiiar bunları yoldan çıkarıyorlar, bunlar
oman doğru sam-yorjar. Nihayet bize geldiği vakit:
«Ah der, keski benimle senin aranda doğu ile batı
arasındaki kadar uzaklık olsaydı, se:ı ne kötü arkadaş
imişsin!» Böyle demenin bugün size hiç faydası yoktur.
Çünkü haksızlık ettinizA hepiniz azapta ortaksınız.»
2 - «O kıyamet saatinin, hiç farkında değillerken
ansızın başlarına gelivermesine bakmıyorlar mı? O gün
dostlar, birbirlerine düşmandır, ancak müttekiler
müstesna. «Ey kullarım, bugün size korku yoktur, sîz
üzülnıiyecekshıiz de.» Onlar, âyetlerimize inanmış,
teslim olmuşlardı. «Girin cennete, siz ve eşleriniz.
(Orada) ağırlanırsınız. Onlar için altun kadeh ve
tepsiler dolaştırılır. Orada canlarının istediği, gözlerinin
hoşlandığı her şey var. Siz orada ebedi kalırsınız. Bu
cennet, amellerinize karşılık size verilmiştir. Orada sizin
için çok mey-va var. Onlardan yersiniz.»
«Suçlular da cehennem azabında ebedîdirler.
Kendilerinden o azap hiç gevşetilmez. Ve onlar orada
259
tamamen ümitsizdirler. Biz onlara zulmetmedik, fakat
kendileri zalim idiler. Bağırdılar: «Ey Malik, Eabbın bizi
Öldürsün!» Malik dedi: «Siz böyle kalacaksınız!»
1- Birinci sahne dünya evinden âhiret evine
uzanır. Burada başlar, orada son bulur. Dünyada biz,
Rahman'ı anmağa körlük gösteren, Rabbım anmıyan,
yaptığı işin sorunu hesap etraiyen bir yaratık
karşısındayız. Bu hareketinden dolayı kendisine bir
şeytan arkadaş olmuş, onu azdırmaktadır. O bunu
doğru yoldan çıkarıyor, öteki de kendisini doğru -yolda
sanıyor. Öbürü bunu doğrudan saptırıyor, bu da
zannediyor ki, doğru üzerinde gitmektedir! Hikâye
böyle devam ediyor. Sonunda kıyamet günü «Bize
geldikleri zaman kendisini saptıran arkadaşına: «Dedi:
Ah keski benimle senin aranda doğu ile batı
arasındaki saptıran uzaklık olsaydı!» Ey beni sapıklığa
sürükliyen arkadaş «sen ne kötü arkadaş imişsin!», beni
azdırdın, beni saptırdın! Bu, âhirette böyle olacağına
göre artık geleceği beklemeğe lüzum yok. Kur'an
metoduna göre biz hemen âhirette vukubulacak bu
sahnenin önüne götürülüyoruz. Artık manzara, gelecek
bir olay değildir, karşımızda cereyan eden
260
bir'hadisedir. Baksana buna da öteki arkadaşına da
şı? İlâhî hitap teveccüh ediyor: «Bu yakınmalardan
bugün size bir fayda yok. İkiniz de azaba
katılacaksınız!» Bunun size asla bir kârı olmıyacak,
azabınızdan en ufak bir şey hafifletilmi-yecektir.
2 - İkinci sahne, kıyametin ani geliş sahnesidir. Bu
anî-lik, garip bir olay meydana getiriyor:
O gün dostlar, birbirlerine düşmandım Önce dost
iken o gün düşman. Düşmanlıklarına sebep de
dünyadaki sevişmeleri, dostluklarıdır. Onlar daha önce
şer üzerinde birleşir ve birbirlerini sapıklığa yöneltirlerdi.
Bugün de birbirlerini ayıplıyorlar, sapıklık sorumluluğunu
birbirlerine atıyorlar. Önce samimi dost olan bunlar,
şimdi düşmandırlar.»
Yalnız müttekiler müstesna.» Onların sevgisi,
dostluğu bakidir. Çünkü onlar hidayet üzre birleşirlerdi.
Birbirlerine hayrı öğütlerlerdi. Artık aralarında
anlaşmazlığın, birbirlerini inkâr etmenin yeri yoktur.
Bırakalım dostlar çekişsinler, birbirlerini ayıplasınlar
da biz müttekilerin nail olacağı İlâhî ikrama kulak
verelim:
261
Ey kullarım, bugün size korku yoktur ve siz
üzülmiyeceksi-niz.» Onlar ki inandılar ve müslüman
oldular. «Cennete girin, sîz ve eşleriniz
ağırlanacaksınız». O kadar seyineceksiniz ki içinizdeki
sevinç, yüzlerinizden belli olacak. Sonra bakıyoruz ki
altımdan kadehler ve küpler bunlar arasında
dolaştırılıyor ve kendileri için cennette nefislerinin
çektiği, gözlerinin hoşlandığı her şey var. Bunların
üstünde de ebedî kalma var. Ebedî hayatm üstünde
de Allah'ın ikramı:
İşte amellerinize karşılık size miras bırakılan cennet
budur.» Sonra bu nimeti tekid ve tafsil ediyor: «Orada
onlar için birçok meyva vardır, ondan yerler.»
Peki biraz önce çekişmeğe terk ettiğimiz
mücrimlerin hali noldu? Onlar da cehennem
azabında ebedîdirler. Bu daimî bir azaptır. Çok şiddetli
ve çetin bir ateş. Bir an bile ara verilmiyor ve bir an için
olsun soğumuyor. Kendilerinde kurtulma ümidi de yok:
«Ondan ümitsizliktedirler».
Burada kulaklarımıza uzaktan, cehennemin
sürgülenmiş kapıları ardından geldiği anlaşılan bir
bağırtı ulaşıyor. Cehen-nemdekiler, ateşin muhafızı
262
Malik'e sesleniyorlar ki Rabbına duâ etsin. Kendilerini
azaptan kurtarması için değil, buna ümitleri yok. Azabı
hafifletmesi için de değil, bunda,n da ümitlerini
kesmişlerdir. Kendilerini çabucak öldürmesi için. Ancak
bu suretle kurtulabileceklerini düşünüyorlar. Başka çare
yok!»
Bağırdılar, ey Malik, Rabbın bizi Öldürsün.» Burada
Ölmek, büyük bir kurtuluştur. Durum ne kadar vahim ki
ölüm, gaye oluyor. Bu bağırtı, bu sesleniş, şaşkınların
sıkıntı ve ızdırabını tasvir eden çizgiler bırakıyor. Bu
yardım dileyen bağırtının arkasında bizler azaptan
bunalmış ruhlar, ızdıraba dayanma sımrinı aşmış
cisimler görüyoruz. Bundan Ötürü acı bir na'ra
yükseliyor: «Ey Malik, Rabbın bizi öldürsün!» Ama
cevap umutsuzluğa, tahzîle düşüren, onların yalvarışını
hiç umursa-mıyan bîr cevap oluyor: «Siz böyle
kalacaksınız!» Kurtuluş yok, ümit yok. Siz bu azapta
ikamet edeceksiniz! 1241
Duhan Suresi 12a
«Doğrusu o hüküm günü, hepsinin bir arada
bulunacağı gündür. O gün dost dosttan bir şey
savamaz ve onlar yardım da olunmazlar. Ancak
263
Allah'ın acıdığı başka. Çünkü o, öyle güçlüdür, öyle
merhametlidir. Şüphesiz o zekkum ağacı çok vebal
yüklenenin yemeğidir. Pota gibi karınlarda kaynar.
Sıcak suyu kaynaması gibi. «Tutun onü, yaka paça
doğru ortasına sürükleyin. Sonra başının üstüne Hamım
(kaynar su) azabından dökün. «Tad! Zira sen, azizdin,
kerimdin (deyin). İşte sizin şüphe edip durduğunuz şey
budur.»
Şüphesiz mütiekiler, emin bir makamda:
Cennetlerde, pınar. İnce ipekten ve parlak atlastan
giyinerek hars&klı otururlar. Evet öyle. Hem onları iri
gözlü hurilerle de evlendirmişiz. Orada güven içinde
her yemişi ister, getirtirler. Orada ilk ölümden başka
ölüm de tadmazlar. (Allah) onları azabından da
korumuştur. Bütün bunlar, bir lûtfudur, ikramıdır. İşte bu,
büyük kurtuluştur.»
Biz, eski-yeni bir sahne karsısında bulunmaktayız.
Sahnenin bir kısmı önce geçmişti, bîr kısmında da
yenilik vardır. O gün bir dost, bir dosttan hiçbir şey
savamıyor. Bunlar da ötekiler de bir kurtuluşa ve bîr
yardıma nail olamıyorlar. Biz daha Önce de Zekkum
ağacının, günahkârların yemeği olduğunu biliyorduk.
264
Fakat Zekknm ni'dir, karınlarda ne yapar, bunu
bilmiyorduk. Evet Zekkum lâfzından, sert sesinden, şey¬
tanların başları gibi olan tomurcuklarından anlamıştık
ki o, boğazı ve karnı perişan eder, tahrib eder. Yine
önceki bir sahneden öğrenmiştik ki bu ağaçtan
yiyenler, bunun üzerine çok sıcak bir su içiyorlardı ve
susuzluk illetine yakalanmış develer gibi ne kadar su
içerse içsin doymıyan develer gibi içiyorlardı. Şimdi ise
mücrimler, uzanıp bu Zekkumdan alıyorlar ve' bu,
zeytin yağının tortusu gibi karınlarda yanar, sıcak su
kaynaması gibi kaynar. Bugün mücrimi sahanın içinde
durmuş görüyoruz. Ve zebanilere teveccüh eden o
geri çevrilmez emri işitiyoruz:
Tutun onu, yaka paça cehennemin ortasına
sürükleyin! Cehennemin ortasına götürün, şiddetli, sıkı
sıkıya bağlayın ve orada yüzleri haşlıyan kaynar suyu
başından aşağı dökün.»
Bütün bunlar gözümüzün önünde olup bitiyor. Ve
sonunda da şu azarı duyuyoruz:
Tad, zira sen azizdin, kerîmdin!» Bu âdeta yüksek
dağlar gibi peygamberlere kargı kabarıp
kokorazlaşan kibirlilerin cezasıdır.
265
îşte şek ve şüphe ettiğiniz şeyi»
Bir tarafta Öyle yakalama, azap, azarlama
cereyan ederken gözümüzü öbür tarafa çeviriyoruz.
O, bakıyoruz ki müttekiler: «Emin'bir makamdadırlar».
Ne bağlama var, ne çekme, sürütme var, ne şiddet
var. Envai çeşit ince ipekler içerisinde karşılıklı
koltuklara geçmiş dayanmış sohbet ediyorlar. Aynı
zamanda ev sahibidirleı. «Orada her istediklerini ra¬
hatça ister, getirtirler». Onlar orada ebedîdirler:
«Orada ölümü tadmazlar». Ölüm, sadece insanı
dünyadan âhirete nakleden ilk ölümdür. Ondan sonra
orada artık bir daha ölüm tadmazlar.:
Ve (Allah) onlan cehîm azabından da
korumuştun), işte yalnız bu azaptan korunma dahi
büyük bir başarıdır. Bu da âlemlerin Rabbınm lütfü ve
keremidir. 126i
Casîye Suresi 12a
«Kıyamet saati kalktığı gün, evet o gün iptal
ediciler hep hüsrana uğrayacaklar j ve her ümmeti diz
üstü çökmüş göreceksin. Her ümmet kitabına çağırılır.
«Bugün size İşlediğinizin karşıliğı verilecektir. îşte
266
kitabımız size doğruyu söylüyor. Çünkü yaptıklarınızı
hep yazıyorduk.»
«İnanıp iyi işler yapanlara gelince Kablan onları
rahmetine sokar. Bu da apaçık kurtuluştur.»
«İnkâr edenlere (de der ki): «Size âyetlerim
okunma/ mıydı? Siz büyüklendiniz ve suçlu bir millet
oldunuz değii mi?» «Allah'ın va'di haktır, kıyamet
saatinde de şüphe yoktur? dendiği zaman: «Kıyamet
nedir bilmiyoruz, yalnız zannediyoruz, kesin
inanmıyoruz» derdinizi»
«Derken yaptıklarının kötülükleri kendilerine
göründü ve o alay edip durdukları şey kendilerini
kuşattı. Ve dendi: «Bugün biz sizi unuturuZj nasıl siz
bugününüzle karşılaşacağınızı unuttunuzsa. Sizin
varacağınız yer ateştir. Sizin için yardımcılar da yoktur.
Bu böyle oldu, zira siz Allah'ın âyetlerini eğlence yerine
koydunuz ve dünya hayatı sizi aldattı.» O gün ne
oradan çıkardırlar, ne de Özürleri kabul edilir.»
Bütün milletler geniş arz sahasında toplanmıştır.
Herkes diz çökmüş, hesap nidasını bekliyor. Herkese
hitabeden nidayı duydular: «Bugün size yaptıklarınızın
karşılığı verilecek. İste kitabımız, size gerçeği söylüyor.
267
Çünkü biz, yaptığınız herşeyi yazıyorduk.» Bütün da'va
dosyalan şahidlerin önünde hazırdır!
iman edip iyi işler yapanların işleri kolay. Bir anda
hesaplan görülüyor. Hemen Rabları onlan rahmetine
sokuyor, uzun bekleme sıkıntısından, üzüntü ve
ızdıraptan kurtulup rahat ediyorlar. Ya ötekiler. Bir de
gözlerimizi o tarafa çevirelim: Azarlama, azarlama,
rezil ve rüsvay etme:
Âyetlerim size okunmaz mıydı? Siz de kibirlendiniz
ve suçlu bir millet oldunuz değil mi?» Bugünü
bilmezlikten geldiniz, bugünü önemsemediniz,
umursamadınız Öyle mi?»
Size Allah'ın vadi haktır, kıyamet saatinde şüphe
yoktun) dendiği zaman, «Saat nedir bilmiyoruz.,
sadece zan besliyoruz,
kesin inanmıyoruz» derdiniz ha !» Kıyamet nedir
bilmiyoruz?! Onlar kıyametin künhünü bilmiyorlar, onun
hakikatini idrak etmiyorlar, ne olacağını, nasıl
olacağını kestiremiyorlar!
Bir aralık oradaki seyircilere kısa bir göz atıyor, o
büyük arz sahasındaki kavmin halini ta'lik tarzında
haber veriyor;
268
Yaptıkları amellerin kötülükleri onlara göründü ve
alay ettikleri sey kendilerini kuşattı.» Bu talikten sonra
tekrar mücrimlere dönüp herkesin önünde onları
azarlamasına ve rezil
etmesine devam ediyor:
: Siz nasıl bugününüzle karsdacağınızi unuttunuzsa
biz de sizi bugün unuturuz. Varacağınız yer ateştir. Sizin
için yardımcılar da yoktur. Böyle oldu, zira siz Allah'ın
âyetlerini eğlence yerine koydunuz ve dünya nayafa
sizi aldattı.»
Sonra tekrar seyircilere dönüp diğer bir ta'lîk ile
sahne" kapatıyor:
Bugün artık ne ondan çıkanlrrlar, ne de onların
özürleri kabul edilir.» Şimdi onları orada bırakıp
dönelim. Bundan sonra sahnede bir değişiklik yok. 1281
Ahkaf Suresi 1221
1 - « O gün inkâr edenler, ateşe sunulurlar:
«Dünyadaki hayatınızda güzel t>lan şeylerinizi
harcadınız, onların zevkini sürdünüz. Ama bugün
yeryüzünde haksız yere büyüklük tasla-manızuı ve fısk
işlemenizin karşılığında alçalücı bir azap göreceksiniz.»
269
2 - «O gün inkâr edenler ateşe sunulur: «Bu gerçek
değil miydi?», «Evet, Rabbımızm hakla için gerçek»,
dediler. «O halde, dedi, inkârınıza karşılık azabı tadın,
iki sahnede de kâfirlerin ateşe sürülüşü, azarlama
sorusu, son kararın verilisi gösterilmektedir. Birincisi,
yüzlerine hitabedip kararı bildirme sahnesidir: «Dünya
hayatınızda bütün güzel şeylerinizi giderdiniz, onların
zevkini sürdünüz.» Sanki bu güzel şeyler dünyada bitti.
Dünyada her şeyi kendilerine sınırsızca mubah
görmelerinden, herşeyi hesapsız tadmalanndan dolayı
âhirete bir şey bırakmadılar. Bugün, dünyadaki
büyüklenme ve fısklarına karşılık, alçaltıcı bir azaptan
başkasını bulamıyorlar.
İkinci sahne, kararla sonuçlanan bir konuşmadır:
Bu gerçek değil miydi?» Gördüğünüz bu ateş hak
değil miydi? Cevap boynu bükerek teslimiyeti itiraftır:
Evet Rabbunız hakkı İçin gerçek». Ya yemin de
ediyorsunuz ha?! Ama burada inanmağa hacet yok.
Faydası da yok inanmanın burada:
İnkârınıza karşılık azabı tadın.
270
Bu sür'at içinde konuşma tamamlanıp karar sadır
oluyor. Her şey açık. Vak'a sabit, cânî suçunu itiraf
ediyor. Doğru cehenneme!
Burada sahnenin sür'atli oluşu istenmiştir. Yüzyüze
gelinmiştir. Kaçamak yapmak, inkâra sapmak
mümkün değildir. Adamlar ateşi inkâr ediyorlardı.
Şimdi ne cidale, ne de inkâra imkân yoktur, tsoı
Zariyat Suresi £U
Boş tahmhıe saplanan yalancılar kahrolsun, onlar
bir sarhoşluk içinde yaptığını bilmezler. Soruyorlar:
«Ceza günü ne zaman?» O gün onlar ateş üzerinde
kıvranırlar: «İşte fitnenizi tadın, sizin acele ettiğiniz bu
idi.» Müttekiler cennetlerde ve su başlarında Rablarının
kendilerine verdiğini alırlar. Çünkü onlar bundan önce
ihsan ederlerdi. Gecenin az kısmında uyurlardı,
seherlerde istiğfar ederlerdi. Mallarında da ciye ve
yoksula bir hak vardı.»
Sahne dünyada başlıyor, âhirette bitiyor.
Sapıklığın vei diği sarhoşlukla Allah'ın âyetlerine
bakmıyan, âhireti düşül miyen, devamlı bir şüphe ile:
«Ceza günü ne zaman?» diye kâr tarzında sorup
duran şüpheci yalancılara lanet etmekle başlıyor.
271
Onların bu sorularına, bir kıyamet sahnesiyle
cevap veriyor. İşte ip ti lalarından dolayı ateşe
sunuluyorlar. Ve işte şu söz ile azarlanıyorlar:
Fitnenizi tadın, acele ettiğiniz bu idi!» Dünyadaki
fitneyi tadmak, âhirette bu azabı taddınr. Bunun tadı
ondan geldi!
Bunlar ateşte fitnelerini tadarlarken bakıyorum ki
müttekiler Cennetlerde, su başlarındadırlar». Huzur ve
itmi'nan ile Rablarmm verdiği nimetleri kabul ediyorlar.
Bu nimet, Rablari tarafından kendilerine verilmiştir.
Allah onlara ne verse almak itiyadmdadırlar. Hele
böyle sürekli nimet olursa!? Sonra onların bu nimete
nail olmalarının gerekçelerini işitiyoruz:
Onlar bundan önce ihsan ederlerdi. Gecenin
azında uyurlardı, seherlerde istiğfar ederlerdi...» Demek
ki onlar, bu nimete müstahaktırlar. Allah ihsan
edenlerin ecrini zayi etmez. Onlar bugün alıyorlar,
çünkü daha önce veriyorlardı, mallarında dilenciye ve
yoksula hisse veriyorlardı. 1221
Gaşîye Suresi 1221
O Gaşiye haberi sana geldi mi? Birtakım yüzler o
gün eğilmiş, zilletle düşmüştür. Çalışmış bitkin
272
düşmüştür. Kızışmış bir ateşe yaslanırlar. Kızgın bir
kaynaktan sulanırlar. Onlara bir darî'den başka
yiyecek yoktur. Ne semirtir (o darî), ne de açlıktan
korur.»
«Birtakım yüzler de o gün pırıl pırıldır.
Çalışmasından hoşnuttur. Yüksek cennettedir. Orada
boş söz işitmez. Orada akar bir kaynak vardır. Önada
yüksek tahar, konulmuş kadehler, dizilmiş yastıklar,
serilmiş nefis sergiler vardır, al Ğaşiye: Kıyamettir.
Kıyamet, Dâhiye gibi her şeyi kaplıyor, örtüyor. Burada
kıyamet haberinin geldiğini sorması, onun şanını
yüceltmek ve dehşetini artırmak içindir. Sorunun
cevabı, iki taraflı olan bir sahnedir:
Bir tarafında eğilmiş, zelîl, yorgun, bitkin yüzler var.
«Kızışmış ateşe yaslanırlar». Son derece sıcak bir
kaynaktan sulanırlar. Bu su, ne serinlik, veriyor, ne de
kandırıyor. Ve bunlara yemek olarak da bir diken
verilir. Bu dikeni yaş iken develer yer, kuruduktan sonra
yemezler. Bu diken «Ne (gıda olup) semirtir, ne de
açlıktan korur.» Bu yüzlerde ruhî azap olan zillet ve hizy
ile bedenî azap olan yorgunluk ve ateş birleşiyor. Açlık
273
ve susuzluk azabına, açlık ve susuzluktan daha beter
olan bir içki ve yemek azabı ekleniyor.
Bu sahnenin diğer tarafında bu yüzlerin tam karşıtı
var: Mes'ut, pırı! pırıl, çalışmasından razı yüzler. Bunlar
yüksek bir cennette, sakin, huzur içindedirler. Orada
boş söz işitmezler. Orada iç açıcı, tatlı, serinletici,
doyurucu bir kaynak var. Onlar yüksek tahtlarda rahat
ederler, içmeleri için kendilerine kadehler
doldurulmuştur. Dizi dizi yastıklara yaslanır, serilmiş
sergiler üstünde ferah fahur yaşarlar.
Bütün bu nimetler o Ğaşiye (Örten) günde
olmaktadır. Bundan ötürü bunların Özel kıymeti vardır.
İki sahnenin parçalarında bulunan tam tekabül,
arzdaki uyum renklerinden biridir. Kur'an'da uyumun
çeşitli renkleri vardır. 1241
Kehf Suresi m
1 - «Biz zalimler için duvarları onları kuşatan bir ateş
hazırlamişizdır. Onlar yardnn istediklerinde erimiş
maden gibi yüzleri kavuran bir su kendilerine sunulur.
Ne kötü bir içecek ve cehennem, ne kötü bir duraktır!»
«İman edip iyi ameller isliyenlere gelince, biz güzel
amel edenin ecrini zayi etmeyiz. Onlar için altlarından
274
nehirler akan Adn cennetleri vardır. Orada altını
bilezikler takarlar, sündüs ve istebraktan yeşil elbiseler
giyerler. Orada tahtlara yaslanırlar. Ne güzel bir
mükâfat ve ne güzel bir duraktır!»
2 - «O gün dağlan yürütürüz, Arzı çırılçıplak
görürsün. Onları bir araya toplarız, hiçbirini bırakmayız.
Dizi dizi Kab-bma sunulurlar: «Andolsım ki sizi ilk defa
yarattığımız gibi bize geldiniz. Size hiçbir toplama yeri
bırakmıyacağız zannetmiştiniz! Kitap konulmuştur.
Mücrimlerin, onda yazılandan korkarak: «Vah bize! Bu
kitaba ne oluyor ki küçük büyük hiç-birşey bırakmadan
hepsini sayıp dökmüş?» dediklerini görürsün.
Yaptıklarını hazır bulurlar. Rabbın hiç kimseye zulmet¬
mez.
3 - «O gün (Rabbın) şöyle der: «Çağırın bakalım o
benim ortağım sandıklarınızı.» Çağırdılar ama bunların
çağrılarına gelmediler ve aralarına bir felâket yeri
(cehennem deresi) koyduk. Suçlular ateşi gördüler,
artık ona düşeceklerini anladılar da ondan savuşacak
bir yer bulamadılar.»
Bu surede âhiret gününe kısa işaretlerden ayrı
olarak üç sahne vardır:
275
1- Birinci sahne zalimleri kuşatan çadır şeklindeki
ateş sahnesidir. Bu ateş içinde hararetten ve
susuzluktan yardım isterlerse kaynayan zeytinyağı
tortusu gibi yüzleri ve derileri, boğazları ve barsakları
haşlayıp kavuran bir su verilir kendilerine. «Ne kötü
içkidir» o. Yaslanacak ve duracak yer olarak ateş ne
kötüdür. Ateşin dayanılacak ve yaslanıp oturularak yer
olarak zikredilmesinde iğneli bir alay vardır. Onlar
orada yaslanacaklar, oturacaklar ama rahat etmek
için değil, perişan olmak, haşlanmak için. Bu yaslanış
cennette mü'minle-rin yaslanış ve oturuşuna
mukabildir. Ama bu nerede, o nerede?
Bunlar böyle azap içinde iken iman edip güzel
ameller iş-. Üyen kimseler de Adn cennetlerindedir.
Altlarından nehirler akar. Güzel sular için latîf nesimi
teneffüs ederler. Bunlar kikaten oturup yaslanıyorlar:
Orada tahtlara yaslanarak» kıymetli ipek
elbiselere gark olmuşlar, altun bilezikler takmışlar. «Ne
güzel mükâfat ve ne güzel oturulacak yer!»
2 - İkinci sahnede maddî korku, yüksek dağları
yürütmede, Arzm çırılçıplak kalmasında kendini
gösteriyor. Daha önceki bir sahnede gördüğümüz üzre
276
Arz Ka'-ı Safsaf (dümdüz) idi. Ne bir çukur, ne de bir
tümsek yoktu. Bundan sonra arkasından hiç kimseyi
birakmıyan, hepsini kendinde toplayan haşr tahnesi
geliyor. Herkes dizi dizi «Rabbına» arz ediliyorlar.
Burada Önce yapmış oldukları bütün yalanlamalariyle
yüz yüze geliyor. Yüzlerde zillet görüyoruz
Andolsun ki sizi ilk defa yarattığımız gibi bize
geldiniz». Ey kavim geldiniz, halbuki siz hiç
gelmiyeceğinizi sanmıştınız.
Zannetmiştiniz ki size bir buluşma yeri Şimdi ne
görüyorsunuz, nasılmış bak, olan oldu?!
Kitap konuldu». Burada benzeri olmayan bir
sahne görüyoruz, işte mücrimler, o kitaptan ve onda
olandan korkuyorlar. Onun bu kadar incelikle her şeyi
yazmasından canları sıkılıyor:
Dediier: Bu kitaba ne oluyor ki ne küçük ne de
büyük bir şey bırakmadan hepsini saymış?» Evet Öyle
ey dostlar! Bu ince tutanak defterinden kurtuluş, kaçış
yok.
Ne yapmışlarsa hepsini hazır buldular.» Yaptıkları
şeyler, sanki kendi kendine çıkıp gelmiş canlı gibi. Bir
getiren olmadan gelmiş.
277
Kabbın, hiç kimseye zulmetmez.»
3- Kıyamet gününde şeriklerin (putların),
müşriklerle yüzleşmesini canlandıran sahne genellikle
hepsinde tekrarlanan sahnedir. Ancak burada yeni
olan taraf müşriklere:
Ortaklarım sandığınız şeyleri çağırın» denmesidir.
Bu hitap üzerine müşrikler, âhirette olduklarını, bu
putların ke bilerine ne bir fayda ne de bir zarar
veremiyeceklerinî unutuyorlar. Korku onları şerikleri
çağırmağa sevk ediyor:
Çağırdılar fakat onlar onların üzerine iki fırka
arasına bir uçurum kondu: çağnsnm gelmediler».
Bunun
Biz onların aralarına bir uçurum koyduk». Her iki
fırka da bu uçurumun kenarcıdadırlar. Bu uçurum,
ikisini birbirinden ayıran bir ayırıcıdır. Bu, ateşle dolu bir
deredir. Mücrimler bunu görünce içine düşecekler
diye korkudan yürekleri ağızlarına geldi,
heyecanlandılar. Gerçekten de korktukları başlarma
geldi:
Bundan bir kaçamak bulamadılar»!^
278
Nahl Suresi I2zı
1- «Rabbınız ne indirdi dendiği zaman, evvelkilerin
masallarını, derler ki kıyamet günü kendi veballerini
yüklendikten başka bilgisizlikleri yüzünden saptırdıkları
kimselerin veballerini de yüklensinler. Bak ne fena yük
yükleniyorlar! Onlardan öncekiler hile yapmışlardı.
Allah da yaptıkları binaların temellerinden geldi de
üstlerindeki tavan başlarına çöktü ve azap, kundilorine
hiç anlamadıkları bir yerden geldi. Sonra kıyamet
günü onları rezil eder ve der ki: «Hani o haklarında
tartış (ip fitne çıkar) diğımz benim eşlerim nerede?»
Kendilerine ilim verilenler dediler ki: «Gerçekten bütün
rezillik ve kötülük bugün kâfirleredir.» Onlar ki nefislerine
zulmeden insanlar olarak melekler onlun vefat
ettirirken «Biz hiçbir kötülük yapmıyorduk» diye teslim
çekerler. Hayır! Allah yapmakta olduğunuzu gayet iyi
bilir. Cehennemin kapılarından ebedi kalmak üzere
giriniz. Kibirlenenlerin yeri ne kötüdür edenlere:
Babbımz ne indirdi denince «hayır» dediler. Bu
dünyada iyilik edenlere iyilik vardır. Ahiret evi ise
elbette daha hayırlıdır. Mütteldlerin evi ne güzeldir!
Altlarından nehirler akan Ada cennetlerine girerler.
279
Orada istediklerini alırlar. İşte Allah, müttekileri böyle
mükâfatlandırır. Onlar ki melekler onları güzel nisanlar
olarak vefat ettirirken derler İd: Selâm size,
yaptıklarınıza karşılık cennete girin.»
2- «O gün her ümmetten bir gahid getiririz. Sonra
inkâr edenlere ne izin verilir, ne de onların özürleri
kabul edilir. Zulmedenler azabı gördükleri zaman artık,
onlardan ne hafifletilir, ne de onlara mühlet verilir. Şirk
koşanlar, koştukları ortaklan gördükleri zaman derler ki:
«Nabbımiz, seni bırakıp yalvardı-ğımız ortaklarımız
(putlarımız) işte şunlardır.» (Koştukları, ortaklar ) onlara
şu lâfı atarlar: «Siz yalancılarsınız». O gün Allah'a teslim
çekmişlerdir ve ydurdukları şeyler, kendilerinden sapıp
kaybolmuştur.»
3 - «O gün her nefis, kendi nefsini savunarak gelir.
Her nefse yaptığı verilir. Onlar haksızlığa uğratılmazlar.»
Birinci sahne müşterek sahnelerdendir. Bu
sahnedeki kafile, hareketine, dünya hayatından
başlar, can verme haline gelir ve buradan âhiret
hayatına atlar. İki hayat bu geçitle birbirine
bağlanmıştır. Kafile yürümesine devam edip ceza hali¬
ne varır, oradan ya cennete veya cehenneme gider.
280
Burada sahne, sırtlarına veballer yüklenmiş
suçluları göstermekle başlıyor. Evzâr, bir cisim şekline,
sırtlara yüklenen yükler şekline sokulmuş günahlardır.
Bunlar şahsî günahları ve gafü avlayıp saptırdıkları
kimselerin günahlarının bir kısmıdır. Sonra arz, dünya
sahasına intikal ediyor. Burada hile yapan bir milletin
akıbetini görüyoruz: Allah evlerini temellerinden yıkmış,
tavanları başlarına düşmüştür. Hiç ummadıkları bir
zamanda evleri aniden başlarına yıkılmıştır.
Buradan doğruca kıyamete geçiyoruz. Geçiyoruz
ki orada o suçluların rezalet sahnesini görelim: Allah
onlara soruyor: «-Haklarında müzminlerle tartıştığınız
onlar yüzünden mü'minlere düşman olup dünyada
fitneler, kavgalar çıkardığınız ortaklarım nerede?»
Müşriklerden soru sorma sahnesi, tekerrür eden bir
sahnedir ama her defasında ayrı bir taze yönü vardır.
Buradaki yenilik de bu soruya «thn verilenlerin» cevap
vermesidir. Müşrikler hacîl olup "susunca ilm verilenler
diyorlar ki: «Bugün hacalet ve kötülük inkâr
edenleredir». Sanki bu ilim verilenler oranın sahibidirler
de bu hükmü veriyorlar ve kâfirlere alçak rezaleti lâyık
ve gerekli görüyorlar. Sonra ilim verilenler söze devam
281
ediyorlar, bu kâfirlerin vasıflarını, eski tarihlerini
anlatıyorlar: Melekler gelip canlarını alırken bile
bunların nefislerine zulmettiklerini, eskisi gibi yalancı
olduklarını söylüyorlar. Hiç değilse can verirken kibir¬
den vazgeçip melekleri, teslim olarak karşılasalardı ne
olurdu? Ama hayır, onlar yine yalan söylemeğe
çalışıyorlar: «Biz hiçbir kötülük yapmadık» diyorlar.
«Hayır!» her haliniz belli. «Zira Allah yaptığınızı bilir!»
Can verme sahnesinden hemen ceza sahnesine,
Evden (dünyadan) ateşe (cehenneme) geçiyor:
Cehennemin kapılarından, orada ebedî kalmak
üzere Kibirlenenlerin yeri ne kötüdür».
Bu defa dönüp aynı yolda bulunan diğer bir
kafilenin halini, müttekiler kafilesinin seyrini gösteriyor.
Bunlar da aynı yollardan geçiyorlar ama ötekilerin
gittiği şekilde değil, vardıkları yerde tamamen
bambaşkadırlar. Bu husus, âyetlerden anlaşılmaktadır,
izaha ihtiyaç yoktur.
2 - İkinci sahne de yine şeriklerin sahnesidir. Ancak
burada güzel bir unsur var. İşte inkâr edenler o
korkunç haldeler. Kendilerine şefaat için izin verilmiyor
ve kendilerinden özür de kabul edilmiyor. Bu halde
282
Allah'ı bırakıp taptıkları putları görüyorlar. Onları
göstererek bağırıyorlar:
Rabbıraız, işte senden başka yalvardığımız
şeriklerimiz bunlardım. Belki cezadan biraz kurtulurlar
ümidiyle bu şerikleri gösteriyorlar ama şerikler (putlar)
şiddetle bu ittihamı reddediyorlar:
Siz yalancılarsnnz». Böyle deyip Allah'a
yöneliyorlar. Hani kendileri de tann idiler ya, artık
tanrılığı bir tarafa bırakıp şuur ile Allah'a teslim
oluyorlar. İş bitiyor ve herşey, tek elan Deyyân'a teslim
olup boyun büküyor. 3 - Üçüncü sahne, daha önce
Herkesin başından aşkın bir işi vardım âyetiyle
tasvir edilen korku halini tasvir etmektedir. Her nefis,
ancak kendi nefsi ile meşgul olabiliyor, başkasiyle
uğraşmağa, ilgilenmeğe fırsat bulamıyor. Her nefis, tek
basma gelmiştir oraya. Bu toplananların, bu
kalabalığın arasında yapayalnızdır o. Kendinden
başka bir şey göremiyor. Yalnız kendi kendini
savunmağa çalışıyor. Kurtulmağa uğraşıyor ama
kurtuluş imkânı yok.
Her nefse yaptığı veriliyor. Münakaşanın faydası
yok. Hüccet de kabul edilmiyor. Bununla beraber yine
283
zulmediyorlar, haksızlığa uğramıyorlar, yaptıklarının
karşılığını buluyorlar. Zira her şey açık bir kitapta
yazılmıştır. 128i
İbrahim Suresi 021
1- «Fetih istediler ve her inatçı zorba hüsrana
uğrada Arkasından cehennem, (orada) irinli sudan
sulanacak, onu yudum yudum içmeğe çalışacak
fakat boğazmdan geçiremiye-cek ve her taraftan
ona ölüm gelecek ama ölmiyecek; arkasın-dan da
kaba bir azap.»
2- «Hepsi Al lalı'in huzuruna çıktılar. Zayıflar, büyük-
lenenlere: «Biz size tabi idik. Allah'ın azabından azıcık
bir şey bizden savabilecek misiniz?» dedi. (Kibirlenenler
de): «Eğer Allah bize hidayet etmiş olsaydı, biz de size
hidayet ederdik. Şimdi sızlansak da sabretsek de birdir,
bizim için kurtuluş yoktur.» dediler. îş bitince şeytan
şöyle dedi: «Allah size doğru va'detti, bela de size
vahdettim, ama ben size va'-tlimden caydım. Esasen
sizi zorlayacak bir nüfuzum yoktu. Sadece sizi çağırdım,
siz de bana uydunuz. Öyle ise beni ayıplamayın da
kendi kendinizi ayıplayın. Ben sizi kurtaramam, siz de
beni kurtaramazsınız. Zaten bundan önce beni
284
(Allah'a,) ortak koşmanızı da tanımamıştım. Doğrusu
zalimlere etim bir azap vardır.»
3- «halimlerin yaptığından Allah'ı gafil sanma.
Yalra onları, gözlerin fırhyacağı bir güne
ertelemektedir. Başlarını dikerek koşarlar, bakışları
kendilerine dönmez ve yüreklerinin içi İKnnboş
havadır.»
4- «İnsanları şu günden uyar ki o gün onlara azap
gelir de zulmedenler der kî: «Rabbımiz bizi yakın bir
süreye kadar ertele de sciıiıı da'vetine gelelim,
peygamberlere uyalım». Hani bundan önce sizin için
zeval yok diye yemîn etmiyor muydunuz?» Nefislerine
zulmedenlerin yerlerinde oturmamış mıydınız? Onlara
ne yaptığımız size belli olmuş değil miydi? Size meseller
vermemiş miydik? »
5- «O gün Arz, başka arza, gökler (başka göklere)
değiştirilir. Hepsi tek olan kahredici Allah'ın huzurunda
durur. Ve o ftün mücrimleri birbirlerine yaklaştırılarak
(veya elleri ayaklarına yaklaştırılarak) zincirlere
vurulmuş gömlekleri katrandan ve yüzlerini ateş
kaplıyor görürsün.»
285
Birinci sahnede yenilik var. Cehennem âhirete
bırakılmıştır ama dünyada da vardır. îşte onlar
dünyada Allah'tan fetih istiyorlar; Allah'tan, hak
üzerinde olanları galip, batıl üzerimde olanları perişan
etmesini istiyorlar. Allah da dualarını kabul ediyor ve
«Her cebbar inatçı perişan oluyor.» Bu, bu dünyada
oluyor ama arkasından da cehennem. O adan bir
yarın kenarında imiş gibi cehenneme yakın. Hayır
hayır, kenarında deşîîl, cehennemin içinde. Her
taraftan ona ölüm sebepleri, geliyor ölüm nasib
olmuyor, ölüp rahat edemiyor:
Bunun arkasından da kaba bir azap var.» Her an
onu bekli yen bir azap.
Cidden dünyada cebbar dururken arkasından da
cehennemin durup beklemesi «Onun arkasından da
kaba bir azab» m bulunması harika bir sahnedir,
insanın gözü önünde temes-sül eden, canlanan bir
sahne.
îkinci sahne kibirlenenîerle zayıfların sahnesidir. Bu¬
nun benzerleri geçmişti. Ancak burada güzel bir yenilik
vardır. O da konuşmaya şeytanın da katılmasıdır.
Bu sahnede hayale üç fırka canlandırılmaktadır:
286
Zayıflar: Ki bunlar kuvvetlilerin kuyrukları idiler. Hâlâ
o za'flarmda, kısa akıllılıklarında, nefislerini hor
düşürmede devam ediyor, yine dünyada kibredenlere
iltica edip onların, kendilerini bu durumdan
kurtarmalarını istiyorlar. Bu düşük, zayıf labiatlarinc
uygun olarak diyorlar ki hayatta bizi siz kandırdınız.
Bunun iğin onları yeriyorlar. Sanki kendilerinin hiç
iradeleri, akılları yokmuş gibi onlar ne demişse öyle
yapmışlar. Şimdi de bu za'flarmı belli ediyor, neden bizi
aldattınız diyorlar da biz aldanmasaydık demiyorlar.
Kibredenler: Bunların da kibirleri yıkılmış, burunları
kırılmış, âkibetleriyle karşı karşıya gelmişler. Kendilerinin
gördüğü îiillet ve azap yetmiyormuş gibi üstelik bir de
şu zayıfların, karşılarında durup kurtuluş istemleri daha
da canlarını sıkıyor. Kendilerine kurtuluş çaresi
bulamazken onlara ner-den bulsunlar? Bir de gelmişler
kendilerini kandırmış olduklarını söylüyorlar. Bunu
söylemenin ne faydası var sanki? Can sıkmadan
başka ne işe yarar bu hatırlatma? Bunlar da onlara
bıkkınlık ve can sıkıntısı içinde cevap_ veriyorlar:
:Allah bize hidayet etseydi biz de size hidayet
ederdik!» Bundan ba^ka bir şey söylemiyorlar.
287
Şeytan: Bütün aldatıcı, hain, düzenbaz, hileci
şahsiyetiyle şeytan. Yalnız burada itiraf ediyor, Allah'ın,
onlara doğruyu va'dettiğini kendisinin de va'dedip
caydığını söylüyor ve sonunda onları daha derin bir
acıya sokuyor, onların işledikleri suçlardan elini,
çekiyor, kendini temize çıkarmak istiyor. Diyor ki: -
Benim sizi zorhyacak bir nüfuzum yoktu. Sadece
sizi çağır dini,, siz de bana uydunuz. Şimdi beni
ayıplamayın, kendi kenj diiiizi ayıplayın» Daha da ileri
gidiyor:
Zaten ben daha önce beni ortak koşmanızı da
tanımamıştım
Beni Allah'a ortak koşmanızı inkâr etmiştim.
Gerçekten ne şeytanmiş be!
Âyet, onların halini ne güzel tasvir etmektedir: Tâbi
met bu'dan sıyrılıyor, metbu tâbi'i inkâr ediyor. Hoş
birbirlerin inkâr etmeleri, ya da birbirlerine yapışıp arka
olmaları fayd temin etmez ama bu suretle her
zümrenin karakteri, o büyü gün karşısında açıkça
ortaya çıkıyor.
Burada şeytan mantıkçıdır. Aslen mantıkçı ve
Kur'an' çizdiği şeytan suretinde mantıkçı. Zaten böyle
288
oyuncu, düzen baz, aldatıp yüz üstü bırakan, sonunda
uzak duran olmas şeytan olmaz ki!
Üçüncü sahne, şaşkınlığın, hacalet ve teslimiyyeti
eşsiz bir levhasını çizmektedir. Bu tabloyu, solukları tıkay
bir üzüntü halesi çevrelemektedir, işte gözler
dönmüyor, ha reket etmiyor, sabit. Ve işte onlar
başlarını kaldırmış koşu yorlar. Kibirden değil, vücutları
odun gibi kaskatı kesildi için başlarını dikmişler. Gözleri
dönmediği için gördüğü hiç-birşeyi kendilerine
nakledemiyor. Kalbleri de bomboş. İçinde sadece
şaşkınlık uçuşuyor. Hayret hakim.
Her şeyi, her çehresi tamam bir sahne Korku
sahnesi.estlerde, mimiklerde beliriyor ve gölgesini
ruhun derinliklerine, insanın hücrelerine kadar salıyor.
Dördüncü sahne zalimlerin sahnesidir: «Zalimlere
azabın geldiği gün» ü tasvir ediyor. O gün onlar huzur-i
İlâhîde öne çıkıp yalvarıyorlar:
Rabbımız, bizi yakın bir süreye kadar ertele de
senin da'-vetine uyalım!» Burada başlarına öyle bir
azar dökülüyor ki:
Bun dan önce sizin için hiçbir zeval yok dîye yemin
etmiyor muydunuz?» Hayat sizi aldattığı zaman ölümü,
289
öldükten sonra dirilmeyi unutmuş, sizden önceki
zalimlerin âkibetini görmez olmuştunuz. Halbuki onların
akıbeti gözünüzün önünde idi. Zira onların yurtlarına
oturmuştunuz «Onlara ne yaptığımız size belli olmuştu.»
Bu size hiç tesir etmediydi. Size misaller verdik, siz
onlardan hiç ibret almadıydınız.
Burada sahne bitiyor, halleriyle baş başa
kalıyorlar. Onlar için bir kurtuluş ümidi kalmadığı
meydana çıkıyor,
Beşinci sahne, insanların dünyada alıştıkları her şe¬
yin değiştiği sahnedir. Burada her şey onların gözlerine,
duyularına yenidir: «O gün Arz başka arza değiştirilir.
Gökler de.» Her şey değişmiştir. Onlar bugün yeni bir
konumdadır:
Hepsi tek olan Kahhar Allah'a bariz olmuştun)
açıkça meydana çıkmıştır. Koruyucusu yoktur, örtüsü
de yoktur. Allah' in önünde yapayalnız ve besbelli. Bu
halde büyük bir korku vardır. Yeni bir âlemdeki
garipliğin vahşeti ve kahredici tek Allah'ın huzuruna
apaçık çıkmanın korkusu.
Sonra dikkat et, tuhaf bir manzara göreceksin: «O
gün mücrimleri birbirine yaklaştırılmış olarak zincirleie
290
vurulmuş görürsün.» Elbiseleri de var ama katrandan.
Katran siyahtır, ısırır acıtır, yanmağa tutuşmağa
elverişlidir. Bu adamlar ikişer ikişer kelepçelere vurulup
sevk edilirler. Ya da demir halkalarla elleri ayaklarına
yaklaştırılıp bağlanır.
:Yüzlerini de ateş kaplar.» Artık hayal, katrandan"
elbiseler içinde alevle tutuşma hareketini tamamlar!
Korku hem maddî, hem manevîdir. Arzın
değişmesi maddî, kahredici Allah'ın huzurunda açığa
çıkmak manevi bir korkudur. Azap da hem maddi,
hem manevidir. Ateşin yüzleri kaplaması maddî, demir
kelepçelerle birbirlerine yaklaştırü-malan manevî bir
azaptır. Bu hal, alçaltıcı bir haldir. HQ1
Enbiya Sukesi mu
1- «Doğru iseniz bu va'd ne zaman? diyorlar. Bu
kâfirler yüzlerinden ve sırtlarından ateşi
defedemiyecekleri, yardan da olunmiyacaklan
zamanı bir buseydiler! Doğrusu o onlara aniden
gelecek de onları şaşırtacak, ne onu reddebilecekler,
ne de kendilerine mühlet verilecek.»
2- Gerçek va'd yaklaştı, birden küfredenlerin
gözleri donup kalır. «Vah bize, biz bundan gafildik,
291
hayır biz zalimlerdik!» Siz ve Allah'tan başka taptıklarınız
cehennemin odunusunuz, oraya gideceksiniz. Eğer
onlar tanrı olsalardı oraya gitmezlerdi. Halbuki hepsi
orada ebedî kalacaklardır. Onların orada bir zefirleri
(iç çekişleri) vardır ki! Ve onlar orada gitmezler.»
«Ama bizden kendilerine (ezelde) güzellik geçmiş
olanlar, işte onlar ondan uzaklaştırılmışlardır.
Cehennemin hışıltısın bile duymazlar. Onlar canlarının
istediği nimetler ebedidirler. O en büyük korku onları
üzmez ve melekler on (şöyle) karşılar bu, size
va'dedilen gününüzdür.»
«O gün kitapları dürer gibi gök'ü düreriz, ilk defa
yamağa başladığımız gibi onu iade ederiz. Üzerimize
söz bunu yapacağız.»
1- Birinci sahnede ateş onları her taraftan
sarmaktj dır. Onlar telâş ve korku içinde elleriyle,
yüzlerinden, sırtlarından ateşi sürmeğe çalıştıkça ateş
daha fazla onları sarıp sarmalamaktadır.
Yapamıyorlar, ateş birden yutuyor onları; ne bir
hareket yapmağa kudretleri, ne de düşünmeğe
iktidarları kalıyor. Ateş her taraftan onları yerken onlar
öyle aval aval bakıyorlar. Ne ateşi savabiliyorlar, ne de
292
azap onlardan geri bırakılıyor. Hiç mühlet verilmiyor.
Niçin bu acele? Bu acele, onların önce yaptıkları
aceleciliklerinin bir karşılığıdır. Çünkü onlar dünyada
öyle acele ediyorlardı: «Bu va'd ne zaman eğer doğru
iseniz?» diyorlardı, işte onlara verilen cevap da böyle
anî, akıllan şaşırtacak derecede acele oluyor. Azap
edilenler bunu geri çeviremiyorlar ve onlara hiç
mühlet verilmiyor. Azap derhal tatbik ediliyor, hiç
ertelenmiyor.
2 - Söz devam ediyor. Birincide olduğu gibi yine
anilik unsuru taşıyan bir sahne geliyor, aceleye maruz
kalanları dehşete düşürüyor:
Küfredenlerin gözleri bîrden bire donmuş kalmıştır.»
Şahisa ta'biri arzu edilen sahneyi daha güzel
çizmek için kullanılıyor. Sonra mevzu, resim ve
tasvirden konuşmağa geçiyor. İşte gözleri belerip
kalmış olanlar alanda konuşuyorlar:
Vah bize, biz bundan gaflet etmişiz, hayır biz
zalimler olmuşuz.» Birden ap açık hakikati görüp de
neye uğradığını bile-miyen insan anlıyor, pişman
oluyor, itirafı kusur ediyor ama iş işten geçtikten,
zaman gittikten sonra!
293
Bu âni olayın şaşkınlığı içinde bu itiraf sadır olurken
öbür taraftan kesin hüküm de sadir oluyor:
Siz ve taptıklarınız cehennemin odunusunuz,
oraya gideceksiniz.»
Sahada bunların, tannlariyle beraber cehenneme
hem de odun olarak gittiklerim seyrederken birden
onlara şöyle bir delil hatırlatıldığını duyuyoruz: «Eğer
bunlar tanrı olsalardı, oraya gitmezlerdi.» Bu, vicdanî
bir delildir. Bu sahne vukubulmazdan nice çağlar önce
olmuş gibi gösterilip hayale yerleştiriliyor ve sonra bu
delil ile vicdanlara sesleniliyor! Sonra bunlar fi'len
cehenneme sevk ediliyorlar. Onların cehennemdeki
halleri tasvir ediliyor.
Felâket ve azap karşısında akimi kaybetmiş
insanın halki! Ve onlar ot Onlarm orada bir iç çekişi
vardır işitmezler.»
Onları burada bırakıyoruz ve onlardan tamamen
uzak bu-hınan mü'minlerin yanma geliyoruz: «Onlar
ondan uzaklaştırılmışlardır, onun hışıltısını bile işitmezler.»
Hasis kelimesi de
melodisiyle medlulünü tasvir eden
kelimelerdendir. Deriyi ürperten, tüyleri diken diken
294
eden bir ses var bu kelimede.ateşin hasisi.» îste
«Kendilerine bizden güzellik g< genler bunu işitmekten
kurtulmuşlardır.» «O büyük korkudan»
da emindirler. Üstelik melekler de kendileriyle
arkadaşlık ediyor ki kalbleri tamamen mutmain olsun,
içlerinde Feza'-i Ek-ber'in korkusu hiç kalmasın.
Melekler şu selâmlama ile onların ruhlarına huzur ve
güven sokuyorlar:
İşte bu size va'dedilen gününüzdür.»
Vs sahne, buna eşlik eden bir manzara İle
bitiriliyor. B manzata şudur: Bugün gök, durulmuştur.
Kitapçı nasıl oürer, katlarsa öyle durulmuştur. Uçları
katlanmış, yüw sekliği toplanmıştır; yahut Kur'anda
başka bir yerde
Üzre tomar gibi yuvarlak durulmuştur.
Bı bir inkılâp ve intiha sahnesidir. îlk yaratmağa
başla dığımı gibi yaratmayı iade ederiz, yani tekrar
yaratırız. Bir bizim va'dimizdir. «Bize söz olsun, biz bunu
yapacağız.» 1421
Mü'mînun Sukesi 143 i
«Nihayet onlardan birine ölüm seldîgî «Kabbım,
beni döndür. Belki ben geri birakt.ğon hayatta iyi Ur
295
amel işlerim.» Hayır, hayır! O bir kelimedir İd onu söyler,
melerinden ise bir berzah varduta dirilecekleri ne kata
«Sura üfürüldüğü zaman aralarında o gun
nesepler yoktur bunu soruşturmazlar da. Kimin tartılan
ağır gelirse «te elaha erenler onlardır. Kimin tartılan
hafif gelirse, 19te nefislerim hüsrana uğratanlar,
cehennemde ebedi kolanlar onlardır. Yüzlerini ateş
yalar. Öyle ki( ateşin) içinde dişlen.Âyetlerim size
okunmaz mı ve siz onları yalanlamaz Dediler:
«Babbunız, bize şekavetimiz galip geldi ve biz sapkın
bir millet olduk. Rabbımiz, bizi bundan çıkar, dönsek
yine biz zalimleriz.» Buyurdu ki: «Sinin oraya, fconuşma-
vrn' Zira kullarımdan bir zümre vardı ki: «Babbımız
inandık; bizi bağışla, bize acı, sen merhametlilerin en
hnyirhsısm.» diyorlardı da siz onlarla alay etmiştiniz.
Nihayet size ben, akmayı unutturdular ve siz onlara
gülüyordunuz. Ben bugün onan sabriariyle
mükafatlandırdım. Kurtulup murada erenler onlardır
onlar.. ..
«Buyurdu: «Yeryüzünde ne kadar eğleştiniz?»
Dediler. «Bir gün, ya da günün birazı, sayanlara sor!»
Buyurdu: «Bilseniz, cidden pek az kaldınız. Biz sizi boş
296
yere mi yarathk ve siz biza dönmiyecek misiniz
sandınız?»
Sahne burada can çekişme manzarası, ölüm
gelince tevbe -etme ve kaybedileni'telafi etmek İ6m
tekrar dünyaya dönme isteğiyle beliyor. Biz manzarayı
görür gibiyiz. Birden bu isteği red cevabı geliyor ama
cevapta, temenni sahibine değil genel seyirciye
hitabediliyor: «Hayır, bu bir sözdür ki soybyeiu odur!»
Yani bu istek, manasız bir istektir, bunu söylıyene yar¬
dım caiz değildir. Ru söz şu korkunç hal dolayısiyle
söylenmiş bir sözdür. Bu söz kabul edilmez ve bunun bir
faydası olmaz. Bu anda ruh, bu sözün sahibini terk
etmektedir: ötelerinde ise ta dirilecekleri güne kadar
bir berzah (geçit) vardır.»
Bu iki saha arasmdaki süre uzun sürmüyor. Hemen
Sur'a üflendi, uyandılar. Uyandılar, fakat aralarındaki
bütün rabıtalar üzülmüş:
O gün aralarında nesepler yoktur.» Onları korku
saikiy-le bir sükût kaplamış ki sorma. Hiç konuşmuyor,
öyle duruyorlar. Birbirlerine bakmıyorlar bile.
Bir biri erini sormuyorlar.» Sonra söz iyiliklerin ve
kötülüklerin tartılmasına geliyor. Önceki bir sahnede
297
geçtiği üzre, Günah ve sevabm tartılması maddî bir
şekilde gösterilmiştir. Bu da uzun sürmüyor ve yeni bir
sahne başlıyor:
Tartı işi sür'atle bitmiştir. Şimdi «nefislerini ziyana so¬
kanların adımlarını izliyelim.îgte sudurlar:
Yüzlerini ateş yahyfcr ve onlar onun içinde öyle ki
dikleri sırıtıyor.» Bu maddî azap bir kefede, karşılaştıkları
azar, tahkir de öbür kefede. Şimdi şu uzun konuşmayı
dinliyelim:
Size âyetlerim okunmaz mıydı ve siz onları
yalanlamaz mıydınız?» Burada kendilerine konuşma
fırsatı veriliyor gibi geliyor. Arzularına müsamaha
edilmiş gibi oluyor. Ricalarının kabulü için itiraf
ediyorlar:
Rabbımiz, şekavetimîz bize galip geldi, hakikaten
biz bir kavim idik.» Dediler.» Bu acı bir itiraf, içinde
şekavet bulunan bir itiraf:
Rabbınuz, bizi bundan çıkar, dönsek de yine
zalimleriz.» Şimdi artık bu sözleri ile haddi aşmış,
terbiyesizlik etmiş oluyorlar. Çünkü kendileri yalnız
sorulan soruya cevap vermeğe izinlidirler. Hattâ belki
298
de bu soru, hiç cevap istenmiyen bir sorudur. Bunun
için şiddetle tersleniyorlar:
Oraya sinin ve konuşmayın.» Sessiz durun, zelîl,
mekhurlar gibi susun. Zira siz, bulunduğunuz hali hak
etmişsinizdir. Çünkü benim kullarımdan bir fırka vardır ki
şöyle derlerdi:
:Rabbımız, inandık, bizi bağışla, bize acı, sen
acıyanların en hayırhsısın.» Siz o kullarımla alay ettiniz
de onlar size beni anmayı unutturdu (Yani onlarla
uğraşmanızdan, alay etmenizden dolayı beni anmayı
hatıra getirmediniz.) Onlara gülüyordunuz. «Sizin
suçunuz, yalnız nefsinize münhasır Yalnız inkâr etmekle
kalmadınız, üstelik mü'minlerle, Allah in rahme nivaz
edenlerle alay edip onlara gülecek kadar alçaldınız.»
Şimdi bakın, ben onları sabırlarına karşılık
mükâfatlandırdım. Onlardır, kurtulanlar onlar!»
Bu ağır reddi ve bu reddin sebeplerini
açıkladıktan sonra ki bu açıklamada da ayrı bir azar
ve hakaret vardır yeni bir soru başlıyor:
Dedi: Yeryüzünde seneler sayısınca ne kadar
kaldınız?» Ne kadar kaldıklarını bilmiyerek cevap
veriyorlar:
299
Birgün veya bir günün birazı kadar bir zaman
kaldık.» O
kadar umutsuz, o kadar üzgündürler ki orada çek
kalmışlar, az kalmışlar bir değeri yok.
Sayanlara sor.» Biz hesap edecek durumda
değiliz. Onların bu sözlerine şöyle cevap veriliyor: «Siz
muhakkak fazla kalmadınız. İlerideki zamana kıyasla
pek az kaldınız. Sizi çabuk dirilttik:
Bizim sizi boş yere yarattığımızı ve sizin tekrar bize
döndürülmiyeceği mi sanmıştınız» da inkâr ve fücura
saptınız? Şimdi bakın sizin sandığınız nerede ve siz
neredeniniz! H41
Secde Suresini
1- «Suçluları bir görsen, Bablan indinde baslarını
öne düşürmüş dururlarken, Rabbımız, gördük, işittik, bizi
geri döndür, salih amel işliyelim; artık inandık!»
2 - «İman edip salih ameller işliyenlere gelince
onlar için amellerine karşılık bir ağırlama olarak Me'va
cennetleri var. Fisk edenlerin gideceği yer de ateştir.
Ne zaman oradan çıkmak İsterlerse tekrar gerisin
geriye oraya çevrilirler ve onlara: «Yalanlamakta
olduğunuz ateşin azabını tadın» denilir.»
300
1- Birinci sahne, Rabları indinde başlan öne
düşmüş suçlular sahnesidir. Utançtan alınları kalkmıyor,
zilletten gözlerini çevirip bir tarafa bakamıyorlar.
Sahneyi ihya için tema, hitap üslûbuna geçer. Bu
vaziyette duran suçluların şöyle yal-vardıklarıni
işitiyoruz. Bu yakarının ilk cümlesi, sanki sahnenin
perdesini açmaktadır. Açıyor ki suçluların, öyle başı
öne düşmüş vaziyetini görelim ve onların şu sözlerini
işitelim:
Rabbmıız, gördük, işittik. Bizi döndür, salih amel
işliyelim. Biz artık yakînen inanıcılanz.» Şimdi iş işten
geçtikten sonra ha?!
2 - İkinci sahne. Medenî âyetlerdedir. Yeri Medenî
Su-relerdeki kıyamet sahneleri arasındadır. Onun içir.
Medenî surelere geldiğimiz zaman bunun üzerinde
duracağız. Âyetlerin Medep'i olması, bunlann yerini ve
tertibini Medenî surelere göre kıyaslamamızı
gerektirmez. Yalnız biz düşünüyoruz ki bu âyetlerde arz
edilen sahne, ileride gelecek olan Medenî Hac
süresindeki sahneye çok benzer. Ve bizim kanaatimize
göre birbirine benzer veya birbirine yakın sahneler,
birbiri peşinden nazil olan surelerde gelmektedir. Ama
301
bu fikrimiz, sadece bir tahmîn ve faraziyedir. Çünkü
nüzul tertibinde tam kesinlik yoktur. Hangisinin,
hangisinden önce veya sonra geldiğini kesinlikle
bilmek pek mümkün değildir. İnşallah okuyucu. Hac
süresindeki sahneyi arz ederken bu sahneyi orada
görecektir, hsi
Tur Suresi^
«Tura andolsun; yapılmış ince deri üzerine satır satır
yazılmış kitaba andolsun; ına'ımır eve (Kabe'ye)
andolsun; yükseltilmiş tavana ve kaynatılmış denize
andolsıuı ki: Muhakkak Kabbuı azabı vukubulacaktır.
Onu defedecek bir şey yoktur. O gün ki gök bîr
çalkanış çalkanır ve dağlar bir yürüyüş yürür, İşte o gün
yalaıılayıcıların vay haline. Onlar ki daldıkları bir
batakta oynayın) dururlar. O gün cehennemin ateşine
itilip kakılırlar: İşte sizin yalan deyip durduğunuz ateş. Bu
sihir mî, yoksa siz görmüyor musunuz? Yaslanın ona.,,
ister sabredin, ister etmeyin, sizin için birdir. Her
yaptığınızın cezasını çekeceksiniz.
«Fakat o Allah'tan korkanlar, cennetler ve nimetler
içinde, Kablerinin kendilerine verdiğiyle zevk-u safa
sürerler. Kabları onları cehîm azabından korumuştur.
302
«Yaptıklarınıza karşılık şimdi afiyetle yeyin, için. Sıra sıra
dizilmiş koltuklara dayanarak.» Onları güzel, iri gözlü
hurilerle de svîendirmişiz-dir. O iman edenler ki
arkalarından zürriyetferi de iman İle kendilerine tabi
olmuştur. Onları zürriyetlerine katmişızdır. Kendilerinin
sevabından da bir şey eksiltmemişizA. Herkes
kazandığına bağlıdır. Onlara bîr meyva ve iştahlarının
çekeceği bir et yetiştirmişizdir. Orada bir kadeh
çekiştirirler ki onda ne bir saçmalama vardır, ne de bir
günaha sokmu. Kendilerine mahsus, saklı inci gibi
ğibnanlar da çevrelerinde döner. Birbirlerine dönmüş.,
soruyorlar: «Dediler: Biz ailemiz içinde korkardık. Allah
da bize lütfetti ve bizi o Semum azabından korudu. Bî?
bundan önce O'na duâ ediyorduk. Doğrusu o çok iyî
ve çok merhametlidir.»
Bu sahnelerde bir çağrısını vardır. Suretlerin,
hatıraların çağrışımı. Bu çağrışım o kadar ince bir
şekilde yapılmaktadır ki ancak ince sezgili, tecrübeli bir
duyu bunu anlıyabiîir. Zahiren aralarında uzak
münasebetler bulunan muhtelif resimlerin ve
hatıraların birbirleriyle nasıl ince bir çağrışım halinde
303
bulunduklarını, birbirlerini nasıl hatırlattıklarını insan
derhal fark eder.
Burada, bazı şeylerle, bazı şeylerin
vukubulacağına yemin edilmektedir. Birinci kısım ile
ikinci kısım eşya arasında bir çeşit -çağrışım ve uyum
mevcuttur. Âdiyât ve «Mürsclâb surelerinde buna
benzer iki ecşil tedai ve uyum daha geçmişti. Tabii o
surelerin çağrışımları arasında bazı farklar vardı.
Şimdi burada Tur'a yemin edilmektedir. Bu, -Kur"an
okuyan kimseye Musa kıssasını ve ona dağda yazılan
levhaları hatırlatır; Tur'a yeminden sonra Rakk-i Menşur
üzerine satır satır yazılmış kitaba yemîn edilmektedir. Bu
birimci çağrışım. Bunları takiben Beyt-i Mâ'mur'n. yemin
edilir. Beyt-i Ma'mur, müslür.ıanîarca mukaddes olan
yerdir. Tur da Muna İçin mu kaddes olan yerdi. Bu da
ikinci çağrışım. Sakf-i Meıfu'a yemin edilmektedir.
Burada Sakf-ı Merfu' ile gök kasdsdilmektedir. Bu da
önce zikredilen şeylerin manen böyle yüksek olduğunu
hatırımıza getirir. Sakf tavan demektir. Hem lâf zan
hem de tasvir bakımından Beyt (ev) kelimesiyle
çağrışın teşkil eder. Bu da üçüncü çağrışım. Bahr-i
Mescura yemin edilmektedir. Bu da tasvir bakımından
304
gök ile çağrışım yapar. Deniz deyince gök hatıra gelir.
Bu da dördüncü çağrışım.
Bu çağrışımlar, yemine mahsus olan birinci
kısımdadır. Üzerine yemin edilen şeylerdeki çağrışıma
gelince orada da resimler ve hatıralar aynı ahenk ile
birbirlerini hatırlatırlar. Şöyle ki:
olsun»
Tur'a andolsun ve satır satır yazılmış kitaba azabı
muhakkak vaki olacaktır onu defedecek bir şey
yoktur.» dedikten sonra azabın vaki olacağı günün
sahnelerini göstermeğe başlıyor:
O gün gök bir çalkanış çalkanır.» Bu, Sakf-ı Merfu'
(yüksek tavan) ile çağrışım halindedir.»
rDağlar bir yürüyüş yürür.» Bu da Tur ile çağrışım
halindedir.
: Veyl o yalanlayıcılara ki onlar bir bataklıkta
oynuyorlar.»
Havd (bataklık) kaynatılmış deniz ile çağrışım
halindedir. Resimler ve hatıralar arasındaki bu gizli
çağrışımı sncak ince duygulu bir his sezebilir. Bu
çağrışım, sahnelere ve manzaralara ayrı bir ahenk
katar.
305
Bu yeminden sonra azap tasvir edilmekte,
ınükezzipleri bekliyen o veyl, tafsiHtiyle anlatılmaktadır:
Igte gunlar
Cehepnenıin ateşine kakılıyorlar»
lâfzı, sesinin toniyle manasını tasvir ediyor.
Dinleyici, mükez-ziplerin sırtlarımdan tutulup şiddetle
cehenneme itildiklerini duyuyor. Sırtlarına pençe inince
(A 1 .) diye bir ses çıkardıklarını görür gibi oluyor. Bu hal,
onların dünyadaki havd ve lu'b halleriyle uyumludur.
Bunlar yakalanıp şiddetle cehenneme savrulurken
kendilerine cehennem gösterilerek:
İşte yalanlamakta, olduğunuz ateş!» deniliyor.
Sonra tahrir üslûbundan alay üslûbuna geçiyor:
Bu sihir mî, yoksa siz görmüyor musunuz?» Bu
ğözünüzl gördüğünüz sihir mi? Siz âyetlere ve bunların
başında Kur' an'a sihir diyordunuz. Bunlar sihir mi, yoksa
siz kör olmuştu nuz da gözünüzün önünde duran şeyi
göremiyor idiniz' Sonra siyak, emir ve takrire intikal
ediyor:
Oraya girin» ister sabredin, ister etmeyin, sizin için
birdir.» Bundan kurtuluş ve kaçış yok. «Ne yaptınızsa
306
onunla cezalanıyorsunuz.» Bu mukarrer bir cezadır.
Sebepleri vardır, değişmez,
Kur'an âdetine göre azap vp naîm birbiri yaiunda,
ekseriyetle karşılıklı (zıd-simetrik) olarak gösterilir. Önce
biri, sonra diğeri arz edilir. Siyak burada naîm sahnesin:
arz ediyor. Burada naîm maddî ve manevidir. Bunun
benzerleri önce anlatılmıştı. Yalnız burada bir yenilik
var, o da ant. babaya tabi olan iyi zürriyetin
zikredilmesidir. Bu, ne onların, ne bunların sevabından
bir şey eksiltmiyor. Bunlar onlara katılmakla onlarıa
derecesi azalmıyor.
Naîm evinde müttekilerin içecekleri kadehi ifade
eden yeni bir tabir dikkatimizi çekiyor. Onlar
Onun için niza ediyorlar» Halbuki rıza evinde niza
olmaz. Ancak bu niza, kavga değil, fazla sevinç ve
hoşnutluktan aralarında dolaşan müşterek kadehe
gösterdikleri meyli gösteriyor. Biri içiyor, ötekine veriyor,
içenler usanmıyor, yine içmek için büyük bir sevinç ve
iştah içinde bekliyorlar. Kadeh o kadar tatlı ki âdeta
kapışıyorlar. Ama bu kavga değil, ziyade muhabbet
ve safa. Sonsuz bir neşe ve sevgi. Keza bu kadehi
307
dolaştıran ğilman (genç hizmetçiler) de dikkatimizi
çekmektedir. Bu ğilman, naîm ehline aittir;
Çevrelerinde kendi ğulâmları dolaşır. Bunla?
,güzellikten ve korunmaktan dolayı »anki sakh inci
gibidirler.» Kadeh de:
Onda ne bir boş söz ve ne de günah işletme
(saçmalatma, azdırma) yoktur.» Dünya şarabını
içenler, boş sözler söyler, saçmalarlar. Günaha
yönelirler. Bu boş sözler ve günaha itme sanki içtikleri
kadehin kendisinde var gibi tasvir edilir. İşte cennet
kadehinde böyle boş söz ve günaha sokma yoktur. O
boş sözden, günahtan temiz. Tertemiz, dupduru!
Son sahne, yüksek tahtlara dayanarak doyurucu
güzel kadehlerle şarap içenler, nefis meyvalar yiyenler
arasındaki sohbet sahnesidir. Sohbet ve hatıraları
anlatma sahnesi:
Birbirlerine dönmüş, soruyorlar» Bugün safâsını u
nimetlerin sebeplerini soruyorlar sürdükleri
Dediler: Biz ailemizin içinde korkardık.» Bugünden
ve bunla olaylardan korkardık ve biz «Ailemizin iğinde»
inanıcılar İdik.» Allah da bize lütfetti ve bizi Semtim
azabından koruda.
308
falanlayacıların yaslandığı o azaptan:
Biz bundan önce O'na yalvarırdık. Şüphesiz O, iyi
ve çok merhametlidir.» işte bugün bu nimet içinde
bulunuşumuzun sırrı budur.
Bu sahne ile zevk tablosu tamam oluyor. Bütün
zevkler var bunda: His zevki, hatıra zevki, iç zevki, i^sı
Mülk Suresi m
1 - «Rablarmı inkâr edenler için cehennem azabı
vardır. Ne kötü bir âkibettir o! Oraya atıldıkları zaman
onun bir öfkeli homurtusunu işitirler, kaynıyor, az daha
öfkeden pathyacak. Her topluluk, içine atıldıkça onun
bekçileri sordu: «Sİ ze bir uyarıcı gelmedi mi?» Dediler:
«Evet bize bîr uyarıcı geldi ama biz yalanladık ve Allah
hiçbir şey indirmedi, siz ap açık bir sapıklık içindesiniz
başka değil dedik.» Ve dediler ki: «Eğer biz işitseydik
veya düşünseydik bu saîr (cehennem) liklerin içinde
ohnazdık.» Günahlarını itiraf ettiler. O halde çılgın alevli
cehennem ashabı kahrolsun. Fakat görmediği halde
Rablarından korkanlar var ya işte onlar için bağış ve
büyük ecir vardır.»
2 - «Derler ki: Eğer doğru iseniz bu va'd ne zaman?
De ki: Bilgi ancak AHaVm yanındadır. Ben sadece
309
açık bir uyarıcıyım. Onu yakın gördükleri zaman inkâr
edenlerin yüzleri kötüleşti. Ve işte sizin çağırdığınız şey
budur dendi»
Teşhis, tasvir çeşitlerinden biridir. Tabloya canlılık
verir, camid eşyaya ve hatıralara insan, şahsiyeti
varerek hisse daha iyi nüfuz etmesini, ruhu daha güzel
etkilemesini temia eder. Bu sahnede cehennem,
hareket eden bir canlıdır. İnkâr edenîei- ona atılıyorlar.
Kâbusa atıldıkları gibi. O da öfkeden patlar bir şekilde
bunları homurtu ile karşılıyor. İçi öfke dolu. Öyle ki
âdeta her tarafından kin fışkıracak gibi.
Bu kalbleri çarptıran, tüyleri ürperten bir sahnedir.
Onlar, kendilerini böyle homurtu ile karşılayan, kinden
âdeta patlar hale gelen bu kâbustan son derece
korkmuş iken bekçilerinin de her atılana herkese aynı
suali sorduklarını görüyoruz. Hepsine aynı suali
soruyorlar, çünkü hepsinin hali Tjirdir:
:Size bir uyarıcı gelmedi mi?» Buna zillet ve utanç
içinde cevap veriyorlar: «Evet! Bize bir uyarıcı geldi.
Fakat biz yalanladık.» Hattâ inkârda direndik, ona
hakaret de ettik:
310
Ailah hiçbir şey indirmedi, siz ancak açıkça
sapıldık içinde-' siniz, başka değil» ey uyarıcılar. Doğru
yol bizim yolumuzdur dedik. Sonra bakıyoruz ki itiraf ye
zillet dalgası devam ediyor, kendilerinden işitmeyi,
düşünmeyi de kaldırıyorlar:
Dediler: Ah eğer biz işitir ve düşünür olsaydık, Sair
ashabı arasında bulunmazdık.» Zira Saft-e, ancak
hidayet sözünü işiten kulağını ve insanı hakka götüren
akimi kaybeden gider. Başkası gitmez.
Günahlarını itiraf ettiler. Kahrolsun Saîr ashabı!»
Diğer tarafın haline Özetle işaret ediliyor:
Görmeden Rablarmdan korkanlar», işte «onlar için
mağfiret
ve büyük ecir vardır.»
2 - «İkinci sahne çeşit itibariyle garip bir şekilde
tamamlanıyor: Onlar âdetleri veçhile âhiret gününü
yalanlıyorlar ve şüphe ediyorlar:
Derler ki: Eğer doğrn iseniz bu va'd ne zaman?»
Cevap şu:
Bilgi ancak Allah'ın yanındadır.» Bu cevap
söylenirken öyle
311
hissediyoruz ki bu, ö ılann, o bilinen, günün
vukubulduğundan
habersiz bulundukları bir sırada söyleniyor ve
söylenir söylenmem onlar, birden cehennemi
kendilerine yakın görüyorlar. Şaşırıyorlar, soruyorlar
birbirlerine. Tabiatiyle bü tahyîldir.
Fakat söz akışı, sahneleri sür'atli bir şekilde
döndürerek fikri buna hazırlıyor:
:Onu kendilerine yakın gördüklerinde
küfredenlerin yüzleri kötüleşti.» Sanki kötülük yüzlere bir
atlıyor ve yüzler kotüle-şiveriyor, matlaşıyor:
İşte iddia ettiğiniz şey budur:» deniyor.
Sahnenin bu şekilde ani vukuu, histeki tesirini kat
kat artırır. Çünkü bu, hiç ummadıkları bir zamanda
başlarına geliyor» Hattâ onlar ne zaman .gelecek, ne
zaman olacak deyip dururlarken birden geliveriyor! isoı
Hakka Suresi
«Hakka. Nedir Hakka? No bildirdi sana Hakka
nedir? Semud ve Ad o Kari'ayı yalanladı. Bu yüzden
Seıaud, Tâğiye ile öldürüldüler. Ad ise dondurucu,
azgın bir fırtına ile. (Allah) unu, yedi gece sekiz gün,
köklerini kesmek üzere onlara musallat etti. Bir de o
312
kavmi o müddet zarfında jılolakalmis-lar, ve sanki içleri
kof hurma kütüklerine dönmüşler görürsün. Şimdi
onlardan bir kalıntı görebiliyor musun? Fir'avn ve
ondan öncekiler ve alt üst olmuş kasabalarda
oturanlar da o suç ile gelmişti. Rablarının
peygamberlerine isyan etmişlerdi. Bunun üzerine
Rablan onlan şiddeti artıkça artan bir şekilde yakaladı.
Su taştığı zaman, sizi süzülen gemide taşıdık ki bunu
size bir öğüt yapalım ve anlayışlı kulaklar bunu anlasın.
Sura bir üfürüş üfürüldüğü, Arz ve dağlar kaldırılıp bir
vuruşla birbirine çarpıldığı zaman, işte o gün o vakia
olmuştur ve gök yarılmış da o gün, porsumuş, sarkmıştır
«Melekler onun çevresindedirîer; o gün Rabbının
Arşını onların üstünde sekizi taşır. O gün huzura arz
edilirsiniz, sizden hiçbir şey gizli kalmaz.
«Kitabı sağından verilen der ki: «tşte alın, kitabımı
okuyun. Ben hesabıma kavuşacağımı sanmıştım.» O,
hoşnudedici bir yaşayış içindedir. Salkımları yakın
yüksek cennettedir. Geçmiş günlerde yaptığımız
amellere kargılık afiyetle yiyin,için.
«Kitabı solundan verilen ise der ki: «Ah keşM bana
bu kitabını verilmeseydt Keski ben bu hesabıma
313
ulaşraasaydim. Âh keski ölüm, işimi bitirmiş olsaydı.
Malım beni koruyamadı, kudretim elden gitti.», «Tutun
onu, bağlayın onu, sonra cehenneme yaslayın onu,
sonra yetmiş arşın boyunda bir zincire vurun onu. Zira o
büyük Allah'a inanmıyordu. Yoksulun yiyeceği ile
ilgilenmiyordu. Bugün onun için burada bir dost yoktur.
Kanlı irinden başka yiyecek yoktur, onu ancak günah¬
kârlar yer.»
al-Hâkka, kıyamettir. Bundan sonra Âd ve
Semud'un yalanlamasından bahsedileceğinden
dolayı bu kelimenin seçilmesi mana bakımından daha
güzel düşüyor. Onların yalanladığı kıyamet Hâkkadır.
Yani gerçekleşecek olan şeydir. İlâhî adaletin, hayır ve
şerre terettübeden cezanın tahakkuk edeceği bir
vakiadır. Biraz sonra izah edileceği.
Bu lâfzı seçmenin tasvir bakımından büyük hikmeti
vardır. Zira bu kelime, kendine has bir tona sahiptir. Bu
kelime, tıpkı büyük bir ağırlığı kaldırıp sonra yerine
bırakmağa benzer. Ha'nra, elifle yukarı çekilmesi
ağırlığı yukarı kaldırmak gibidir. Ondan sonraki şeddeli
kat ve kafa bağlı olan sakin tâ ağırlığın yerine
bırakılmasıdır. Ha, elifle yukarı kaldırılıyor, kafa vurunca
314
zak diye yerine oturuyor. Sonundaki durmayı temin
eden yuvarlak hâ ise ağırlığın iyice yerleştiğini göste¬
riyor. (Kur'an kelimelerinin ve cümlelerinin tonu,
manayı tasvir etmekte ve mananın hisse tesirinde
büyük rol oynar.) «al-Hâkka» kelimesi üzerinde
söyliyeceklerimiz bu kadardır. Şimdi ufuklarımızı daha
genişletip bütün siyaka bakalım:
Bu âyetlerde bütün hava korkutma, tervî, büyük
göstermedir. Bu şekildeki ifade hisse bir taraftan büyük
İlâhi' kudret şuurunu duyururken diğer taraftan da bu
kudrete Hîsbetle şu insan varlığının pek zayıf ve pek
cılız olduğunu siiîatır. Kelimeler, tonlanyle, manalariyle,
terkipteki hey'eti mecmuasiyle ve bütün terkibin
delaletiyle bu havayı yaratmağa vir etmeğe
iştirak.eder: Tek bir kelime ile başlıyor:
Nedir o Hakka?» Bu olayı idrak sahasından dışarı
çıkarmak ve olayı büyük zihinlerde büyütmek için
bir soru getiriyor: insanın kendi kendine tahmin edip
bunu bilemiyeceğini söylemek suretiyle olayın korku ve
dehşetini, muazzamlığını daha da artırıyor:
:Sana üe bildirdi o Hakka nedir?» Ve seni bu soru
ile baş başa bırakıyor, cevap vermiyor. Seni
315
anlamiyacağm ve anlamana imkân olmıyan korkunç
bir hal karşısında bırakıyor ki, bu muazzam olayın
korkusunu anhyasın, biraz düşünesin, bu güç yetmez
hal etrafında dolaşasin. :Semud ve Âd, Karîa'yı
yalanlamıştı!»
Sen al-Hâkka'yi bilmiyorsun, işte o, Kari'adırî Nasıl,
duyularının kapısını çalmağa başladı mı? Tesirini
duydun mu? Âd vs Semud bu Kari'ayı (bu kapı çalanı)
yalanlamıştı. Sonunda ne oldu?
Semud, Tağiye ile öldürüldüler. Âd ise dondurucu
azgın bir fırtına ile helak edildiler.» Tağıyenin tonunda,
manası gibi tuğ yan (azgınlık, örtme ve boğma) vardır,
ar-rîhu's-sarsaruıl-â-tiye de böyle bir tona sahiptir. Her
ikisi de Kari'adan daha hafif ama bunlar Karia'yı
kavramana yardım ediyorlar. Çünkü ikisi de Kari'a
cinsindendir. İşte Âd ve Semud'a bu dünyada böyle
hükmedilmiş, onlara bu Karia'nın bir parçası, bir cüz'
iyle azabedilmişti. al-Hâkka'yi tasvirden idrakin âciz
iseki âcizdir- o halde Sayha-i Tâğiye ve Rîlı-i Âtiye'yi
düşün. Bunlar da o Hâkka'nm küçük bir örneğidirler.
Bunların" isimleri ve vasıfları sana bir korku ve ürperti
316
verse de. Bir korku ki o körkuyu şü acaip tablo,
duyularına naklediyor:
Yedi gece sekiz gün süren, herşeyi altüst eden
şiddetli fırtma manzarası ve ona yakalanıp içi boş
hurma ağaçları gibi yıküan milletin manzarası. Bak işte
onları görüyorsun, tablo karşısında Kavmi onda Bor'a
görürsün.»
Onların bir kalıntısını görüyor musun?» Hayır! Hiçbir
kalıntı, hiçbir iz yok. O halde düşün, ibret al, hissin bu
korku ile dolsun, ruhun meçhul gaybe iman etmeğe
açılsın.
Sonra sana başka bir sahne daha. Belki bu al-
Hâkka'nin dehşetini, al-Kari'anm korkunçluğunu daha
iyi belirtir. Fir'avn ve ondan önce gelenler, malûm Lût
kavmi kasabaları o yanlış işi getirmişlerdi. Sanki o iş, alıp
getirilen görülür, tutulur bir cisim. îlr'avn ve ondan
öncekiler ve kasabalar o hatayı getirdiler.»
Günahı tutup getirdiler.
Rablannın resulüne isyan ettiler.» Bunlar bir tane
değil birkaç peygamberdir ama hepsi bir tek
peygamber mesabesindedir. Zira hepsi de bir tek
İlâhtan, bir tek risaleti getirmişlerdir.
317
Allah onları gittikçe artan bir şiddetle yakaladı.»
Burada ya kalama «râbiyedir.» Yani şiddeti artan bir
ya kalay ıştır. Tâğiye ile uyum teşkil etsin diye bu kelime
seçilmiştir. Azgınlık nasıl büyür, artarsa bu da Öyle
artıyor. İkisi de şiddetleniyor, artıyor, taşıyor,
mahvediyor. Manzaralardaki uyum, büyük tabloda da
vardır.
Madem ki korkunç tablolar, sahneler
anlatılmaktadır! halde tufan, bu sahnelere gayet
uygun düşer:
Biz, mı azdığı zaman sizi süzülen (gemi) de taşıdık.»
ki bu olay, gizin için ibret olsun, ondan öğüt alasınız,
anlıyan kulaklar bunu duysun, bellesin.
Şimdi artık mahdut olan beşer hissi, o Hâkka'nm
gayrı mahdut korkunçluğunu idrake hazırdır. Şimdi his,
bu azgın, artıcı; herşeyi altüst edici korkunç tabloları
seyretmeğe hazırlanmıştır. İşte zaman geldi, büyük
gösteri için herşey tamam. Perde açıldı:
Sur'a bir üfürüş üflendiği. Arz ve dağlar kaldırılıp
birbirine bir çarpıldığı zaman, işte o gün o vakia olmuş,
göiî yarılmış, o gün o, (pörsümüşj sarkmıştır.» Bütün bu
318
olayların cereyan ettiği büyük sahneye bakıyoruz, ne
görüyoruz?
Hakka, Karia, Tağiye, Âtiye, Râbiye, Dekke-i
vahîâe ve Vakia arasında çok bedö bir uyum
görüyoruz. Kelirairferde, tonlarda uyum, manzaralarda
uyum. Hepsi ayaklanan, ajan, herşeyi altüst eden bir
hali insanın göm önüne getiriyor. Bunlar insan ruhunu
genişlemesine ve derilemesine doiduruyor ve insanı ta
derinden sarsıp titretiyor.
Hiçbir sanatkâr ressam, yüksek azgın sayha,
Jıerşeyi altüst eden azgın tayfun, şiddeti gittikçe artan
kuvvetli yakalama, sularında gemilerin yürüdüğü azgın
tufan, korkunç tek nefha, un ufak eden tek çarpış ile
Vakıa vak'ası ve yarılmış sarkmış gök arasında bulunan
bu fevkalâde uyumdan daha güzel bir uyum
bulamaz. Bunlar hep aynı renkter., ayni hacimden,
ayni nağmeden şeylerdir. Hepsi o büyük tabloyu mey¬
dana getiriyor. Kur'an'in istediği o genel hüdâyı
resmediyor.
Bir an için fırtına diner, sükûn avdet eder gibi
oluyor. Heybetli ve sakin bir sahneyi başlatmak için bu
aükûn gerekmektedir. Yine korku var ama durgun,
319
sakin bir korku. Kalkan, kabaran, dalgalanan korku
dindikten sonra sakin korku sahnesi başlıyor:
Melekler onun cevresindedir. O gün Rabbuun
Ardını onların üstünde sekiz (melek) taşır. O gün arz
edilirsiniz, sizden hiç birşey gizli kalmaz.»
işte biz, ahzı seyrediyoruz. îslâmın en çok tecrid ve
tenzih istediği ülûhiyyet zat ve sıfatına dair yerde bile o
arz, hayalî olarak tecsîm edilmiştir. Maksad, o manayı
güzel kav-ramaınızdir. İslâm burada tecrid ister fakat
hissi nyarmak, vicdanı etkilemek için tasvirî ifade
burada tecsîm metodunu seçer.
Burada gök yarılmıştır, porsumuş» sarkmıştır. Bu
büyük İlâhî gösteride melekler semanın etrafına
dağıtılmıştır. Burada Arş-Rabbın Arşı-, hepsini azîm bir
vakar içinde gölgeliyor, bunu taşıyıcıları taşımaktadır ki
bunlar sekiz tanedir. Sekiz melek veya sekiz saf melek.
Semâniye'deki musikî tonu bütün fasılaların toniyle
ahenklidir. Burada kasdedilen, asıl sayı değildir.
Sahnenin uyumunu temiri etmek ve sayılanların çok¬
luğunu belirtmek için sekiz adedi zikredilmiştir. Bu sayı,
gerçek sekiz değil, çokluk ifade eden bir kelimedir.
Burası hüküm meclisidir. Kalabalık tamam, salon doldu.
320
Gösteri başlasın. Bu büyük kalabalık içinde dışta ve
içte hiçbir gizlinin kalmıyaca-ğı herşeyin meydana
çıkacağı gösteri.
Mücessem arzı tamamlamak için gösterilenler
bölümlere ayrılıyor. Orada sağdan verilen bir kitap var,
soldan verilen bir kitap var.
Kitabı sağından verilen İmse» sevinç ve
iftiharından o geniş sahneye sığamaz oluyor:
Diyor: Ha işte kitabımı okuyun». Kari'adan çok
korktuğumdan dolayı «Hesabımla karşılaşacağımı
(hesaba çekileceğimi) sanmıştım». Birden baktım ki
gufran ve nimetle karşılaştım. Sonra bu güzel
armağaniyle mesut arkadaşımızın hali, bütün
seyircilere gösteriliyor:
O, lıosmuledici bir geçim içerisindedir. Salkımları
yakın sek bir cennette.» Bu maddî nimetin yanmda
manevî ikn da nail oluyor. îşte yücelerden şunu
duyuyoruz:
Geniş günlerde yaptığınız amellere karşılık yeyin,
için.» Güzel amellerinizle siz bu ikramı hak ettiniz.
Sahanın'diğer taraf ma bakıyoruz. Kitabı solundan
verile nin halini görelim diye. Bakıyoruz ki: Adamcağızı
321
hasret kaplamış, sırtına pişmanlık binmiş. Perişan, bitkin.
Şimdi kulak verelim', nasıl yakınıyor, nasıl dövünüyor.
Sanki sahnede ondan bışka kimse yok. Bütün hareket
durdu. Yalnız o çırpınıyor:
Ah keski bana kitabım verilmeseydi, hesabıma
yetişmeseydim. Ah keski ölüm herşeyi bitirmiş olsaydı,
ölseydim de buna görmeseydim. Malım bana hiçbir
fayda vermedi, kudretim elden gitti!» Fakat bu adam
ne sahneyi terk etmek istiyor, ne de bu yakınmadan
susmağa niyeti var. Ne olacak? Sahne böyle uzatılıyor
ki o halin tesiri insan ruhuna işlesin, insan bu acı
feryattan, etkilenip bu halden korunsun. Bu gaye
tamamlan-: diktan sonra reddedilemiyen yüce emri
duyuyoruz. Aman soluklarımızı tutalım, sessizce
dinliyelim:
Tutun onu, bağlayın ona. Sonra cehenneme
yaslayın onu. Sonra boyu yetmiş arşın olan zincire
vurun onu!» Burada her-şey mufassal, uzun anlatılmış.
Edebî güzellik, vicdanî tesir, din! gaye bunun böyle
olmasını gerektirir. Durumun uzaması, kasdedilen
gayeyi gayet güzel tasvir ediyor. Burada kelimelerin
tonu, ibarelerin ika'ı, boyu yetmiş arşın olan zincirle
322
sahneyi uzatmakta rol oynuyor. Bir arşın zincir de yeter
ama böyle herşeyi uzun göstermek, seyirciler önünde
sahneyi uzatıp onları etkilemek içindir. Sahnenin
uzaması da burada ayrı bir uyum teşkil eder.
Uzun pişmanlıktan, yakınmadan sonra yücelerden
ulvî emir sadir oluyor. Sadir olan reddedilmez bu yüce
emirle de iş bitmiyor, adamı azarlıyarak, başına
kakarak suçunu bütü seyircilerin gözü önüne seriyor;
O, büyük Allah'a inanmıyordu, fakirin yemeğiyle
ilgile yordu». Tutulup zincirlere vurulduktan sonra buna
ne ceza ve lecek acaba? Bunu arz sahasında
bulunan herkes öğrenecekti
Bugün onun için bir dost yok, ancak günahkârların
yiyeceği ğislin ısı den başka da yiyecek yoktur.» Bu
adam ğislin yiyerek bedenen muazzeb, dostsuz
bırakılarak ruhen muazzebdir. Cisim ve ruh
cehennemi, ikisi de tamam!
O büyük korku, o Hakka, Karia 'hakkında yakılan
bu canlı gösteriden sonra vicdanî etkilenme, zirvesine
ulaşıyor. Bu anda bütün ruhî menfezler tamamen
imana açılıyor. Öyle ohı-yör ki artık inandırmak için
te'kide, yemine hacet kalmıyor. : Gördüğünüze ve
323
görmediğinize yemin etmiyorum (Bu büyük şeylere
yemin etmiyorum, artık yemine hacet yok) ki o mu¬
hakkak kerim bir resulün sözüdür. O bir şairin sözü
değildir. Pek az inanıyorsunuz. O bir kahinin sözü de
değildir. Pek az Öğüt alıyorsunuz. Bu, âlemlerin.
Rabbinden indirilmedir.»
Bu harika sahne, kendinden sonraki gumanzaraya
zemin hazırlamaktadır: ısı
Mearic Suresini
1 - «Bir soran, kâfirler için vaki azabı Onu savan bir
kuvvet yoktur. Bu, yüksek dereceler sahibi Allah'tandır.
Melekler ve ruh (Vna süresi elli bin yıl çeken hür gönde
çıkar.
O gün gök, erimiş maden gibi olur.» Eridi,
siyahlandı. Mı Eriyen, ma'denlerin sıvı seklinde akması
halidir.
Dağlar da atılmış yün gibi» hafif, uçuşur haldedir.
Burada his korku ile dolmuş, fikir anvale olmuş,
kafa karmakarışık hale gelmiştir. Böylece üçüncü
sahne, bu' korku karşısında bulunan insanların
meydana getirdiği manzara başlıyor. Bu manzaraya
yer ve gök manzaraları da iştirak etmiştir. Beklendiği
324
gibi toplanmış olan bu insanlardan hiçbiri kendinden
başkasına hiç bakmıyor. Şuurunda kendinden başka¬
sını düşünebilecek en ufak bir nokta bulamıyor:
Bir dost, bir dostu sormuyor». O dehşet ve o korku,
aradaki bütün bağlan unutturmuş,' nefisleri kendi
derdine düşürmüştür. Bakıyor, birbirlerini görüyorlar
ama öyle bir haldedirler ki herkes kendi derdiyle
meşgul, herkesin içi kendi endişesiyle, kaygusiyle
doludur. Umum insanların hali böyle. Ya «suçlu» mm
hali nice olur? Korku onun hissini yakalıyor, dehşet onu
kendinden geçiriyor. O istiyor ki: «O günün azabından
kurtulmak için fidye versin». Kimi? Kendine insanların
en kıymetlisi, uğruna feda olduğu, onlar için savaştığı,
canını vermeğe hazır olduğu kimseleri «Oğullarını, eşini,
kardeşini, kendisini barındıran familyasını» fidye vermek
istiyor. Kurtulmağa olan şiddetli ihtiyacı, onu nefsinden
başka bir gey O halde biraz güzelce sabret. Onlar onu
nzak görüyorlar, biz ise onu yakın görüyoruz. O gün
gök, erimiş bir maden gibi olur. Dağlar atılmış elvan
yün gibi olur ve bir dost bir dostun halini soramaz.
Birbirlerine gösterilirler, suçlu o gün ister ki oğullarını,
eşini, kardeşini, kendisini barındıran familyasını ve
325
yeryüzünde bulunan herkesi o günün azabından
kurtulmak iğin fidye verse de kendini kurtarsa.
Amahayir! O deriyi kavuran, soyan salgın bir ateştir.
Sırtını dönüp giden, (mal) toplayıp kasaya yığanı
çağırın).
2 - «Bırak onları, vazedildikleri gün gelip catincaya
kadar dalsın, oynasınlar. O gün kabirlerden süVatle
çıkacaklar, dikmelere (putlara) gidiyorlarmış gibi
fırlayacaklar, gözleri dönmüş, kendilerini bir zillet
kaplamış vaziyette. îste dikleri gün budur.»
1- Birinci sahne, birkaç adımdan, yahut birbirini
taki-beden birkaç manzaradan meydana gelmiştir.
Birinci manzara, Allah'a çıkan melekler ve ruh
manzarasıdır. Siyak burada bu manzarayı tecsinı
ediyor. Çünkü Kur'an'ın metodu budur. Ne zaman
hisse hitabetmek, muhayyileyi coşturmak isterse
ekseriya tecsîm metodunu kullanır- Manzara, hayali
fevkalâde dolduran acaip bir manzaradır. Yer ile gök
arasında bulunan yüce feza manzarası. Bulâtif
yaratıklar oraya çıkıyorlar. Bizim dünyamızda
benzerlerini görmediğimiz, ancak içimizde belirsiz bir
şekilde tahayyül ettiğimiz mahlûkların, o yüce de-
326
recelere çıkışları, insan şuurunu, ruhî duygulan
uyandırıp heyecanlandıracak bir manzaradır.
Bu çıkış «Elli bin sene süresinde olan bir günde»
oluyor. Bugün, kıyamet günüdür. Bugün, oîaylariyle,
görünüşleriyle haddi zatında uzun olduğu gibi
kendinde hesaba çekilenlerin hislerüıde de uzun süren
bir gündür. Burada siyakta günün uzun oluşu,
meleklerin yüce Arş sahibine çıktığı zirve yüksekliğe de
uygun düşmektedir. Burada manâ ve tasvir havasının
birliği açıkça görülmektedir, düşünmiyen bir varlık
yapıyor. İstiyor ki bütün insanları versin de tek kendisini
kurtarsın!
Fakat bunların hiçbiri fayda vermiyor: Hayır! O
sargın, yakıp kavuran bir ateştir. Sırtını çevirip
giden ve mal toplayıp kasaya yığan insanı
çağırın). Burada siyak, ateşin korkunç bir manzarasını
çizmektedir Suçlu bu ateşle karşılaşınca bütün vücudu
titreşmeğe başlıyor. - Korkudan vücudunu bir ra'şa
kaplamış, uçuyor. Önce söylediğimiz gerçekleşmesi
mümkün olmıyan delilik kuruntularını besliyor.
O, yanan, alevlenen ateştin)
327
«Yüzlerden, başlardan derileri soyar.» Bu ateş
konuşan bir kâbustur. Yakıtlarının kendisine atılmasını
bekliyor. Hiç vazgeçmiyor. «Yüz çevirip gideni
çağırıyor». Kendine çağırıyor. Nasıl onlar daha önce
hidayete çağırılıyorlar idiyse, hidayete çağırılırken yüz
çevirip kaçıyor idilerse şimdi de ateş onları çağırıyor,
yüz çevirip kaçmak istiyorlar ama kaçamıyorlar. Ne
korkunç bir davet ki çağırılan, zelil, makhur icabet
etmekten başka bir şey yapamıyor. Ne kadar kaçmak,
kaytarmak istiyorsa da kaytaramiyor, buna muktedir
olamıyor!.
2 - ikinci sahne, mü'min ve kâfirlerin halini beyan
eden bir fasıladan sonra gelmektedir. Bu, daha önce
de benzerini gördüğümüz bir sahnedir. Ancak burada
ifadede biraz yenilik vardır. İşte kabirlerinden çıkanlar
koşuyorlar, taptıkları dikmelere gider gibi koşuyorlar. Bu
alay, onların dünyadaki halleriyle uyum teşkil
etmektedir. Onlar dünyada iken taptıkları heykellere
koşarlardı. Şimdi kıyamet gününde de öyle koşuyorlar
ama bununla onun arasında ne kadar fark var!
Ve şu sözle sahnede kafirlerin bütün çehreleri
meydana çıkıyor:
328
Gözleri dönmüş, kendilerini bir zillet kaplam
olarak» Bütün yüzlerim açıkça görüyoruz. Her de
kokuyorlar ama oyun oyuncağa, batıla dalmaya de-
gü, zillet ve hakaret, toz duman bürümeğe koşuyorlar
Dünyada sevmeleri, âhirette tebdil olunuyor, orada
rahat zken burada yüzlerini zillet ve duman bürümüş
Bu. onlara va'dedüen gündür. ısa
Nebe Suresi ı&ı
«Muhakkak ki o hüküm günü bir inikattır: O gön
Sur'a üflenir, bölük bölük gelirsiniz. Gök açılmış, kapılar
olmuş, dağlar yürütülmüş bir serabolmustur.»
«Muhakkak cehennem gözetleyiei, azgınlaruı
gidecek yer olmuştur. Orada devirlerce kalacaklar,
orada ne bir serinlik, ne de içki tadmıyacaklar, sadece
kaynar su ve irin (içecekler). (Bu, onlar için) uygun
cezadır. Çünkü onlar bir hesap ummazlar ve bizim
âyetlerimizi daima yalanlarlardı. Biz her şeyi bir kitapta
saymışızdir. Tadın, bugün size azaptan başka bir şey
arttıracak değiliz.»
«Şüphesiz müttekiler iğin bir kurtuluş vardır:
Bahçeler, üzümler, turunç sineli yaşıt kızlar, dolu dolu
329
kadehler. Orada ne boş söz, ne de yalan işitmezler.
Rabbından bol bir mükft sayısız ihsan.»
«Göklerin, yerin ve ikisi arasında bulunan herşeyin
Rabbi Rahman, O'nun huzurunda konuşamazlar. O
gün ruh ve melekler dizi dizi durur (lar) hiç
konuşamazlar. Ancak Rab-man'ın izin verdiği
(konuşur,) ve doğruyu söyler. İşte hak güa odur.
İsteyen Rabbine varan yolu tutar. Bise sizi yalan bir
azap ile uyardık. O gün kişi, ellerinin işleyip
gönderdiğine bakar ve kâfir: «Ah, keski toprak
olsaydım!» der.»
Bu sahneler, surenin başında iğin gelmiştir. Sure
şöyle başlar: bulunan bir soruya cevap
Neden soruyorlar, ihtilâf ettikleri o büyük
haberden mi?»
Sonra devam ediyor:
Hayır bilecekler, yine hayır bilecekler». Bu ifadede
bir tehdit kokusu vardır. Bunda şöyle bir manâ
mevcuttur: Onlar bilecekler ama bilmenin hiçbir fayda
vermediği bir zamanda bilecekler. O bilinen günü arz
etmezden önce, delil istiyene delil olsun da o günün
330
vaki olacağını anlasın diye kâfi derecede bazı hayat
sahneleri takdim ediyor:
Arzı bir beşik ve dağlan birer kazık yapmadık mı?
Sizi çift çift yaratmadık mı? Uykunuzu bir rahat
yapmadık mı? Geceyi bir elbise, gündüzü bir geçim
zampnı yapmadık mı? Üstünüzde yedi sağlam yapı
yapmadık mı? Alev alev yanan bir çıra yaratmadık
mı? Tane, bitki ve sarmaşdolaş bahçeler bitirelim diye
birbirini sıkıştıran (bulut) lardan şarıl sanl su indirmedik
mi?» Bu sahnelerin hepsi, Allah'ın kudretine, âhiret
gününün vukubulacağma delildir.
Sonra va'd yeri, buluşma yeri kıldığı hüküm günü
sahnelerini takdime başlamıştır. Sura üfleme sahnesini
arz etmiş, bırakmış, ki biz haşr sahasına bölük bölük
gelelim. Sonra göğe ve yere ait sahneleri göstermiştir.
Gök, Önce «Yedi sağlam yapı» iken, açılmış kapı kapı
olmuştur. Dağlar birer kazık, iken, yürütülmüş,
serabolmuştur. îgte manzara gözümüzün önünde:
Cehennem kâfirleri gözetliyor. Devamlı bir murakabe
ve bekleme içinde. Cehennem, zalimlerin gideceği ve
atılacağı yerdir. Onlar ebedî kalmak için buraya
atılıyorlar, görüp geçmek için değil. Burada bir
331
soğukluk, bir içecek yok onlara. Karınlan boğazlan
haşlıyan sıcak sudan da bin beter olan, yananların
vücutlarından akan İrinlerden başka bir gey yok. Bu,
onların amellerine uygun cezadır. Çünkü onlar hesap
gününü beklemiyorlardı, onu şiddetle yalanlıyorlardı.
Onlar böyte yalanlarken amelleri de inceden inceye
bir kitapta toplanmıştı.
Bu sahne sonunda onlara tevcih edilen bir azar
işitiyoruz ki bu, onların büsbütün ümitlerini kıran, bu
halin bir gün değişeceğine dair besledikleri arzulan
altüst eden İlâhî bitaptır:
Tadın, bugün sîze azaptan başka bir şey artıracak
değiliz.»
Sonra bunun karşısındaki sahneyi takdim ediyor:
Cennetteki müttekilerin sahnesini. Bundan önce de
bunun benzerleri geçmişti. Bunlar kurtuluyorlar,
bahçeleri, üzümleri, turunç sineli yaşıt hurî kızları, dolu
dolu kadehleri olur bunların. Cennette boş söz ve
yalan işitmezler. Bu da ince hesaptan sonra onlara
verilen âdil mükâfattır.
Daha sonra da bugünün bütün sahnelerinin
tamamlayıcısı olarak bir sahne takdim ediliyor: Bu
332
sahnede meleklerin ve ruhun, sıra halinde dizilip
ayakta durduğunu, o geniş arz sahasında hiç
konuşmadıklarını görüyoruz. Ancak Rahman'm izin
vardiği konuşuyor ve o da doğruyu söylüyor. Çünkü
onlar ne hususunda izinli iseler ancak ondan
konuşabilirler. Bu Allah'a yakın, günahlardan uzak
olanların durumu, işte böyledir. İzinsiz, hesapsız
konuşmazlar, susarlar. Bu hal, bütün havayı korku ve
heybetle, haşyetle dolduruyor ve bunu bütün alana
yayıyor. O halde herkesin, kendi ellerinin kazancına
bakıp cezasını bilmesi ve kâfirin de: «Ah, keski toprak
olsaydım» demesi garipsenecek bir şey değildir.
Tabiidir. Kâfirin kullandığı bu ifade, insanın derin
pişmanlığını açığa vurur. însan bugünde ister ki
tamamen yok olsun; unutulsun da tek şu şiddetli
durumla karşılaşmasın.^
Naziât Suresi Efil
1- «O daldırıp soyanlara, yavaşça çekenlere,
yüzüp züp gidenlere, derken yarışıp geçenlere, işi
çevirenlere andolsun ki o gün, altüst eden sarsıntı
sarsacak, peşinden onu takibedea sarsıntı gelecektir.
333
O gün yürekler kaygıdan oynar. Gözleri korkudan
donmuş kalmış.»
«Diyorlar İd: Biz mi çukurdan döndürüleceğiz? Biz
çürümüş, ufalanmış kemik olduktan sonra ha?»
Dediler; Öyle ise bu ziyanh bir dönüş!
«Fakat o, bir tek na'radan ibarettir. Hemen onlar
sahire dedirler. JS 21
2 - «O büyük Tâmme geldiği zaman, o insanın
neye koştuğunu anuyacağı, görenler için
cehennemin, açılıp gösterildiği gün; azan ve dünya
hayatını tercih edenin gideceği yer cehennemdir.
Rabbmın makamından korkup nefsi hevadan
menede-nin gideceği yer de cennettir.
3 - «Sana o saatten soruyorlar: Ne zaman demir
atacak diye. Xerde senden onu anlatmak? Onun
sonucu Rabbınadır. Sen ancak ondan korkanı
uyarıcısın. Onu gördükleri zaman sanki onlar (bu
dünyada) bir akşam ve bir kuşluk zamanından fazla
kalmamış gibi olurlar.»
Burada herşey sarsıyor, soluyor: İka', kelimeler,
suretler ve manalar. Burada herşey vuruyor, koşuyor,
tıpkı boğulmada ya da ızdırapta imiş gibi etsafındaki
334
şeylerden hiçbirisini anlamıyor. Hiçbirşeyin farkında
değil...
Sahneleriyle, ikaiyle siyakın bütün damgası budur.
Burada cüzler arasında ve genel sahnede tam bir
uyum vardır.
Nazi'at (soyanlar) Nâşitât (yavaşça çekenler),
sâbihat (yüzenler), sabikat (koşanlar), müdebbirât
(düzenliyenler). Bunlar nedir? İşi nedir bunların? Neden
bunlar böyle vuruyorlar, sarsıyorlar?... Bunlar
meleklerden bir grup, yahut herhangi yaratıklardan bir
grup, ya da herhangi bir şeyden bir gruptur. Birtakım
şeyler yapıyorlar, birtakım eserler meydana getiriyorlar.
Fakat bu yapılanlar pek acele, sür'at ve hareket
içinde olup bitiyor. Burada şöyle:
O gün altüst eden sarsıcı sarsar, peşinden ikinci
sarsıntı gelir.» «Bacife» birinci sayha,' «Râdife» de ikinci
sayha olabilir. Ne olursa olsun bütün bunlar, şu insan
yaratıklarının halini görebilmemiz için hazırlanmış
olağanüstü şeylerdir:
O gün bazı yürekler kaygıdan oynar, gözler
korkudan donar, sabitleşir.» Nasıl kalbler çarpmasın,
gözler korkudan donmasın ki biz uzakta
335
bulunduğumuz halde bu soluyan, çalkanan, îkaın ve
bu olağanüstü korkunç olayların tesiriyle kalblerimız
çarpmağa, şuurlarımız titremeğe başladı. Sarsıntı ve
çalkantı ile kaplı bir şuur, ruhumuza hakim oldu.
Vaziyetin, sarsıntı ile kaplı bulunduğu şu sırada
siyak, bugünü yalanhyanlan tehdide başlıyor ve
manzara karşısında gayet gülünç düşen şüpheci
sözlerini burada tekrar ediyor Onlar: «Diyorlar ki: Biz
çukurda tekrar diriltilip kaldırılacak mıyız? Bizler un ufak
kemikler olduktan sonra ha?!» Gömüldükleri çukurda
un ufak kemik haline geldikten sonra tekrar ora'dan
kaldırılacaklarını kabul etmiyorlar, bu hayata dönüşle
alay ediyorlar:
O halde bu, ziyanh bir dönüştür dediler.» îzen
kelimesi burada hayata geri dönmekle alay edildiğini
açıkça ifade etmektedir.
Onların kıyamet hakkındaki sözlerini kaydettikten
sonra bir saniye önce bulunduğumuz hale avdet
ediyor ve onların bu alaylı sorularına sert ve kesin bir
cevap veriyor:
336
O ancak bir zecreden ibarettir.» Burada sayha,
zecredir. Çünkü zecr, bu alaylı tabiatlere uygun düğ¬
mektedir:
Hemen onlar düz beyaz alandadırlar.» İşte böyle
birden bire, aniden ve zecreden sonra. Bütün hava,
çabukluk havasıdır. Hal, tamamen atılma, sarsılma,
patlama halidir.
Sonra tema devam edip Fir'avn ve Musa kıssasını
anlatıyor. İka' biraz yumuşuyor, sür'at biraz düşüyor,
Kıssadan sonra gök ve Arz sahnelerini ve kuvvet ve
kudrete delâlet eden manzaraları takdim ediyor: :Siz
mi kuvvetli yaratılmışsınız, yoksa gök mü? Onu bina
etti, semkini yükseltti, düzeltti, gecesini karanlık yaptı,
kuşluğunu çakardı (aydınlattı). Bundan sonra da Arzı
yuvarlattı, ondan suyunu ve otlağını çıkardı, dağlan
kazık gibi çaktı; size ve hayvanlarınıza geçim olsun
diye,»
Bütün bu sahnelerden hep kuvvet ve kudret
manasım anlıyoruz. Aynı zamanda kelimelerini
tonlarından ve kalıplarından da bu manayı
sezmekteyiz. Gökü bina etmekten semkini
yükseltmeye ve düzeltmeye kadar, geceyi örtüp
337
gündüzü açı-ağ çıkarmağa. Arzı yuvarlatıp dağları
kazık gibi çakmağa kadar hepsi İlâhî kudretin eseridir.
Bunlar, müteakiben zikredilecek kıyametin vasfına
uymaktadır. Burada kıyamet için «at-Tâmmetu'l-kubrâ»
vasfı seçilmiştir. at-Tâmme, ses toniyle manasını çizen
bir kelimedir. Kıyamet, herşeyin üstüne çıkıyor, yayılıyor,
azıyor, yapılmış gökün, yuvarlatılmış Arzın, çakılmış
dağların, karartılmış gecenin, karanlıktan çıkartılmış
gündüzün, hasılı hepsinin üzerini Örtüyor kıyamet.
Sayılan bu varlıklardan sonra at-Tâmme geliyor ki o,
hepsinin üstüne çıksın, bunun sahnesi, diğer bütün
sahneleri kaplayıp örtsün!
Tâmme-i kübrâ gününde cehennem, görenler için
çıkarılıp gösteriliyor. Burada herşey şiddetli, açıktır
:Ama azan kimse» - burada azmak sahnenin temasına
uyar Cehîmdir (onun için) gidecek yer.
Rabbmm makamından korkan» burada da korku
siyaka (temaya) uygun düşmektedir
Cennettir (onun için) gidecek yer.»
Bu anda vicdana büyük korku hakim olmakta,
siyak, kıyametten şüphelenip Peygambere «ne zaman
demir atması» diye soranlara dönmektedir. Cevap:
338
Sen nerede, onu anlatmak nerede?» Bu senin
yapacağın iş değildir. Sen onun vaktim, limanını tayin
edemezsin. (Mursâhâ kelimesi engin tâmmeyi
hatırlatıyor. Tâmme, yani kıyamet sanki deniz ve saat
de onun limanında demir atıyor.) Sen, ancak korkan
kimseyi uyarıcısın. Onun sonu Rabbm indindedir.
Herşeyde, her kelimede bir korkutma, büyütme havası
var. Hattâ kelime sonlarındaki medli hâ da iri, uzun bir
ika'a sahiptir. Kıyamet onlara aniden geliyor:
Onlar onu gördükleri zaman sanki dünyada bir
akşam veya bir kuşluk zamanından, fazla kalmamış
gibi olurlar.» irilik, ânilikb birleşince iki korku yanyana
gelmekte ve baştan sona bütün tablonun havasına
uymaktadır.
İnfitar Suresi^
«Gök yarıldığı zaman, yıldızlar dağıldığı zaman,
denizler kaynatıldığı zaman, kabirler açıldığı zaman
herkes gönderdiğini ve geri bıraktığın! bilir.
«Ey İnsan, seni yaratan, düzenliyen, güzel yapan,
istediği şekilde terkibeden kerîm Kabbına karşı seni ne
"mağrur etti? Hayır, hayır siz dini yalanlıyorsunuz; oysa
339
üzerinizde kaydediciler, değerli kâtipler vardır,
yaptıklarınızı bilirler.
«Muhakkak ki iyiler muindedirler, tacirler
cehimdedirler. Din günü oraya yaslanırlar. Onlar
ondan kaybolmazlar. Din gönünün ne olduğunu sana
ne bildirdi? Yine din gününün un olduğunu sana ne
bildirdi? O gün kimse kimseye bir fayda sağkyamaz.
Ve o gün, emir, yalnız Allah'ındır.»
Yine o büyük gündeki korkunç tabiat sahnelerine
dönülmektedir. Gök parça parça yarılmış, yıldızlar
parçalanıp dağılmış, toz haline gelip savrulmuş,
denizler coşturulup kaynatılmış, kabirler eşilip içi
dağına getirilmiş. Gökte korku, yerde korku, tabiatta
şiddetli bir hareket ve sarsıntı. His bu manzaraların
saldığı dehşet ve korku ile dolup ruh pencereleri açı¬
lınca siyak bağlıyor öğüt ve ibret alması için vicdanı
uyarmağa
ÎEy insan, Kerîm Kabbma karşı seni ne mağrur
etti?» «Ey insan!» Beşerin en hassas özelliğiyle beşere
hitap. Bu özellik, insanlık özelliğidir. Bu öyle ince bir
hitap ki kalbleri titretiyor ve insana Rabbınin inayetini.
Yaratıcısının iyiliklerini hatırlatıyor. O Rab ki kendisini
340
yaratmış, güzel yaratmış, gayet ölçülü bir şekle sokmuş,
düzenlemiş ve dilediği şekilde onu terkib etmeğe
muktedir olmuştur. Onu başı boş bırakmamıştır.
Hareketlerini, attığı her adımı, çıkardığı her sesi
hesabeden kimseler koymuştur onun yanma.
Üzerinizde zaptediciler, kerîm yazıcılar vardır, her
yaptığınızı bilirler» ..;Bunlar iki bakımdan müessir olan
şeylerin teşkil ettiği bir sahnedir: Tabiata müessir olan
korkunç manzaralar ve insan ruhunun derinliklerine
müessir olan şeyler. Bunlar tamam olup ruh korku ile
dolunca siyak, tekrar ceza sahnelerini göstermeğe
başlıyor, tyiler nimet içindedirler; facir-ler
cehennemde. Sonra azap sahneleri ayrmftılariyle
anlatılıyor. Zira böylesi hisse-hele mükezzipierle beraber
olunca daha çok tesir eder. İşte Cehîm:
Din günü ona yaslanırlar ve onlar ondan
kaybolmazlar.» Sonra din gününü büyütmeğe,
korkusunu belirtmeğe dönüyor. Din gününün heybetini
büyütücü bir soru soruyor, daha sonra da onun büyük
özelliklerinden birini söylemek suretiyle o günü tavsif
ediyor:
341
:0 gün hiç kimse kimseye bir fayda sağhyamaz ve
o gün emir, yalnız Allah'ındır.» Din gününün sahibi
Allah'ındır emir. O'ndan: başka herkes âcizdir. 1^21
İnşikak Suresini
«Gök yanldığı ve Babbına boyun eğip haklı
görüldüğü (yarılması için izin aldığı) zaman! Yer
uzatıldığı ve içindekileri atıp boşaldığı ve Rabbına
inldyadedip haklı görüldüğü zaman. Ey insan, sen
Rabbine varmak için çalışır çabalarsın, nihayet Ona
kavuşursan. Kitabı sağından verilen, kolay bir hesap ile
muhasebe olunur ve ailesine sevinçle döner. Fakat ki¬
tabı arkasından verilen ise «ölüm, neredesin?!» diye
bağırır, ve kızgın ateşe yaslanır. Zira o ailesinde sevinçli
îdi Hiç düş-miyecek zannetmişti. Ama hayır, Kabbi onu
gözetiyordu.»
Sahne göğün, yarılmasını, yerin bir çukur ve
tümsek kal-mıyacak şekilde düzlenişini tasvir ediyor. Bu
sahne, daha önce arz edilmiş olduğu gibidir. Benzeri
Önce geçmişti. Yalnız burada sahneye yenilik getiren
bazı özellikler, nüanslar vardır.
Burada gök yanlıyor, fakat yalnız maddî yarılma
olayiy-le kalmıyor, aynı zamanda Rabbine boyun
342
eğiyor, dizginini O'na teslim ediyor, yarılması için
Rabbinân iznini alıyor. Arz da böyle. Düzeliyor, dağları,
çukurları gidiyor, içindeki cisimleri ve saireyi atıyor,
boşalıyor. Fakat sevk ve idaresini Rabbine teslim
ediyor, boşalması için O'nun iznine nail oluyor. Sanki
uzun zamandaberi yüklemiş olduğu emanetini teslim
ediyor ve sonjunda kendini ondan, omun
mesuliyetinden kurtarıyor.
Durum teslim olma, boyun eğme ve sahibine
teslim edinceye kadar taşıması, tabiatı yoran emaneti
Ödeme durumudur. Bu tema, kıyamet sahnesinde
bulunan insanın haline uyar:
Ey İnsan, sen Rabbine kavuşmak için çalışır
çabalarsın, sonunda O'na kavuşursun,» insan da böyle
meşakkatler yüklenir, zahmet çeker çalışır ki sonunda
Rabbine kavuşsun. Gök ve yer nasıl Rabbine kavuşursa
insan da öyle kavuşmak, O' nun huzurunda yükünü
bırakıp rahat etmek, O'ndan karşılık görmek ister:
Kitabı sağmdan verilen, kolay bir hesaba tabi
tutulacaktır.» Bunu önceki sahnelerde de öğrenmiştik.
Burada şunu ilâve ediyor:
343
Ehlme sevinçli olarak döner.» Nasıl insan bir iyi
şeye, bir mükafata kavuştuğu zaman evine sevinçli
dönerse bu da öyle. Ehli evde onun halini merak
ederler. Zira kitabı arkasından verilen, dünyada ehli
içinde sevinçli idi. O adam Allah'a dönmıyeceğini
sanırdı. Halbuki burada cehenneme giriyor. Ötekinin
ailesi de bunun halini gördüklerinden kendisini merak
ediyorlar. Fakat o sevinçli geliyor. Kitabı sağından
verilen kimsenin âhirette bir ehli bulunması ve onun,
onlara sevinçli dönmesi; kitabı solundan verilenin,
dünyada sevinçli döndüğü ailesi ile gayet uyumlu,
mütenasip düşmektedir. Birinin ailesi dünyadadır,
dünyada onlara sevinçli dönüyor ama âhirette sevinçli
döneceği bir ailesi yoktur. Buna mukabil ötekinin de
âhirette bir ailesi var. Kurtuluşunu öğrenince ailesine
sevinçli dönüyor. Ne kadar güzel bir karşılaştırma!
Rum Sürest
1- «O saat koptağu gün suçlular umutsuz
kalıverirler. Koştukları ortaklardan kendilerine
şefaatçiler olmaz ve ortaklarını inkâr ederler. O saat
koptağu gnn,işte o gün dağılırlar. Ama inanıp salih
ameller yapanlar, onlar bir bahçede ağırlanırlar. Fakat
344
inkâr edip âyetlerimizi ve âhiret mülakatını ya-
lanliyanlara gelince onlar, azap içinde hazır
bulundurulurlar.
2 - «O saat koptuğu zaman suçlular, bîr saatten
fazla
kalmadıklarına dair yemin ederler. İşte böyle
aldatılıp döndürülürlerdi. İlim ve iman verilenler dedi:
«Siz, Allah'ın kitabındaki ba's gününe kadar kaldınız.
İşte ba's günü. Fakat sîz bilmiyordunuz. O gün artık ne
zulmedenlere özürleri fayda verir ve ne de onlar
dinlenirler.»
1- Birinci sahne, suçlular sahnesi. Kıyamet saati
aniden onları bastırıyor, konuşmanın faydasız
olduğunu anh-yan umutsuzun susması gibi susuyorlar.
Boş yere çabalamanın hig yararı yok. Dünyada o
kadar ibadet ettikleri, yalvardık-ları putlardan da hiçbir
şefaatçi, iltimasçı, bulamıyorlar. Aksine taptıkları putlar
kendilerini inkâr ediyor, hattâ onların, kendileriyle bir
münasebeti olduğunu dahi şiddetle reddediyorlar.
Sonra insanlar iki zümreye ayrılıyor: İnananlar bir bah¬
çede ağırlanıyorlar. Ruhları, vücutları sevinç ve neş'e
içinde. Küfredenler ise zorla azaba götürülüyorlar.
345
2 - İkinci sahne suçlular şahnesidir. Yüne aniden
diriltiliyorlar, hisleri kendilerim aldatıyor. Bir saat yatıp
uyandıklarını sanıyorlar. Fakat burada
Kendilerine ilim ve iman verilenler» araya giriyorlar.
Sanki hakikati açıklamak vazifesi bunlara verilmiştir -
önceki bir sahnede geçtiği gibi- bunlar suçluların
cehaletlerini açıyorlar, onları uyarıyorlar, onlara
diyorlar ki: «cAndolsun ki siz, Allah ne kadar kalmanızı
dilemişse o kadar kaldınız, sonra bugün uyandınız. îşte
bu da sizin yalanladığınız ba's (tekrar dirilmejgünüdür!»
Ve bütün sahneyi bitiren bir ta'lik geliyor: «O gün artık
zulmedenlere ne mazeretleri fayda verir, ne de onlar
dinlenirler.»!^
Ankebot Suresi !^ı
«Cehennem onları kuşatmış iken azabın gelmesini
senden acele istiyorlar. O gün azap, onları üstlerinden,
ayaklarının altından örter ve der İd: Ettiğiniz ameli
tadın!
«İman edip salih amel işliyenleri, altlarından,
nehirler akan cennette köşklere konduranız, orada-
ebedî kalırlar. Çalışanların ücreti ne güzeldir!»
346
Burada sahne çok güzeldir. Bunun başka şekildeki
bir benzeti geçmişti. Şu kavim, cehennemin kendilerini
kuşattığı bir sırada Peygamberden, azabın acele
gelmesini istiyorlar. Onların görmediği bu manzarayı
biz bakıp görür gibi oluyoruz. Ve onların bu derin
gafletinden hayrete düşüyoruz: Durmuş azabın acele
gelmesini istiyorlar; oysa cehennem bu adamları
kuşatmıştır. Bütün sahnenin uyumunu temin için
âhirette o gelecek gündeki- bir azap tablosunu
gösteriyor. Bu azap onları üstlerinden ve ayaklarının
altından örtüyor. Bu, azabın her taraftan kuşatmasına
tasvir etmektedir. Bu azap yetmiyormuş gibi üstelik de
bir alay ve azar var: «Ettiğiniz ameli
tadın!»
iman edenleri de odalar, köşkler içine alıyor.
Kafirleri iehennemin sarmasınla mukabil, mü'minleri
cennetin kögkleri bağrına basıyor, ikisi de ihtiva, içe
alma, sarma ama bu nerede öteki nerede?
Cehennemdekilerin azap üstüne azar işitmelerine
mukabil bunlar tekrim ve taltif işitiyorlar:
347
Mutaffifin Suresi ı^sı
«Hayır! Facirlerin kitabı (yazısı) Siccîndedİr. Siccînra
ne olduğunu sana ne bildirdi? Yazümiş bir kitaptır. O
gün, ceza gününü yalanhyanlann vay haline! Onu
saldırgan, günahkârdan başkası yalanlamaz. Ona
âyetlerimiz okunduğu zaman: «Bu evvelkilerin
masalları» der. Hayır! Hayır, öyle değil, belki kazanıp
durdukları onların kalblerini paslandırıp körletmiştir.
Hayır! Onlar, Kahlarmdan perdelenmişlerdir. Sonra
onlar cehenneme gireceklerdir. Sonra da onlara: «îşte
yalanlayıp durduğunuz şey budur!» denilecektir.
«Hayır! İyilerin kitabı illiyyîndedir. Illiyyînln ne
olduğu" nu saua ne bildirdi? Yazılmış bir kitaptır.
Yaklaştırılanlar onu görürler, iyiler naîmdedirler.
Koltuklar üzerinde bakarlar. Yüzlerinde cennet
sevincini tanırsın. Onlara sonunda misk kokan mühürlü
halis beyaz şarâptan sunulur. İşte nefis şeyleri bulmak
için yarışanlar bunun için yarışsınlar. Onun katkısı
Tesnîmdendir. (İçileceği zaman içine tesnimden de
katılır. Tesnim karıştırılan ruh ile sadesinden nefis olur.
Tesnim, bir cennet çeşmesinin adıdır.) (Tesnim) öyle bir
çeşmedir İd ondan umukarrebler içerler.
348
«Suç isliyenler inananlara gülerlerdi Onların
yanlarından geçtikleri zaman da birbirlerine göz
kırparlardi. Evlerine döndükleri zaman da (müminlere
yaptıkları bn hareketleri söyler) eğlenirlerdi. Onları
gördükleri zaman: «Bunlar sapıklardım derlerdi. Halbuki
kendileri onların üzerine bekçi gönderilmemişlerdi.
«Bugün de iman edenler kâfirlerle alay ederler.
Tahtlar üzerinde (inkâr edenlere,) bakarlar:
«Kâfirler, yaptıklariyle sevaptandılar mı?»
ilk defa burada fâcirlerin kitabının ayrı bir yerde,
iyilerin kitabının ayrı bir yerde saklandığı ifade
edilmektedir. Fa-cirlerjn kitabı «Siccîn» dedir. Biz
Siccîn'in ne olduğunu ve nerede bulunduğunu
bilmiyoruz. Ancak Kur'an'da takibedilen karşılaştırma
(tekabül) metoduna dayanarak Siccîn'in, llliy-yîn
mukabili olduğunu anlıyoruz.
Sonra Rablerinden perdelenmiş olan, O'nu
göremiyen fa-cirleri görüyoruz. Allah'ı insan göremeziz^
fakat burada perde manevidir, cisim halinde
gösterilmiştir. Onlar başlarını kaldırıp Rablerine
bakamıyorlar, önce gördüğümüz gibi umutsuz olarak
başlarını öne eğmişler. Rableriyle kendileri arasına per-
349
de, çekilmiştir. Bu perde kazandıkları amelin tesiriyle
kalble-rine sinen perdedir. Bu pas, kalbleri hidayetten
perdelemekte, nuru kalblere göstermemektedir. O
halde âhirette Rablerinden perdelenmiş olmaları,
dünyadaki hareketlerine uygun bir ne-zadır. Bu,
sahneye uyum temin etmektedir.
iyileri de nimet içinde, tahtlar üzerinde etrafı
seyrederken görüyoruz. Yüzlerinde nimetin sevinci var,
bûîli. Yine ilk defa burada onlara: «Rahibin mahtûm:
mühürlü saf şarap» sunulduğunu, buna «Tesnîmden
yani mukarreblerin içeceği çeşmeden katıldığını»
öğreniyoruz. İlk defa burada Tesnîm zikrediliyor ve
bunun, mukarreblerin içtiği çeşme olduğunu anlıyoruz.
Yine burada her iki sahnede, mukarreblerin
yaşadığı büyük nimet sahnesiyle onların dünyada
kâfirlerden gördükleri alay sahnelerinde bir uzatma
vardır, iki sahne de bilhassa son sahne uzadıkça
sonundaki şu sözle belirtilen anî olayın tesiri
artmaktadır:
Bugün de iman edenler, kâfirlere gülerler. Tahtlar
üzerinde (onları) seyrederler.» Sonunda da mü'minlerle
alay edenlere li bir söz teveccüh ediyor:
350
Kâfirler yaptıklariyle sevaplandıiar mı?»
Hayır, sevaplanmadılar, mükâfat görmediler.
Gördüğümüz gibi onlar burada cehennemde
kıvranmaktadırlar! M
Bakara Suresi E2i
1- «Yakıtı insanlar ve taşlar olan, kâfirler için hazır¬
lanmış ateşten sakının.
«İnanıp iyi ameller işliyenleri müjdele: Kendileri için
altından nehirler akan cennetler var. Onlardan bir rızık
nzaJilan" dıkça: «Bu, bizim için Önceden mıhlandığımız
şey» derler. Ona birbirine benzer halde getirilirler (önce
yedikledne benzer vaziyettedir. Yoksa önce
yediklerinin aynı değildir.) Onlar için orada temiz
zevceler de vardır. Ve onlar orada ebedi ka¬
lacaklardır.»
2 - «Zalimler azabı gördükleri zaman, büiün
kuvvetin Allah'a ait bulunduğunu ve Allah'ın azabınm
şiddetli olduğunu bir buseydiler! Nitekim uyulanlar,
uyanlardan teberrî etmişler, azabı görmüşler ve
aralarında bağlar kesilmiştir. Uyanlar demişlerdir İd:
KeşM bizim için bir dönüş daha olsaydı da onlar nasıl
bizden el çektilerse biz de onlardan el çekseydik! İşte
351
böyle Allah onlara bütün amellerini, üzerlerine
hasretler halinde gösterir ve onlar ateşten çıkıcı
değillerdir!»
3 - «Allah'ın kitaptan indirdiğini gizliyenler ve onu
az bir paraya satanlar, işte onlar karınlarına ateşten
başka bir şey yemezler, kıyamet günü Allah onlarla
konuşmaz ve onları tezkiye etmez. Onlar için elîm bir
azap vardır.».
1- Birinci -âyette ateşin yeni bir tasviri mevcuttur.
Önceden biliyorduk- ki o ateşin yakıtı insanlardandır.
Baza insanlar, bazı tanrılar cehennemin odunudur.
Şimdi âyet, o ateşin, taşlardan da yakıtı olduğunu ve
insanların buna yakıt olmak bakımından taşlarla eşit
olduğunu söylüyor! Bu taşların ille tapılan tanı? olması
zaruri değildir. Her taşı cehennem yakıp yutuyor. Her
şeyi mahvediyor, insanlar ve taşlar onda müsavidir.
Burada cehennem ashabına hakaret vardır. Çünkü
onlar da taşlarla bir tutulmuştur, taş gibi kabul
edilmiştir.
Burada naîmin de yeni bir veçhesi vardır. Bu
naîmde mey-valar, görünüşte dünyadakilere benziyor.
352
Ama tadları başkadır. Bu nieyvadan mü'minlere
verilince
:Bu, daha Önce bize verilen nzıktır dediler» Belki
de bu benzeyiş ve ayrılışın kıymeti, umulmayan yerden
aniden verilen lezzetli sevindirici şeyin kıymetidir, insan
aniden böyle kıymetli bir şeyle karşılaşınca çok sevinir.
Cennet içinde nimetle-nen kimseler. Önceki nimetlere
benzer, fakat tadları tamamen ayrı nimetleri yiyip
sefasını sürünce bulundukları cennetin kadrini daha iyi
anlarlar. Sonra birbirine benzer nimetler arasında
farklar yaratmak da İlâhî kudretin eseridir. Görünüşler
benzer iken çeşitlerin başka oluşu, Allah'ın harika
sanatını gösterir.
2 - ikinci sahne tabilerle metbu'larm halini tasvir
etmektedir. Bu, daha Önce de gösterilmişti. Yalnız
buradaki tafsilât değişiktir. Burada bunlarla'onlar
arasında konuşma yok Yalnız uyulanlar, uyanlardan el
çekiyor, ötekiler de bunlardan lefret ediyor ve
öfkeden diş gıcırdatıyorlar. İçlerinde dolup taşan tek
bir arzunun tahakkuku için dünyaya dönmeyi temenni
ediyorlar. Dönmek istiyorlar ki bu defa onlardan uzak
dursunlar:
353
Âh bizim için bir dönüş olsaydı da biz de onlardan
uzak ’dur-saythk!» Tanrılarına karşı içleri kin ve nefretle
dolu. Ama bunlar hep boş, hep hasret:
Onlar ateşten çıkacak değillerdir.»
3 - Üçüncü âyet, maddî ve manevi azabın ilk
defa yen bir çeşidini gösterir. Allah'ın âyetlerini az
paraya satanlar
:Karuilanna ancak ateş yiyorlar.» Cidden onların
ateş yediklerini, karınlarının ateşle dolup kalmasını
gösteren sahne, harika bir sahnedir. Âhirette onlar,
kendi başlarına bırakılmış, ihmal edilmişlerdir. Allah ne
onlarla konuşuyor, ne de onları tezkiye ediyor. Ne
aşağılaştıran acı bir azap! Bu, maddî azaptan ziyade
ruhî azaptır. Hatıraları bulandırmaktan, ruhları ızdırana
sokmaktan geri kalmayan ruhî bir azap. JZ3i
Âl-Î İmran Suresi
1- «O her nefis yaptığı her iyiyi ve yaptığı her kö¬
tüyü hazır bulur, onunla kendisi arasında uzak bîr
mesafe olsaydı ister.
2 - «Onlar ki Allah'a verdikleri sözü ve yeminlerini az
bir paraya salarlar, iste onların âhirette bir nasibi
yoktur. Ve Allan kıyamet günü ne onlarla konuşacak,
354
ne onlara bakacak venede onları tezkiye edecektir.
Onlar için elim bir azap vardır.
3 - «İşte onların cezası: Allah'ın, meleklerin ve
bütün msanlarm laneti onlar üzerinedir. Orada
ebedidirler. Ne onlardan azap hafifletilir, ne de onlara
mühlet verilir.
4 - «O gün bazı yüzler beyazlanır ve bazı yüzler
kararır. Yüzleri kararanlara gelince: «İnandıktan sonra
İnkâr mı ettiniz? Öyle ise inkârınıza karşılık azabı tadın!»'
Yüzleri beyaz-îananlar İse Allah'ın rahmetindedirler.
Onlar orada ebedî kalacaklardır.
5 - «Allah'ın, lûtfiyle kendilerine verdiklerinde
cimrilik edenler, onu kendilerine hayırlı sanmasınlar,
bilâkis bu onlar için şerlidir. Cimrilik ettikleri şey, kıyamet
günü boyunlarına aifceştea halka olarak takılacaktır.
6 - «Her nefis, ölümün tadını tadacaktır. Kıyamet
günü ecirleriniz size bol bol verilir. Kim ateşten
uzaklaştırılıp cen" nete sokulursa o kurtulmuş olur.»
1- Birinci sahne, hayalî tecsîmden doğan ruhî
gölgelerden, meydana gelmiştir, İşte nefis sahipleri
şurada. Kıyamet günü'bakıyorlar veya görülüyorlar.
Dünyada amel edenin yaptığı hayır ve ger birlikte
355
getirilmiştir. Hayır ve şer, getirilebilen maddî bir cisim
gibi telâkki edilmektedir. Yaptığiyle öyle bir halde
karşılaşıyor ki kaçmağa imkân yok. İnkâra mecal yok.
Zira yaptıkları karşısında duruyor. Bu hal bize şöyle bir
tablo çizmektedir. Nefis, aslında yaptığından şiddetle
nefret etmekte, onunla kendisi arasında uzun mesafe
bulunmasını isj temektedir. Şu birkaç kelime içinde
sıkıntı, keder, korku ve sonu olmayan bir temenni
çizilmektedir. Büyük bir umutsuzluk, büyük bir üzüntü
kaplamış insanı.
2 - ikinci sahne, söz verip sözünde durmıyanlarm
ve onu az paraya satanların halini tasvir eder. İhmal,
küçük düşürme, hakaret etme sahnesi. Bunun benzeri
biraz önce geçmişti. Yalnız önce geçen, burada
aynen tekrar edilmez, arada değişiklik vardır. O
sahnede ihmal ve küçük düşürme şu şekilde idi: Allah
onlarla konuşmaz, onları tezkiye etmez. Burada onlar
buna da nail olamıyorlar. Kendilerine zerre kadar
önem verilimi-, yor. Kendileri Allah, ile olan ahidlerini
bozup onu az bir paraya satmışlar mıydı? O halde
onlar ihtikara ve küçük düşürülmeğe, ihmale lâyiktirlerî
356
3 - Üçüncü sahne, bundan önce hiç geçmiyen bir
azap çeşidini tasvir etmektedir. Burada azap, ateşle
değil, Zekkum ağaciyle de değil, karınlarda kaynar su
gibi kaynayan erimiş madenle, irinle, susamış develerin
içmesi gibi içecekleri sıcak su ile bunların hiçbirisiyle
değildir. Buradaki azap başka türlüdür. Bu azap,
bedenlerden ve karınlardan çok ruhların ve kalblerin
duyacağı bir azaptır. Bu, Allah'ın, meleklerin ve bütün
insanların lanetidir.
Bu lanetlerden yalnız biri insanın bütün hayatını
karartmağa ve onu işkenceye boğmaya yeter. Hattâ
insanlardan yalnız bir neslin laneti bir insana dökülse
onun hayatım cehennem yapmağa kafidir. Ya Allah'ın
laneti, meleklerin laneti ve. bütün insanların laneti bir
araya gelirse ne olur?
Bu dayanılmaz bir azaptır. Böyle bir azabı, tesiri
ebedî, ertelenmez şeklinde tavsif etmek elbette
münasiptir:
:Azap onlardan hafifletilmez ve onlara.mühlet de
verilmez.»
4 - Dörd.üncü sahnede acaip bir manzara
görüyoruz. Kararmış ve ağarmış yüzler görüyoruz. Tabii
357
bu anda kararmış yüzler kimlerin, ağarmış yüzler
kimlerin olduğunu bilmemiz icabeder. Nitekim biliyoruz.
Bu, görülür, maddî bir sahnedir. Fakat ruhî bir
etkilenmeden gelmektedir, içteki etki yüzlere vurmuş,
kimisi ağarmış, kimisi kararmıştır. Bu hal, bunların ve
onların ruhlarında kaynayıp coşan duyguyu tasvire
kâfidir ama bununla bırakılmıyorlar:
Yüzleri karararanlara gelince: «inkârınıza karşılık
azabı tamdın.» Yüzleri ağaranlar ise Allah'ın
rahmetlidedirler. Onlar orada ebedî kalacaklardır.»
Bu sözler, azap ve nimeti arttırmaktadır. Azabın
üstüne tahkir, nimetin üstüne tekrîm.
5 - Beşinci sahne de çok güzel bir sahnedir. Şunlar
bir millet ki Allah'ın, dünyada lûtfiyle kendilerine verdiği
nzık, mal ve eşyada cimrilik göstermişler, kendilerini
kurtulur sanmışlar. Sonra kıyamet gününe gelmişler, bir
de bakmışlar ki ne baksınlar, cimrilik ettikleri şey
karşılarında cisimlenmiş duruyor. Demir halkalar olmuş,
boyunlarına vuruluyor. Korkudan insanın soluğunu
tıkayan demir halkalar. Artık başka halkalara lüzum
yok. Bunlar halkalarını kendi evlerinden, kendi
mallarından, cimrilik edip tuttu klan şeylerden
358
getirmişler. Şüphesiz bu yeni bir ikap, korkunç bir
sahnedir!
6 - Altıncı sahne, azabın kuvvetini çizmektedir.
Doğrudan doğruya ve açıktan azabı tasvir etmiyor,
fakat kullandığı kelimelerin attığı belirli gölgeler, içte
korkunç bir duygu meydana getiriyor:
«Kim ateşten uzaklaştınliır ve cennete sokulursa o
kurtulmuştur.» Demek ki her fert, ateşe düşme tehlikesi
içindedir. Ondan, biraz öteye geçebilmek için şiddetli
bir çalışma zorundadır. Zuhzih çalışması. Zuhzih, ağır ve
zorlu bir harekettir. «Zuhziha» kelimesinin sesi, manasını
çizmektedir. Kimin bu ağır, zorlu çalışmadan sonra
kurtuluşu tamamlanırsa o kurtulmuştur, insanı kendine
cezbeden tehlike mıntıkasından kurtulmak için insan,
şiddetli bir çalışmaya muhtaç bulunduğu vahim
tehlikeden kurtulur, cennete girer. Ateşin çekim kuv¬
vetinden kurtulunca cennetin çekimine girer, oraya
dahil olur! Cennetten uzaklaşmanın, cennete girmenin
ağır bir hareket olduğunu çizen bir-sahne. İnsan
hissinde bunun tehlikeli ve zorlu bir çahgma olduğu,
cehennemin herkesi gözetleyip durduğu, bundan
ancak kuvvetli bir cehd üe, mücadele ve-mü-cahede
359
ile, insana yardım eden kendi gücünün üstünde bir
kuvvetin yardımiyle kurtulmanın mümkün olabileceği
düşüncesi yerleşiyor. ızsı
Ahzâb Suresi E*ı
«O gün yüzleri eehennemde çevrilir, derler İd:
«Keski biz Allah'a itaat etseydik ve Resule itaat
etseydik!» ve dediler: «Rabbımiz, biz ululanınız ve
büyüklerimize itaat ettik de bizi yoldan sapıttılar.
Rabbımiz onlara iki kat azap ver ve onlara çok büyük
lanet et.»
Daha önce yüzlerin ateşe kapatılmasını, suçluların
cehenneme yuvarlanıp yüz üstü atege düğmelerini
görmüştük. Burada da. başka bir manzara görüyoruz:
Yüzlerin ateşte çevrilmesi manzarası. Çevirmeğe hacet
yok, zaten ateş yüzü her taraftan sarmıştır. Ama bu
daha korkunç bir haldir. Yüzün her tarafına ateşin
ulaşmasına, nüfuz etmesine dikkat edildiğini gösterir bu
ifade. Bu hale maruz kalan kâfirlerin hasret ve
nedametle hor ve zelîl, yalvararak: «Keski Allah'a itaat
etseydik, Keski Resule itaat etseydik» demelerini
duymamız gayet tabiidir. Elbette böyle
sulanacaklardır. Sonra kendilerini bu hale sokan
360
kimselere karşı acı bir kin ve nefret saçan bir yakarış
yükseliyor bunlardan:
Dediler: Rabbimiz, biz ulularımıza ve büyüklerimize
itaat ettik, bizi yoldan sapıttılar. Kabbimiz onlara ilâ kat
azap ver ve onlara çok büyük lanet et.»ızzı
Nisa Sukesı ızaı
1- «Her ümmetten bir sahid ve seni de bunlara
şahîd getirdiğimiz zaman nasıl, O gün küfredenler ve
Resule isyan edenler isterler ki yer üzerlerine örtülse,
dümdüz belirsiz olsa. Ve Allah'tan bir söz gizliyemezler.
2 - «Bizim âyetlerimizi inkâr edenleri yakında bir
ateşe yashyacağız, derileri pişip olgunlaştıkça onlara
azabı «îman edip saüh ameller işliyenleri altlarından
nehirler^ akan cennetlere sokacağız. Orada ebedî
kalacaklardır. Onları için orada temiz zevceler vardır.
Ve onları en koyu bu gölgeye' sokacağız.
3 - «Kim Allah'a ve Resule itaat ederse onlar,
Allah'ın nimetine m&zhar kıldığı peygamberler,
sıddîkler, şehîdler salihlerle beraberdir. Onlar ne iyi
arkadaştırlar!»
4 - «Münafıklar, ateşin en aşağı tabakasındadirlar.
Onlar için bir yardımcı bulamazsın.»
361
1- Birinci sahnede kahredici yüzüstü kalma,
Öldürücü bir utanç duygusu gayet derin çizgilerle
çizilmektedir. Bütün sanıklar getirilmişler-, şahidler hazır,
her resul kalkmış kavminin ne yaptığma şehadet
ediyor. Büyük mahkeme kurulmuş Bu anda «inkâr edip
Kesule isyan edenler yerin dibine geçmek isterler.»
Yerin dibine geçmeyi istemek tabiri, utanç ve haca-
Ictin on beliğ ifadesidir. Başka hiçbir tabir, bu hali
bunun kadar güzel anlatamaz. İfadenin güzelliği ve
onun saldığı nefsî ve şuurî gölgelerin derinliği, bu halde
insanın içindeki utanma duygusunu düşündürmesi...
Evet sadece iki kelimenin anlattı ğı derin manayı
terceme edebilmek için başka ta'bir bulami yorum. Bu
kadar gölgesiyle bu kısa tabir bana:
O gün herkesin kendini (başkasından) alıkoyan bir
işi var ılır.» Kavli kerimindeki tabloyu hatırlatıyor. Her ikisi
de o korkunç günde duyulan katıksız ruhî korkuyu tasvir
etmekte eşsizdir. Bu, o günün korkusunu tasvir eden
gökün yarılması, Arzın sarsılması, yıldızların dağılması,
güneşlerin paralanması gibi büyük tabiat âleminde
cereyan eden olayların dahi üstüne çıkar o korkuyu
tasvir etmekte. Buradaki korku, ruh âleminde yayılan
362
bir korkudur. Büyük tabiat korkusu ne kadar derin
olursa olsun ruh âlemini içten saran korku ondan daha
derindir, daha beliğdir. Zira biri dışarıdan içeriye tesir
edecektir. Halbuki öbürü zaten içten doğmaktadır,
ruhu sarmıştır. Bütün bunlar sadece üç veya dört
kelimenin içindedir. Bu üç dört kelime, bir yığın tablolar
gölgeler yaym aktadır.
2 - İkinci sahne, maddî azabı anlatan uzun bir
sahnedir. Kelimeleri çok değil, fakat uzunluğu
tekrardan alır:»
Derileri piştikçe azabı tadsmlar diye onlara ı>a5w
ileriler verirk.» Bu Kur'an'da gösterilen manzaraların
uzatılması için
kullanılan bir usuldür. |a ;Ne zaman» kelimesi
burada hayale korkunç sahnenin tekrar edildiğini
düşündürür. Hayal sahnenin tekrarını ister. Korku ve
dehşet arttıkça hayal daha çok tekrarım arzu eder.
Dehşetli korku da hissi, muhayyel manzaraya şiddetle
bağlar ve onu sahne önünde hareketsiz bir şekilde
durdurur. Ta siyak onu oradan alıp altlarından nehirler
akan cennetlerde, gölgelik altında bulunan
mü'minlerin sahnesine getirinceye kadar. Derilerin pişip
363
kavrulmasına alevlerin coşup tasmasına mukabil
burada altlarından nehirler akan cennetler, gölgeler
var. Şiddetli azaptan, kavurma ve yakma
sahnelerinden sonra hisse serinlik, selâmet, rahatlık
sahnesi gösteriyor.
3 - Üçüncü sahne de yepyeni bir nimet sahnesidir.
Bu nimette halis ikram vardır. îkram burada
peygamberlere, şehidlere, salihlere arkadaş olmaktır,
însanın bunlarla beraber olması kâfidir «Onlar,
arkadaşlık bakımından ne iyidir.» Bu da güzel ruh,
yüksek duygu sahiplerine yaraşan bir nimettir. Yüksek
duygu sahipleri, edebî manevî-nimeti tercih ederler.
Maddî nimetlerin en üstününü dahi manevi nimete eş
tutmazlar, işte bu sahnede böyle bir manevi nimet
vardır.
4 - Dördüncü sahne, ilk defa münafıkları gösteren
bir sahnedir. Münafıkları «Ateşin en aşağı tabakasında»
gösteriyor. Maddî veya manevî ateşin en aşağı
tabakasında. Ta'bir, yüce tabakaların altında, ateşin
en aşağı derecesinde gizli bulunan azabın verdiği acı,
ağır duygu yanında ruhta ihtikar ve aşağılık
duygusunu da uyandırmaktadır!!! izsı
364
Zelzele Süresi ıaoı
«Yer sarsıldıkça sarsıldığı ve yer ağırlıklarını dışarıya
çi" kardığı ve insan «buna ne oluyor.9» dediği zaman,
işte o gün (yer) haberlerini söyler. Çünkü Kabbm ona
vahyetraiştir. O gün amelleri kendilerine gösterilsin diye
ayn ayrı çıkarlar: Kim zerrece hayır yapmışsa onu görür
ve kim zerrece şer yapmışsa onu görür.»
Bu sûre gerek düzeni, gerek sahneleri itibariyle
Mekkî surelere benzemektedir. Bu, Tekvîr, Infitar inşikak
ilh. Surelerindeki kıyamet sahneleri arasında mütalâa
edilebilir. Burada korku, tabiat olaylarında maddi,
insanın içinde hissidir.
Arz sarsıldıkça sarsılıyor ve içindeki ağırlıkları dışarı
çıkarıyor: İçinde gömülü cesedleri, madenleri,
gizlenmiş hâzineleri dışarı atıyor. İnsan bu alışılmadık
olay karşısında şaşalıyor, soruyor: Ona ne oluyor diye.
Neden sarsılıyor, çalkanıyor ve içindeki defineleri dışarı
atıyor?
Burada Arz, insana kendisinin sarsılmasından,
ağırlıklarını dışarı atmasından daha acaip bir sahne
gösteriyor. İşte şu bildiğimiz camid arz «Rabbının
vahyetmesîyle haberlerini söylüyor.» Bu arz değişmiş,
365
soru sorulan, cevap veren, herşeyi tedbir eden
Halikine itaat eden canlı bir şahsiyet olmuştur:
O gün amellerine gösterilsinler diye insanlar ayrı
ayrı çıkar" lar.» Fert fert dirilir, kalkarlar. Kendilerini saran
büyük korku, o büyük iş, birbirinden ayırmış onları.
Çıkmışlar ki: «Amel" lerine gösterilsinler.» İsteyerek
amellerini görsünler diye değil, zorla amellerini
görsünler onu görmek külfetini yüklensinler diye: Sonra
o ince tartı ameliyesi başlıyor. O ince mizan ki gerek
hayrın, gerek şerrin zerresi dahi onun kefelerini eğiyor:»
Kim zerrece hayır yapmışsa onu görüyor ve kim
A zerrece şer yapmışsa onu görüyor.»
Hadid Suresi ısa
1- «O gün mü'minleri görürsün ki nurları önlerinden
ve yanlarından koşuyor. «Bugün size müjdeniz,
altlarından ne" birler akan cennetlerdir. Orada ebedi
kalacaksınız.» Budur işte büyük kurtuluş. O gün münafık
erkekler ve münafık kadınlar, inananlara şöyle derler:
«Bize bakra da nurunuzdan iktibas edelim.» (onlara A
denir: «Arkanıza dönün de bir nur arayın.»'Onların
(münafıklarla mü'minlerin) aralarına kapılı bîr sur
vurulur. O surun içinde rahmet vardır, dışında onun
366
tarafından azap. Onlara seslenirler: «Biz de sizinle
beraber değû-miydik?» Derler id: «Evet! Ama siz kendi
nefislerinizi aldattınız. Beklediniz, şüphe ettiniz.
Kuruntular sizi aldattı, nihayet Allah'ın emri geldi ve
gurur sizi Allah'a karşı mağrur etti. Ba" gün artık ne
sîzden, ne de küfredenlerden fidye alınmaz. Yeriniz
ateştir. Odur sizin dostunuz. Ne kötü gidilecek yerdir o!»
2 - «Rabbinizden bir bağışlanmaya ve gökle yer
genişliği gibi olan, Allah'a ve Resulüne inananlar için
hazırlanmış bulunan bir cennete koşunuz.»
1- Burada birinci sahne özetiyle, tafsilâtiyle
tamamen yenidir. Bu sahne, muhteviyatı önce kuvvetli
resimlerle çizildikten, sonra canlı konuşmaların ihya
ettiği sahnelerdendir. Burada biz, harika bir manzara
görüyoruz: işte nıii'min erkek ve kadınlar. Görüyoruz
onları. Önlerinde ve yanlarında da güzel bir aydınlık
var. Bu, kendilerinden çıkıp önlerine ve yanlarına
vuran kedi urlarıdır. Bu sahne, cidden harika bir sah¬
nedir; Işıksız insan cisimleri ışık neşretmiş, aydınlatmış,
nur yapmış. Bu nur onlardan çıkıp uzanıyor, ve o insan
kendinden çıkan bu ışıkla önünü ve yanını görüyor. Arz
sahası da biz seyirciler de o nuru görüyoruz, bunun
367
yanında onlara yöneltilen şu mübarek tekrim ve tebşiri
de duyuyoruz:
Bugün size müjdeniz, altlarından nehirler akan
ebedî kal; ğıniz cennetlerdir. İşte büyük kurtuluş budur
bu.»
Fakat sahne, bu güzel, lâtif manzara ile bitmiyor.
O münafıklardan bir topluluk da var. Onlar da
dünyadaki âler gibi dalkavukluk ve gösteriş yapan
kimselerdir. Belki burada isteklerinde hareketlerinde
sadıktırlar:
Münafik erkek ye kadınlar o gün inananlara der
(ler) ki: ze bakm da nurunuzdan iktibas edelim.»
Mü'min ve mü'mi
lerin gözleri o tarafa çevrildikçe o lâtif, şeffaf nur
ışıldar. A münafıklar nasıl o nurdan iktibas edebilirler?
Onlar bü hayatlarını karanlık içinde geçirmiş
insanlardır. Şimdi bun* istifade edebilirler mi? Meçhul
bir ses, onlara şöyle diyor:
Arkamzâ dönün de nur arayın.» Anlaşılan bu ses,
onların d yada yaptıkları nifak, karanlıkta tuzak kurma
gibi şeyleri : tırlatarak onlarla alay eden bir sestir.:
Arkada bıraktığınız d yada yaptıklarınıza dönün.
368
Dönün, zira nur oradan ara Nurun kaynağı dünyada
yapılan işlerdir. Onun da zamanı g mistir artık. Dönün,
zira bugün nur aranacak gün değile Herhalde onlar,
kendileriyle alay edildiğini anlamıyorlar bi: geriye
dönüyorlar; Ya da anlıyorlar, pişmanlık ve üzüntü
yuyorlar, her ne ise. İki zümre arasına ayırıcı bir sur
çekiliy Bu sur, onları birbirinden ayırıyor. Surun bir
tarafında nin içindekilerin nimeti, bir tarafında da
azabedilenlerin Anlaşıldığına göre bu sur, görmeğe
mani ise de sesin geçme ne mani değildir. Münafıklar,
o taraftan mü'minlere yorlar:
Biz de sizinle beraber değihniydik?» Peki niçin biz
sizden ayrılıyoruz? Biz de dünyada sizinle beraber aynı
toprakta yaşanmadık mı, burada da yine beraber
aynı toprak üzerinde diriltilmedik mi?
Dediler M: Evet öyle idi, fakat siz kendi nefislerinizi
aldattınız», onları hidayetten çevirdiniz, «beklediniz»,
inanmaya azmetmediniz, son. hayrı seçmediniz.
Çünkü kesin olarak sizi âbi-reti seçmeğe sevk edecek
yakîne sahip değildiniz. İnanmıyordunuz «Şüphe ettiniz,
batıl kuruntular sizi aldattı.» Bu tereddütle
kurtulacağınızı sandınız, değneği iki uiundan
369
tuttuğunuz takdirde kat kat fayda toplıyacağınızı
umdunuz. Bu kuruntular içinde bocalarken «nihayet
Allah'ın emri geldi», iş bitti. «Ve gurur sizi, Allah'a karşı
mağrur etti.» Gurur, büyük ihtimalle şeytandır. Yani sizi
tuttuğunuz yoida giderseniz kurtulursunuz düşüncesine
teşvik eden şeytandır. Bilmeden ona uydunuz ve bu.
hale düştünüz. Sonra mü'minler, hatırlatmağa hüküm
vermeğe devam ediyor. Sanki oranın hakimleri
kendileri imiş gibi söz söylüyorlar:
Bugün ne sizden, ne de kâfirlerden fidye alınmaz.
Yeriniz ateştir. Odur sizin dostunuz.» Ama da dost ha!
«Ne kötü gidilecek yer, ne kötü âkibet!»
Surede nurun zikri tekerrür ediyor:
Allah'a ve Resulüne inananlar, işte Bableri indinde
sıddîkler, şahidler onlardır. Ecirleri ve nurları
kendilerinindir.» ve Ey iman edenler, Allah'tan korkun
ve O'nun Resulüne inanın İd size rahmetinden iki nasip
versin ve sizin için ışığında yürüyeceğiniz bir nur
yaratsın.»
Bakıyoruz, nurun özel bir hikmetini buluyoruz. Bütün
sahnenin âhengine yayılan bir hikmet: Burada
münafıklardan söz edilmektedir. Münafıklar,
370
iclerindekini gizlerler, içlerinde gizli olanı değil, içlerinde
olmuyan gösterirler. Nifak, hile ve tuzaktan müteşekkil
bir karanlık içinde yaşarlar. Kafaları bu nunla doludur.
Nur ise gizli olanı açar, örtülü olanı gösterir. O halde bu
büyük gizli sahnenin üstüne nur şualarının düşmesi,
nıü'minlerin ve mü'minelerin Önlerinde bulunanı aydın¬
latması çok münasiptir! Önce öğrendiğimiz gibi
münafıklar ateşin en aşağı dere kesindedirler. Yani
içlerindeki karanlıkla mütenasib olarak karanlıkların
kucağında, gizli örtülü karanlıklarla gayyasmdadırlar.
Onların bulunduğu karanlıklara muı kabil nurun
mü'minleri aydınlatması ne kadar güzel düşmektedir!
2 - Surenin akışında ikinci sahne genişlik ölçme
sahne-sidir. Cennetin genişliği ölçüye vuruluyor:
Genişliği, gök ve yer genişliği gibidir.» Bu çok geniş
bir m.e | sahadır. Bu mukayese, zihnin bu genişliği
dolduran nimet saho nelerini kavrayabilmesine yardım
eder. Burada sahnenin vazifesi, cennetteki muazzam
nimeti insan şuuruna anlatmak
Biz de sizinle beraber değilmiydîk?» Peki niçin biz
sizden ayrılıyoruz? Biz de dünyada sizinle beraber aynı
371
toprakta yaşanmadık mı, burada da yine beraber
aynı toprak üzerinde diriltilmedik mi?
Dediler İd: Evet Öyle idi, fakat siz kendi nefislerinizi
aldattınız», onları hidayetten çevirdiniz, «beklediniz»,
inanmaya azmetmediniz, son hayrı seçmediniz. Çünkü
kesin olarak sizi âhireti seçmeğe sevk edecek yakîne
sahip değildiniz. İnanmıyordunuz «Şüphe ettiniz, batıl
kuruntular sîzi aldattı.» Bu tereddütle kurtulacağınızı
sandınız, değneği iki uiundan tuttuğunuz takdirde kat
kat fayda toplıyacağınızı umdunuz. Bu kuruntular
içinde bocalarken «nihayet Allah'ın emri geldi», iş bitti.
«Ve gurur sizi, Allah'a karşı mağrur etti.» Gurur, büyük
ihtimalle şeytândır. Yani sizi tuttuğunuz yoida
giderseniz kurtulursunuz düşüncesine teşvik eden
şeytandır. Bilmeden ona uydunuz ve bu. hale
düştünüz. Sonra mü'minler, hatırlatmağa hüküm
vermeğe devam ediyor. Sanki oranın hakimleri
kendileri imiş gibi söz söylüyorlar:
Bugün ne sizden, ne de kâfirlerden fidye alınmaz.
Yeriniz ateştir. Odur sizin dostunuz.» Ama da dost ha i
«Ne kötü gidilecek yer, ne kötü âkibet!»
Surede nurun zikri tekerrür ediyor:
372
Allah'a ve Resulüne inananlar, işte Rableri indinde
siddîkler, şahidler onlardır. Ecirleri ve nurları
kendilerinindir.» ve:
Ey iman edenler, Allah'tan korkun ve O'nun
Resulüne İnanın İd size rahmetinden iki nasip versin ve
sizin için ışığında yürüyeceğiniz bir nur yaratsın.»
Bakıyoruz, nurun özel bir hikmetini buluyoruz. Bütün
sahnenin âhengine yayılan bir hikmet: Burada
münafıklardan söz edilmektedir. Münafıklar,
içlerindekini gizlerler, içlerinde gizli olanı değil, içlerinde
olmıyanı gösterirler. Nifak, hile ve tuzaktan müteşekkil
bir karanlık içinde yaşarlar. Kafaları bu nunla doludur.
Nur ise gizli olanı açar, örtülü olanı gösterir. O halde bu
büyük gizli sahnenin üstüne nur şualarının düşmesi,
nıü'minîerin ve mü'mi nelerin önlerinde bulunanı aydın¬
latması çok münasiptir! Önce öğrendiğimiz gibi
münafıklar ateşin en aşağı derekesindedirler. Yani
içlerindeki karanlıkla mütenasib olarak karanlıkların
kucağında, gizli Örtülü karanlıklarla gayyasmdadırlar.
Onların bulunduğu karanlıklara mukabil nurun
mü'minleri aydınlatması ne kadar güzel düşmektedir!
373
2 - Surenin akışında ikinci sahne genişlik ölçme
sahne-sidir. Cennetin genişliği ölçüye vuruluyor:
Genişliği, gök ve yer genişliği gibidir.» Bu çok geniş
bir mesahadır. Bu mukayese, zihnin bu genişliği
dolduran nimet sahnelerini kavrayabilmesine yardım
eder. Burada sahnenin vazifesi, cennetteki muazzam
nimeti insan şuuruna anlatmaktır. Dünya znetamı,
bunun değersiz ve kısa olduğunu söyledikten sonra
cennetin genişliğini söylüyor:
Bil inid dünya hayatı bir oyun, eğlence, bir
süslenme, aranızda övünme ve daha çok mal ve
çocuk sahibi olma yarışından ibarettir. Bu, tıpkı şu
yağmura benzer İd bitirdiği ot çiftçilerin hoşuna gider,
sonra kabanr, bir de bakarsın İd sararmıştır, sonra
çerçöp olur. Âhirette ise şiddetli bir azap ve Allah'ın bir
bağışlaması ve razı olması vardır. Dünya hayatı,
aldatıcı bir geçinmeden başka bir şey değildir..»
"Sonra cenneti zikrediyor ve onun genişliğini anlatıyor
ve bu suretle zihne bu dar ve kısa geçimle o geniş ve
bol nimeti mukayese etme fırsatını veriyor. I§31
374
Muhammeo Suresi ıssı
«Müttekilere va'dedilen cennet şöyledir: Orada
bozulmi-yan su ırmakları, tadı değişmez süt ırmakları,
içenlere lezzet veren şarap ırmakları ve safi süzme bal
ırmakları var. Onlar için orada her türlü meyva,
ilahlarından mağfiret var. Hiç bunların durumu, ateşte
ebedi kalan ve barsaklarını parça parça edecek
kaynar su içirilen kimselerin durumu gibi olar mu?»
Bu da nimet çeşitlerinden bir çeşit: Sudan
ırmaklar, sütırmaklar, şaraptan ırmaklar, baldan
ırmaklar... Burada herşey hesapsız, sınırsız. însanın
dünyada en çok sevdiği fakat az miktarda bulabildiği
şeylerden nehirler dolusu var burada. Hem de en
güzel cinsinden, en lezzetlisinden. Bunların yanında
meyvaların her çeşidi, yemek, içmek ve «Kablerinden
mağfiret.»
Bunlar bir tarafta. Diğer tarafta da ateşte ebedi
kalmak, barsakları parça paçra eden, karınları
haşlıyan kaynar su. Bu ve o. Her İkisi de nimet ve
azabın en son uçları!
Burada tabloyu güzelleştiren başka bir uyum
çeşidine daha rastlıyoruz. Bütün sahne, meşrubat
375
sahnesidir. Cennetteki meşrubat, ateşteki meşrubat.
Su, süt, şarap ve bal. Bunların karşısında da barsakları
parça parça kesen kaynar su var. Ama ne olursa
olsun, o da içilecek bir şeydir. Yani sahnelerin ve
tabloların çizimindeki esas birdir, nevi ayrıdır. i§a
Ra'd Suresi ı&ı
1- «Eğer şaşacaksan, şaşılacak şey onların: «Biz
toprak olduktan sonra mı? Biz mi yeniden
yaratılacağız?» deme" leridir. Onlar Rablerini inkâr
eden kimselerdir. Onlar o kimselerdir ki boyunlarında
demir halkalar vardır, ve onlar ateş sahibleridir. Onlar
orada ebedî kalacaklardır.»
2 - «Adn cennetlerine girerler. Babaları, eşleri ve
çocukları arasında iyi olanlar da (onlarla beraber o
cennetlere girerler.) Melekler de her kapıdan
yanlarına girerler: «Sabretmenize kargılık size selâm
olsan; bu evin akıbeti ne güzeldir!»
3 - «Mütteküere va'edilen cennet şöyledir:
Altından ırmaklar akar. Ürünü ve gölgesi daimdir. Bu,
ittika edenlerin akıbetidir. Kâfirlerin âkibeti de ateştir!»
1- Birinci sahnenin fevkalâdeliği, kâfirlerden bir
milleti «Biz toprak olduktan sonra mı, sahiden biz mî
376
yaratılacağız?» derken göstermesidir. Bu sözü
söyliyenleri bir de «Boyunlarında demir halkalar»
varken tesbit etmiştir. Bu halkalarla âhirette
karşılaşacaklar, fakat buradaki güzellik, onü acele
getirmekte ve onu şimdiki hale karıştırmaktadır. Öyle
karıştırmış ki sanki halkalar, bu sözü söylerken
boyunlarına geçmiştir. Bu sür'atli bir" canlandırmadır.
Fevkalâde güzel düşmüştür.
2 - Önce meleklerin mü'minleri selâm ile
karşılamalarını, onları cennetle müjdelemelerini, ya da
onların canlarını güzellikle almalarını görmüştük. Şimdi
ise cennette her kapi dan mü'nünlerin yanlarına
girdiklerini görüyoruz. Mü'minler, zevceieriyle,
çocuklariyle beraber bulunurken melekler her kapıdan
onların yanma selânf ve tekrim ile giriyorlar:
Sabretmenize karşılık selâm oisnn size, bu evin
akıbeti ne güzeldir!» «Onlar üzerine her kapıdan
girerler» tabiri, gözde birçok yönlerden pekçok
meleklerin girişini canlandırmaktadır. Histe de «hoş
geldiniz, safa geldiniz» sözünün çokluğunu, selâm ve
tekrimin devam ettiği fikrini uyandırmaktadır.
377
3- Üçüncü sahne akan ırmaklar, devamlı ürün,
gitmi-yen gölge sahnesidir. Bu zevk, güzellik ve istirahat
sahnesidir. İşte ittika edenlerin âkibeti budur. Bunun
kargısında kâfirlerin âkibeti de ateştir! tszı
Rahman Suresi ıssı
«Gök yarılıp da yağ gibi (eriyen, yanan,) bir gül
olduğu zaman, öyle ise Katibinizin hangi nimetini
yalanlarsınız? O gön na bîr insana, ne de bir cinne
suçundan sorulmaz, (buna ihtiyaç yoktur.) öyle ise
Rabbinizin hangi nimetini yalanlarsınız? Mücrimler
sunalarından tanınırlar da perçemlerinden ve
alınlarından yakalanırlar, öyle ise Babbinİzİn hangi
nimetini yalanlarsınız? îste mücrimlerin yalanladığı
cehennem budur. Onlar, onunla kaynar su arasında
dolaşır dururlar, öyle ise Rabbisizfcı hangi nimetini
yalanlarsınız?
«ftabbinin makamından korkan için iki cennet
vardır, öyle ise Rabbinizhı hangi nimetini yalanlarsınız?
İkisi de türlü tiirîü bostanlara, ağaçlara sahiptir. Öyle ise
Rabbinizin hangi nimetini yalanlarsınız? İkisinde de
akan iki kaynak vardır, öyle ise Rabbinizin hangi
nimetini yalanlarsınız? İkisinde de her türlü meyvadan
378
çifter çifter vardır, öyle Ue RabbiBizin hangi nimetini
yalanlarsınız? Orada örtüleri parlak atlastan yataklara
yaslanırlar; iki cennetin devşirilmesi de yakındır (yani
meyvaları yakındır, elle hemen tutulup devgirilir.) öyle
iss Rabbmizin hangi nimetini yalanlarsınız? Onlar da
bakışlarını kısmış (yalnız kocalarına hasretmiş),
kocalarında önce kendilerine ne bir insanın, ne de
cinnin dokunmadığı güzeller vardır, öyle ise Rabbinizin
hangi nimetini yalanlarsınız? yakut ve mercan gibidir.
Öyle ise llabbinizin hangi nimetini yalanlarsınız? îyiliğin
karşılığı yalnız iyilik değil, midir? öyle ise Rabbinizin
hangi nimetini yalanlarsınız? Bu ikisinden başka iki
cennet daha vardır, öyle ise Rabbinizin hangi nimetini
yalanlarsınız? Yemyeşil renkte. Öyle ise Rabbinizin han¬
gi nimetini yalanlarsınız? İkisinde de fışkıran, iki kaynak
vardır, öyle ise Rabbinizin hangi nimetini yalanlarsınız?
Onlarda meyva, hurma ve nar vardır. Öyle se
Rabbinizin hangi nimetini yalanlarsınız? Onların içinde
hayırlı güzeller vardır. Öyle ise Rabbinizin hangi nimetini
yalanlarsınız? Kaymelere kapanmış huriler vardır, öyle
ise Rabbinizin hangi nimetini yalanlarsınız?
Kendilerinden önce o güzellere ne bir İnsan, ne de bir
379
cin dokonmamışür. öyle ise Kalbinizin hangi nimetini
yalanlarsınız? Orada yesü yastıklara ve harikulade
islemeli döşeklere yaslanırlar. Öyle ise Kabbinizin hangi
nimetini ya-' tanlarsınız?
«Celâl ve ikram sahibi Rabbinin temi ne yücedir!»
Bu surenin teması, Murselât, Kamer surelerinde
olduğu gibi uyum üzerinde cereyan etmektedir:
Halikin, mahlûkatina verdiği nimetleri sayıyor. Her
nimetten sonra da soruyor:
Öyle ise Eabbinizin hangi nimetini yalanlarsınız?»
Burada hitap insanlara ve cinleredir. Halikın dünyada
verdiği nimetleri saydıktan sonra'âhirette verdiği
nimetlere geçiyor. Hayır ve şerrin nimet ve azap ile
cezalandırılmasını da uhrevi nimetler arasında sayıyor.
Gerçekten öyledir. Cezada adalet, Öyİe büyük İlâhî
bir nimettir ki insan bunu tanı manasiylse yerine ,
getirmekten âcizdir. Bunu ancak Allah yapabilir, i
Burada kıyamet sahneleri, gökün yanlmasiylc başlıyor.
Hk defa burada gökü gül gibi kırmızı, yağ gibi akıcı
görüyoruz. Burada kıyamet sahneleri arasında bize
biraz garip gelen bir sahne vardır. Bilhassa yüzlerin arz
ettiği manzaralar ve mücrimlerin simalarından
380
tanınması ve selâmsız kelâmsiz bunların
perçemlerinden ve alınlarından tutulup atılmaları. «Ne
insandan ne de cinden günahı sorulmuyor.» Zaten:
yüzler konuşuyor, iki zümre de tanınıyor, sormaya ne
hacet?
Perçemlerden ve ayaklardan tutulup cehenneme
fırlatılması olayı, akılları şaşırtıp kalbleri hoplattığı sırada
gözlerimiz onların atıldığı cehennemin gerçek
durumuna çevriliyor: «İşte mücrimlerin yalanladığı
cehennem sudur.» Şu. Ve işte o suçlular:
Cehennemle kaynar sn arasında dolaşıyorlar.»
Hararetten kavrulmuş. Onlar, cehennemle bu kaynar
su arasında gidip geliyorlar, kâh onda, kâh onda
duruyorlar. İkisi de ne azap ne fecaat ol Babbînin
makammdan korkan için iki cennet vardır.» İlk defa
burada iki cennet zikrediliyor. Bunlar, bilinen büyük
cennetin içindedirler. Fakat Özellikle bunların
zikredilmesi, çeşitlerinden veya mertebelerinden
dolayıdır. Vakıa suresinde cennetin birçok mertebeleri
olduğunu Öğrenmiştik. Orada as-Sa-bikune'l-
mukarrebun ve orada Ashabu'l-Yemîn vardı. Bunların
her birinin de kendine mahsus bir cenneti bulumakta
381
idi. Buradan da anlıyoruz ki bu iki cennet, yüksek
mertebe sahibi bir zümrenindir. Sonra bu ikisine benzer
fakat derecesi biraz daha düşük olan iki cennet daha
vardır. Bu iki cennetin de bu yüksek fırkadan sonra
gelen bir fırkaya aidolduğunu öğreniyoruz.
Şimdi ilk iki cenneti gösterelim; şunlar:
Türlü bostan ağaçlarına sahiptirler. îkisinde de
akan gözeler vardır. İkisinde de her türlü meyvadan
çifter çifter vardır»
Peki ya bu cennetlerin sahipleri ne halde? Bak
görürsün:
Astarları beyaz atlastan olan yataklara
yaslanırlar.» Bu yataktaki istirahat, refah başkadır. İki
cennetin devşirmesi de yakın.
Toplamada hiçbir güçlük yok. Bu da ayrı bir
refahtır. Fakat bu cennetlerde ne gibi meyva olduğu
sayılmıyor:
Onlarda bakışları yalnız eslerine münhasır,
eşlerinden önce ne insan ne de cin eli dokunmamış
güzeller var.» Gözleri namuslu, gözlerini başkalarına
dikmiyen, insanlarm ve cinlerin dokunmadığı dilberler.
Yalnız bu kadar da değil, yetişkin, parlak semiz «Yakut
382
ve mercan gibi.» Bütün bunlar Rabbinin makamından
korkan,, âhireti gözetliyen ve onda Allah'tan korkanlar
içindir.»
İyiliğin karşılığı yalnız iyilik değil midir?»
Bunların altmda da iki cennet var.» Bu iki cennetin
evsafı yukarıdaki ikisinden biraz aşağı. Bunlar
Cehennemle kaynar su arasında dolaşıyorlar.»
Hararetten kavrulmuş. Onlar, cehennemle bu kaynar
su arasında gidip geliyorlar, kâh onda, kâh onda
duruyorlar, ikisi de ne azap ne fecaat!
:Rabbinm makamından korkan iğin iki cennet
vardır.» tik defa burada iki cennet zikrediliyor. Bunlar,
bilinen büyük cennetin içindedirler. Fakat Özellikle
bunların zikredilmesi, çeşitlerinden veya
mertebelerinden dolayıdır. Vakıa suresinde cennetin
birçok mertebeleri olduğunu Öğrenmiştik. Orada as-
Sa-bikune'l-mukarrebun ve orada Ashabu'l-Yemîn
vardı. Bunların her birinin de kendine mahsus bir
cenneti bulumakta idi. Buradan da anlıyoruz ki bu iki
cennet, yüksek mertebe sahibi bir zümrenindir. Sonra
bu ikisine benzer fakat derecesi biraz daha düşük
383
olanı iki cennet daha vardır. Bu iki cennetin de bu
yüksek fırkadan sonra gelen bir fırkaya öğreniyoruz.
Şimdi ilk iki cenneti gösterelim; şunlar:
Türlü bostan ağaçlarına sahiptirler.de akan göze¬
ler vardır, tkisinde de hep türlü meyvadan çifter çifter
vardır»
Peki ya bu cennetlerin sahipleri ne halde? Bak
görürsün:
Astarları beyaz atlastan olan yataklara
yaslanırlar.» Bu yataktaki istirahat, refah başkadır,
cennet devşirmesi de yakın.,»
Toplamada hiçbir güçlük yok. Bu da ayrı bir
refahtır. Fakat bu cennetlerde ne gibi meyva olduğu
sayılmıyor:
Onlarda bakışları yalnız eşlerine münhasır,
eşlerinden önce ne insan ne de cin eli dokunmamış
güzeller var.» Gözleri namuslu, gözlerini başkalarına
dikmiyen, insanların ve cinlerin dokunmadığı dilberler.
Yalnız bu kadar da değil, yetişkin, parlak semiz «Yakut
ve mercan gibi.» Bütün bunlar Rabbinin makamından
korkan,, âhireti gözetliyen ve onda Allah'tan korkanlar
içindir. İyiliğin karşılığı yalnız iyilik değil midir?»
384
BunlaJin altında da iki cennet var.» Bu iki cennetin
evsafı yukarıdaki ikisinden biraz aşağı. Bunlar.
Yani yemyeşildirler.» içinde bulunan a'şaptan do¬
layı siyaha çalar bir yeşilliktedirler.
Bunlarda kaynayan iki göze vardır.»
Bu çeşmelerin suyu akmıyor, kaynıyor. Kaynamak,
akmaktan aşağıdır.
Onlarda meyva, hurma ve nar var.»
Halbuki yukarıdaki cennetlerde her meyvadan
çifter çifter vardı:
Onlarda hayırlı güzeller var.» Kimdir bu hayırlı
güzeller? Bunlar.
Haymelere kapanmış hurilerdir.»
Haymeler kelimesinden, bu güzellerin çöl
güzellerine benzediklerini, öteki iki cennetin
nimetlerinin medenilere mahsus iken bu iki cennetin
nimetlerinim bedevilere mahsus nimetler olduğunu
anlıyoruz.
Kendilerinden Önce onlara ne
insan, ne de cin eli dokunmamışlar.» Bu kızlar da
Öteki cennetlerdeki kızlar gibi iffet ve namus erbabı.
Yalnız bunların «Yakut ve merian gibi» olnuklan
385
söylenmiyor. Peki ya bu iki cennetin sahipleri? Bak,
görürsün:
Abkar yapısı gibi yeşil güzel sergilere dayanırlar.»
Halbuki
öteki cennetlerde dayanılan sergilerin astarları
parlak atlastan idi, ve orada «tki cennetin devşirmesi
yakın» di... Bunlar, nimetin (Cennetini) iki derecesidir.
Birisi şehirdeki refah ve konforu temsil ederken diğeri
köydeki refah ve konforu temsil etmektedir. Bu suret ve
şekillerin, cennet nimetlerinin mücerred misalleri
olduğunu, bunlar ile naîmin insan duyusuna yak¬
laştırdığını, insanm anlaması için bu temsiller içinde
söylendiğini görüyor musun? (Bunlar aslında cennetin
asıl kendi nimeti değil, onun sembolik ifadeleridir.
Yoksa cennetin asıl nimetlerini bu akıl ve duyularla
idrak etmemize imkân yoktur.) Ben bu kanaatteyim,
fakat kesin söylemiyorum. Çünkü elimde delil yoktur.
1891
İnsan Suresi fisi
1- «Doğrusu biz ona yol gösterdik: Ya şükreder
veya inkâr eder. Biz kâfir için zincirler, demir halkalar ve
çılgın alev hazırladık. Şüphesiz iyiler, kâfur karışık bir
386
kadehten içerler. Allah'ın kullarının içtiği çeşme(den).
Onu istedikleri yere akıtırlar (veya kana kana içerler,).
Adaklarını yerine getirirler ve şerri salgın olan bir
günden korkarlar. Allah'ın rızası için yoksula, yetime ve
esire yemek yedirirler: «Biz size sırf Allah rızası için
yediriyoruz, sizden asla bir karşılık ve teşekkür
beklemiyoruz. Çünkü biz Rabbimizden korkarız bir
suratsız kara günde.» Allah da onları o günün şerrinden
korur ve kendilerini bir parlaklık ve sevince erdirir.
Sabırlarına karşılık mükâfatlan da cennet ve ipektir.
Orada koltuklara yaslanırlar. Orada ne bir güneş
görürler, ne de soğuk. Üzerlerine cennet gölgeleri
sarkmış ve meyvalari üzerlerine eğdirilmiştir. Yanlarında
gümüş kablar ve billur kadehler dolaştırılır. Gümüşten
billurlar, onları türlü türlü biçime koymuşlardır. Orada
zencebîl karıştırılmış bir kadehten içirilirler. (Bu), orada
bir çeşmedir ki adına Selsebîl denir. Çevrelerinde de
ölümsüz gençler dolaşır. Onları görsen, saçılmış birer
inci sanırsın. Gördüğün zaman, nereye baksan nimet
ve büyük bir mülk görürsün, üzerlerinde ince yeşil ipekli,
parlak atlastan elbiseler vardır. Gümüş bilezikler
takınmışlardır. Rableri onları tertemiz bir içecekle
387
sulamiştır. «îşte bu, sizin karşıhğınızdı ve sizin çalışmanıza
teşekkür edildi.»
2 - «Bunlar acele olanı seviyorlar ve önlerindeki
ağır günü bırakıyorlardı.»
Bu sahneler, önce insan hakkında bir mukaddime
ile başlar. O insan ki Allah onu yaratmış, «onu isitici,
görücü yapmış», ona yolu göstermiş, seçme hürriyetini
eline vermiştir «Ya şükredicidir veya inkarcıdır.» Ve
mukaddime, bu iki yolun, şükür ve küfür yollarının
sonucuna geliyor. Kur'ân'uı kullandığı inetot, üslûb
sayesinde biz, iki yolun sonucunu da şimdi görür
gibiyiz!
Kâfirlere «zincirler, demir halkalar ve çılgın alev»
hazırlanmıştır. Bunlar azabm vasıtalarıdır. Bu hususta
daha fazla bir şey söylemiyor. Hemen nimet
tablolarına geçiyor, onları uzun uzun izah ediyor. Bu
nimet sahnelerinin çoğu önce geçmişti. Yalnız
arzındaki değişiklik, cüziyatındaki tafsilât, metlerin
isimlerini ayrı ayrı açıklamak, sanat bakımından bu
sahneye bir yenilik vermektedir.
İyilerin içtiği içki, önce şöyle tavsif edilmiştir «Onda
ne saçmalama, ne de günaha sokma yoktun» Ya da
388
«İçenler ondan bakmazlar ve başlan dönmez».
Sunulan o içkinin bu vasıflarını biliyorduk, ama
mahiyetini ve nev'ini bilmiyorduk. Bir defa onun
«Tesnîm»den olduğunu öğrenmiştik. ŞimrH de başka bir
içki tanıyoruz. Bu kadehin katkısı da bir kere
«kâfurdan», bir kere de «Zencebîldendir». Demek ki bu
içki kaynaklan mü-teaddiddir. içenler üzerindeki tesir
bakımından genel özellikleri birse de kaynakları ayrı
ayrıdır.
Söz esnasında bu kadehten içen Allah'ın
kullarından bahsedilince durup onların vasıflarını
sayıyor. Bunlar Allah sevgisi için yoksula, yetime ve
esire yemek yedirirler, bunlar Allah rızası için hayır
işlerler, insanlardan bir karşılık bir teşekkür beklemezler.
Bunlar Allah'tan korkarlar, suratsız kara bir günden
korkarlar -ki şimdi biz o gündeyiz, onu seyrediyoruz-
Allah da onları o günün şerrinden korumuştur. Ve «On¬
ları cennete ve sevince erdirmiştir.» 'Şimdi onların
cennetteki o tatlı oturmalarını, sohpetlerini seyredelim:
«Orada koltuklara dayanırlar». Yalnız bundan önce hiç
gösterilmiyen ya da gösterilmiş olsa da bu ifade ile
gösterilmiyen bir haîi seyredelim:
389
Orada ne bir güneş, ne de bir soğuk görmezler.»
Daha ö önce orada Zilli Zalîl olduğunu, bir defa da
«Ürününün ve gölgesinin daim! olduğunu» Öğrenmiştik.
Şimdi de şu yegane sahneyi seyredelim: «Orada ne Ur
güneş, ne de bir soğuk görmezler» Ve sahne şöyle
kemale eriyor: «Gölgeleri üzerlerine yaklaşmış,
devşirmeleri (meyvakun) da aşağı eğdirildikçe
eğdîrilmiştir.»
Sonra bunların çevrelerinde küplerle dolaşılmasını
seyredelim. Yalnız bu gördüğümüz küpler, gümüş
billurdan kadehlerdir. Demek ki bu, adî gümüş değil,
şeffaf gümüştür. Öyle ise içindekini gösterir.
Muhtevasının görünmesine engel olmaz. Bu hem
sanat, hem de nimetteki zevk ve refah bakımından
harikulade güzeldir. Bak bak, civanlara bak. ölümsüz
bunlar. Bunlara zamanın ve yaşın tesiri yok. O kadar
güzeller ki «Baktığın zaman onları Ürer saçılmış İnci
sanırsın». Sonra siyak, gözlerimizi sahnenin bütün
cüzlerinde gezdiriyor. Nereye baksak büyük bir nimet
ve büyük bir mülk görüyoruz. Bu nimetin sahipleri de
sündüs ve istebrâk'ten elbiseler, gümüşten bilezikler ve
süsler içinde, tertemiz bir içki içiyorlar. Hele o içkiyi
390
kendilerine Rablerinin içirmesi, onun kıymetini daha
da* artırıyor.
Biz dalmış bu manzaraları seyrederken birden şu
umumî hüküm kulaklarımızı okşuyor:
Bu, sizin karşılığınız idi ve sizin çalışmanıza teşekkür
edilmiş olda.»
İkinci âyette bizi ilgilendiren taraf o günün ağır di¬
ye vasfedilmesidir. Bu, günü cisimlendiren bir vasıftır.
Azabın galîz (kaba) olarak vaafedilmesi gibi. Bunun
karşısında onların şu aceleyi sevmeleri vardır. Sanki
onlar bunu hafif görüyorlar ve önlerindeki ağır günü
bırakıyorlar. Bu hafifle ilgileniyorlar da o ağır günle
ilgilenmiyorlar. Halbuki asıl onunla ilgilenmeleri gerekir.
Çünkü o ağırdır, onların bacaklarını birbirine dolaştırır,
kenclitarini yorar. O halde o ağır günle ilgilenip onu
hafifletmeleri icabeder. 12 u
Nur Suresi 1221
«Namuslu, bir şeyden habersiz nıü'mine hanımlara
iftira atanlar, dünyada da âhirette de
lanetlenmişlerdir. Onlar için büyük bir azab vardır. O
gün dilleri, elleri ve ayaklan aleyhlerine şehadet edip
yaptıklarım söyler. O günde Allah onlara hak ettikleri
391
cezalarını verir. Ve bilirler İd ap açık gerçek olan
ancak Allah'tır.»
Bundan önce o acaip sahneyi görmüştük, hani
orada mücrimler duruyor, kulakları, gözleri, derileri
şahitlik edip yaptıklarını söylüyorlardı. Onlarla derileri
arasında geçen o acaip münakaşayı ve derilerin
onları nasıl kesin bir şekilde reddettiklerini görmüştük
ya! İşte şimdi de sahipleri aleyhinde şa-: hitlik eden
başka uzuvlar görüyoruz. Diller, eller ayaklar şahitlik
ediyor. Burada dillerin ayrı bir önemi var. Çünkü onlar;
dünyada dillerinde geveliyerek namuslu, bir geyden
habersiz; kadınlara iftira etmişlerdi. Şimdi bu iftirayı
yapan diller burada doğruyu söyleyip aleyhlerine
gehadet ediyor. Ve o gün Allah onlara hak ettikleri
cezalan, gerçek kargılıklarını veriyor. O zaman
anlıyorlar ki hak Allah'tır. Burada hak kelimesi tekerrür
ediyor, pekiştiriliyor. Zira biz, dünyada yapılan bir iftira
ve yalan sahnesi önündeyiz. Bunun karşısında
âhiretteki doğruluk ve gerçeklik sahnesi bulunuyor.
Öyle bir doğruluk ve gerçeklik sahnesi ki yalanla
hareket eden diller bile iradesiz olarak bu gerçeği
söylüyor, eller ve ayaklar da dilin söylediğini tasdik ve
392
teyidediyor. O iftiracıların cüzleri olan bu uzuvlar,
iftiracıları ap açık gerçekle yanp biçiyor. 12 a
Hacc Suresi m
1- «Ey insanlar, Rabbinizden korkun, zira o saatin
sarsması çok büyük bir şeydir. Bir gün ki onu
görürsünüz: Her emzikli emzirdiğinden geçer, her gebe
yükünü düşürür ve insanları hep sarhoş görürsünüz;
halbuki sarhoş değillerdir ama Allah'ın azabı şiddetlidir.
2 - «îşte Rableri hakkında tartışmaya giren iki
hasım:
İnkâr edenler için ateşten elbiseler biçilmiştir.
Başlarının üstünden de kaynar su dökülür. Onanla
kannlanndaki ve derileri eritilir. Onlar için demirden
kamçılar da vardır. Oradan» gamdan her çıkmak
istediklerinde oraya geri çevrilirler ve: Yangın azabını
tadın! (denir).»
3- «Allah inananları ve salih ameller işliyenleri,
altlarından nehirler akan cennetlere sokar. Orada,
alton bilezikler ve İnci (Orada elbiseleri de ipektir. Ve
sözün hoşuna iletilmişlerdir ve övülen Allah'ın yoluna
sevk edilmişlerdir.»
393
1- Birinci sahne, emzirdiğinden habersiz, bakan
fakat göremiyen, hareket eden fakat anlamıyan her
türlü emziklilerle; korkudan çocuğunu düşüren her türlü
gebelerle aslında sarhoş olmıyan, fakat afallamış
bakışlariyle, birbirine dolaşan adımlariyle sarhoşa
dönen insanlarla doludur. Dalga dalga birbiri üzerine
yığılan kalabalıkla dolu bîr sahne. Az daha bu ka¬
labalığı göz görüyor, fakat müthiş korkudan afallayıp
sonuna varamıyor. Öyle canlı bir korku ki hacim ve
büyüklükle değil, insan ruhundaki etkileriyle ölçülüyor:
Emzirdiklerinden geçen emziklilerle, yavrularını bırakan
gebelerle, sarhoş olmadıkları halde «Allah'ın azabının
şiddetinden» dolayı sarhoşa dönen insanlarla
ölçülüyor. Sahne özet olarak bir korkulma ile başlıyor:
O günün sarsması» elbette büyük bir şeydir.» Ve
mufassal bir korku ile sona eriyor. Bakıyoruz ki bu
mufassal son, o icmalin bir izahıdır.
2 - ikinci sahne şiddetli, acıklı, tekerrür eden
hareketlerle dolu bir sahnedir. Sahne, uyumun yarattığı
tahy ile uza tümıştır. Hayal, bu hareketlerin daima
yenilenmesini, tekerrürünü ister:
394
İşte ateşten elbiseler kesiliyor, biçiliyor. Ve işte
kaynar su, başların üstünden dökülüyor, onunla
karınlar ve deriler eritiliyor. Ve işte demir topuzlar ve
işte azap şiddetlendikçe şiddetleniyor, dayanılmaz bir
hal alıyor. Alevden, kaynar sudan, şiddetli
vurmalardan bitkin düşen «kafirlen) bu «gamdan
kurtulmak için çıkmağa teşebbüs ediyorlar ve işte
onlar şiddetle gerisin geriye itiliyorlar: «Tadın yangın
azabını!» diye. Hayal, bu tabloyu ta başından tekrar
edip çıkmaya teşebbüs ve şiddetli geri çevrilme
halkasına kadar geliyor, oradan dönüp olayı yeni
baştan seyretmek istiyor.
Hayal bu sahne ile uğraşırken, siyakın, önüne
getirdiği başka bir tarafa bakıyor. Kıssanın aslı şu:
Rableri hakkında tartışan iki hasım grup var orada:
înkâr edenlerin feci sonuçları bir saniye önce görüldü.
İman edenlere gelince onlar da orada altlarından
nehirler akan cennetlerdedirler. Elbiseleri de ateşten
kesilmemiş, ipekten biçilmiştir. Bunun üstünde de.
Aaltundan, inciden süsleri var. Allah onları sözün
güzeline ve Hamîd (Allah) m yoluna iletmiştir. İşte Allah
395
hakkında tartışan iki hasım grupun sonu. Bu bir fırka, o
bir fırka!
Şimdi başka bir sahneye dönüyoruz. Secde
suresinde bundan bahsetmiş ve demiştik ki: «Bu
sahneyi sunan âyetler Medenîdir. Bunların, Hacc
süresindeki kıyamet sahnesini bildiren âyetlerin indiği
tarihe yakın bir zamanda indiği kanaatindeyiz. Çünkü
bunların sunduğu sahne, Hacc süresindeki sahnelere
çok benzemektedir.» O sahne şudur:
Fısk edenlere gelince onların yeri ateştir. Ne
zaman ki oradan çıkmak isteseler, oraya geri çevrilirler
ve onlara: «yalanlayıp durduğunuz ateşin azabını
tadm!» denilir.»
Bu, basa bakımlardan burada biraz önce arz
ettiğimiz sahneye çok benzer. Binaenaleyh onun
hakkmda ne söylediysek o sözlerimiz, bunun için de
variddir. Tekrar etmemize lüzum yoktur. 12 a
Mücadele Suresi &&
«Allah onları hep beraber dirilttiği zaman size nasıl
yemin ediyorlarsa, O'na da öyle yemin ederler ve
kendilerini bir şey üzerinde sanırlar, iyi bilin ki onlar, evet
onlar yalancılardır.»
396
Daha önce bu gülünç, ümitsiz sahneyi
seyretmiştik. Diriltilince: «Vallahi Rabbimiz, biz müşrik
değildik» diyerek hâlâ kendilerini dünyada sanan,
yahut yalanan âhirette de sökeceğini zanneden
zavallı müşriklerin sahnesi. Orada bu gafillerin hallerine
gülebildiğimiz kadar gülmüştük. Şimdi burada da on¬
ların kardeşleri var. Bunlar dünyada yalan söylemişler,
yalan yere yemin etmişler mü'minlere, ve böylece
ömürlerini tüketmişlerdi. Sonunda Allah onları hep
diriltiyor «Size yemin ettikleri gibt O'na da öyle yemin
ediyorlar ve kendilerini bir şey üzerinde sanıyorlar!»
Gelin, onlarla nasıl alay edip güldükse bunlarla da
Öyle alay edip eğlenelim. Zira bu, alay edenlere lezzet
veren bir gaflettir! J2zı
Tahrim Suresi Efil
«Ey iman edenler, kendinizi ve çoluk çocuğunuzu
sa ateşten koruyun ki onun yakıtı insanlar ve taslardır.
Üzerinde kaba, şiddetli, Allah'ın emrettiğine asi
olmıyan, emredildikleri şeyi yapan melekler vardu-. Ey
inkâr edenler, bugün özür dilemeyin, muhakkak
yaptıklarınızın cezasını göreceksiniz Ey iman edenler,
Allah'a Nasuh tevbesiyle tevbe edin, umulur ki
397
Rabbiniz serin kötülüklerinizi örter ve sizi Allah'ın,
peygamberi ve onunla beraber iman edenleri yüz
üstü bıraknuyacağı günde altlarından nehirler akan
cennetlere sokar. O gün onların nuru, önlerinden ve
yanlarından koşar. Derler İd: «Rabbi-miz, nurumuzu
tamamla, bizi bağışla, çünkü sen her şeye kadirsin.»
Bundan önce cehennemin taşları yediği gibi
insanları da yediğini, aşağılık, değersizlik bakımından
insanların taşlarla bir olduğunu görmüştük. Şimdi aynı
sahneyi tekrar görüyo-rus. Fakat üzerinde duramıyoruz,
çünkü burada bizi ürküten, korkutan bir şey var. Onu
görünce hemen başımızı başka yöne çeviriyoruz:
Baksana cehennemin bekçilerine. Bunlar «kaba
şiddetli» aynı zamanda emirleri sür'atle yerine getiren,
«Allah'ın kendilerine emrettiğine karşı koymayan ve
emredildikleri şeyleri derhal yapan» kimselerdir. Sözün
başında biz dünyadayız. Allah'ın, müminleri
kaçındırdığı, yakıtı insanlar ve taşlar olan ateşi
düşünüyoruz. Bir de bakıyoruz ki göz açıp yumuncaya
kadar bir zaman içinde âhirete gelivermişiz. Orada
kâfirlere tevcih edilen şu hitabı dinliyoruz:
398
Ey kâfirler, bugün özür dilemeyin, muhakkak
yaptıklarınızın cezasını çekeceksiniz.»
Ve aynı sür'atîe tekrar dünyaya dönüyoruz, ta ki
mü'min-lere Nasuh tevbesiyle tevbe etmeleri, bu
suretle Allah'ın günahlarını örteceği ve «Peygamberi
ve onanla beraber iman edenleri yüz üstü
bıraknuyacağı günde» onları cennete sokaca-ğı
hususundaki hitabı duyalım.
Tekrar âhirete gidiyoruz ki Peygamberi ve onunla
beraber iman etmiş olanları, nurları önlerinde ve
yanlan arasında koşan «kimseleri görelini. Biz bu nurn
daha önce de görmüştük. Şimdi de mü'minler, her
zamanki âdetleri veçhile Bableri-ne tazarru ve niyazda
bulunuyorlar: «Diyorlar ki: Rabbimiz, bizim nurumuza
fannîtmlA bizi bağışla, çünkü sen her şeye kadirsin.»
Zaten Rableri onları bağışlamıştır. Fakat Rablerine karşı
duydukları haşyetten dolayı O'na dua ediyorlar,
yalvarıyorlar. Zira her nimet, her ihsan hep O'nun
gufranına bağlıdır. O'nun gufranına mazhar olmadan
hiçbir nimete erilemez. 1221
399
Teğabün Suresi M
« O gün, toplanma günü için sizi toplar. İşte o
teğâbün günüdür. Kim Allah'a inanır ve İyi amel işlerse
Allah onun günahlarını örter ve onu, altından ırmaklar
akan, ebedî kalacakları cennetlere sokar. İşte bu,
büyük kurtuluştur. İnkâr edip âyetlerimizi yalanlıyanlar
ise onlar ateş sahipleridirler, orada ebedi
kalacaklardır. Ne kötü sondur o.»
Burada yeni olan, teğâbündür. Teğâbün', alışveriş,
yapanların, birbirlerini aldatmaları anlamına gelir. Peki
«ne alışverişin, ne de dostluğun olmadığı» o günde
teğâbün nedir? Bu kelime, dikkati çekmek için
kullanılmıştır. Âhirette satılığa çıkarılan şey cennet ve
ateştir. E, bu da insanların birbirlerini aldatmalarına ve
onu almak için cehd sarfetmelerine en çok değer
şeydir. Bu cennet, dünyada yapılan salih amelle alınır,
işte müsabakaya, mücadeleye değer gerçek
teğâbün maddesi budur. Bu, âhirette olacak ve
mü'minler orada en kıymetli me-ta'ı alırlarken kâfirler
en bayağı geyi alıp aldatacaklardır! ümı
400
Maîde Suresi um
1- «O küfredenler, bütün Arzdaki ve daha bir o
kadarı onların olsa ve kıyamet gününün azabından
kurtulmak için bunları tamamen fidye verseler;
onlardan kabul edilmez. Onlar için elim bir azap vardır.
Ateşten çıkmak isterler, ama ondan çıkacak
değillerdir. Onlar için sürekli bir azap vardır.»
2- «O gün Allah, peygamberleri toplar da onlara:
«Size ne cevap verildi?» der. «Bizde ilim yok, gizlileri
bilen sensin derler.»
3- «Hani Allah demişti: «Ey Meryem oğlu Isa, sen mi
insanlara: Beni ve annemi Allah'tan başka ild tanrı
edinin dedin?» Dedi ki: «Seni teşbih ve tenzih ederim.
Benim için gerçek olmıyan tir şeyi söylemem bana
düşmez.. Eğer onu demişsem muhakkak sen
bilmişindir. Sen benîm içimde-olanı bitirsin, ben ise
senin zatında olanı bilmem. Şüphesiz sen, gizlileri
bilensin. Ben onlara sadece senin bana emrettiğini
söyledim; benim ve sizin Sabbîniz olan Allah'a kulluk
edin dedim. Ben onların arasında bulundukça onlara
şahid idim. Fakat sen beni vefat ettirince onları
gözetliyen sen oldun. Ve sen herşeye şahidsin. Eğer
401
onlara, azabedersen, onlar senin kullarındır; şayet
onları bağışlarsan, şüphesiz sen güçlü ve hakimsin.»
«Allah dedi: Bu, doğrulara doğruluklarının fayda
vereceği gündür, altlarından ırmaklar akan cennetler
onlarındır. Orada ebedî kalacaklardır. Allah onlardan
razı olmuştur, onlar da O'ndan razı olmuşlardır. İşte
büyük kurtuluş budur.»
1- Birinci sahne, kıyamet sahneleri arasında
tekerrür eder. Kıyamet azabından kurtulmak için yer
dolusu altım veya yerde bulunanları ve daha bir o
kadarını fidye vermeğe çalışma ve nevi ve değeri ne
olursa olsun fidyenin hiçbir suretle kabul edilmemesi
sahnesi. Keza ateşten çıkmağa gayret ve bu gayrette
başarısızlık da tekerrür eder. Buradaki çıkma teşebbtisü
sakindir, zorlu olmıyan bir teşebbüstür. Halbuki Önce
sunduğumuz Hacc ve Secde ve benzeri surelerde bu
sahne pek çetin bir mücadele ile geçerdi. Cüzlerde
biraz değişiklik varsa da hep aynı vadidendir.
Yer yüzü dolusu ve daha bir o kadarı fidyenin
reddedilmesi... Bu kadar fidye insanın toplayabilme
gücünün çok üstünde bir fidyedir. Bu kadar çok şeyin
reddedilmesi, ne kadar olursa olsun fidyenin
402
kabulünün muhal olduğunu göstermektedir. Orada
asla fidye kabul edilmez. Bunu demek istiyor ama
Kur'an'daki tasvir Üslûbu o manayı böyle hayali bir
teosîm içinde ifade ediyor. Bu suretle muhal olma
manası zaman ve mekânda yer almış oluyor, ruhu
dolduruyor. Yerde bulunanların ve bir o kadarının
kapladığı mekân alanını görüyor ve düşünüyoruz.
Zaman mesafesini de gözümüzün önünde canlan¬
dırıyoruz. Bu ifade hem duyulan, hem ruhu uğraştırıyor,
sonunda zihnî mânâsını gayet güzel açıklıyor: Fidye
mümkün değildir, muhaldir. Bu mâna, soyut bir şekilde
değil, somut, müşahhas bir şekilde, bir tablo halinde
anlatılmış oluyor.
2- İkinci sahne bize peygamberlerin, Rableri
önünde toplanmalarını açıklıyor. Rab onlara soruyor:
insanlar size ne cevap verdiler? Halbuki insanların
onlara ne cevap verdiklerini kendisi gayet iyi biliyor,
fakat bu soru, tescil için, ya da beklenen mahkemede
yapılması gerekli bütün icrââtı yerine getirmek için
sorulmuştur!
Peygamberlerin, insanların kendilerine ne cevap
verdiklerini, onların iman ve küfürlerinin haberlerini
403
anlatmalarını, güç davet görevlerinde karşılaştıkları
zorlukları arz etmeleri beklenirken, anlaşıldığına göre
durumun korkunçluğu onlara herşeyi unutturuyor. Bir
şey söylemiyorlar: «Bizim ilmimiz yok, gizlileri bilen sensin
sen dediler.» Ve bunun arkasından, en çok emin
olması gereken peygamberleri, resulleri dahi şaşırtan o
günün dehşetini tahmin ve tasavvur edebiliriz. İşte
birkaç kelime, bu kadar gölge salmaktadır. Satırlar
arasında
bulunan mâna, bizzat satırların ve kelimelerin
ifade ettiğinden çok daha fazladır.
3- Üçüncü sahneye gelince Allah ile îsa arasında
geçen özel bir sahnedir. Allah bu heybetli durumda
îsa'ya sesleniyor: «Ey Meryem oğlu îsa», böyle
hitabediyor, çünkü bur-daki nisbetin kıymeti vardır. Zira
orada beşer olan İsa'yı tan-rılastıran bir cemaat vardır-.
İsa onları, hem kendisinin, hem de onların Rabbi olan
Allah'a davet etmişken onlar onu tanrı yapmışlardır.
(Gerçekten elimizde bulunan indilerde Allah'a davet
gayet açıktır. Eğer şüphe. İsa'nın, Allah'tan bahseder¬
ken «Göklerdeki babam» demesinden geliyorsa,
havariler de aynı sözü söylemişlerdi, «Göklerdeki
404
babanız» demişlerdi. Bunun mecazî bir tabir olduğu
açıktır).
İşte îsa, Rabbinin önünde sorguya çekiliyor:
insanları kendine, ya da annesine ibadet etmeğe
çağırıp çağırmadığı soruluyor kendisine. Cevap, bu
ağır töhmetten uzaklaşma şeklindedir. Suçsuz
olduğunu isbat için Hz. îsa, uzun uzadıya cevap
veriyor, ve netiiede onların işlerini Allah'a bırakıyor.
Allah dilediği hakkında dilediğini yapsın diye. Tam bu
sırada redde-dilmiyeu hüküm sadir oluyor ve hükümde
bu yalan dâva münasebetiyle doğruluğa işaret
ediliyor. Mü'minlerden de «Allah onlardan razı
olmuştur, onlar da O'ndan razı olmuşlardır» şeklinde
bahsediliyor. Yani rıza karşılıklı ve umumîdir. Bu büyük
günde onlar, Rablerine yakındırlar. Elbette bu, büyük
kurtuluştur, m
Tevbe Subesî um
«Onlar ki altonu ve gümüşü yığarlar ve onları Allah
yolunda sarfetmezler, onları elim bir azap ile müjdele:
O gün cehennem ateşinde onlar yakılarak pullanır da
onlarla alınları, yanlan ve sırtlan dağlanır: «îşte
nefisleriniz için yığdıklarınız.
405
Yığdıklarınızı tadın!»
Son sahne olan bu korkunç sahne, gayet uzun ve
ağır ağır arz ediliyor ki ruhun da derinliklerine nüfuz
etsin. Ruh burada ayrıntıları görüyor seyretmek
isteğinden kendini alamıyor.
Önce azabı şöyle özetlemiştir:
Onlan elîm bir azap ile müjdele.» Sahne iyice
tanzim edilsin ve ruhlar seyre hazırlansın diye söz Hr an
için kesiliyor. Sonra tafsilât başlıyor.
îcmalden sonra tafsilâta girişince yine işin ilk
merhalesinden başlıyor ve yavaş yavaş yürüyor.. Altun
ve gümüş, tesniye değil çoğul yapılmıştır. Birçok
parçalarına delâlet etsin diye çoğul sîğasiyle
getirilmiştir:
O gün onların üzerinde ateş yakılarak pullanın). O
ikisinin değil, onlara. Bu ifadede çoklukla uzatma
vardır. İşte onların üzerlerine ateş kondu. Bekliydim,
ateşte iyice pullansınlar! Pullandılar. Şimdi korkunç
işlem başlasın. İşte alınlar dağlanıyor. Tamam. Yânların
dağlanması da bitti. Sırtlar çevrilsin, işte sırtlar
dağlanıyor... Yavaş. Daha arz bitmedi, azarlama kaldı.
Bu sıra dağlandıktan sonra bir de ayıplanıyor, azarlanı-
406
yorlar ki bunların peşinden gelen Öteki cemaat de
dağlanmanın acısını duysun, kendine de sıra geldiğini
anlasın:
İşte nefisleriniz için yığdıklarınız. Yığdıklarınızı tadım!»
His, muhtelif izlenimlerle doldu, birçok olayları,
çehreleri merak ve heyecanla seyretti. Artık bunları
düşünsün ve ibretler, neticeler çıkarsın! üosi
407
DİPNOTLAR
1.BÖLÜM
11 Bu eseri iki yıl önce «Kur'anda Türkçeye çevirdik, (mütercim.)
121 Seyyid Kutub, Kur’an’da Kıyamet Sahneleri,(Cennet-Cehennem), Hilal
Yayınları: 11-18.
131 Hikmet ve ilim tanrısı
131 ölüleri gömmeyi idare eden ve onlara âhirette kılavuz olan tanrı.
131 Oziris ve İzis'in oğlu!
131 Hakikat ve adalet tanrısı.
m Bu hikâyeyi British Museum'de bir varakta yazılı gördüm. Bunu Ressam
Logy Grifth bulmuştur.
131 Eu eve «Cehîm» denir.
121 Ermann, L,a RĞligion des Eg;. adlı kitabının 251 inci sayfasında şöyle
diyor: Yaro kelimesi, Mısır dilinde Nühatu'l-Hayzu-rân (Mızrak şakırtısı)
anlamına gelir. Diğer bilginler bu tarlaya «Yalo» tarlası adının verildiğine
kanidirler.
1121 Prof. Abdu'l-Kadir Hamza'nın, Alâ Hamişi't-Tarîhi'l-Mısriy-yyi'l-Kadîm
adlı eserinden.
1111 Âhiret inancı tedricen değil, insanlık tarihinin başlamasiyle başlar.
Bunu Hz. Âdem telkin etmiştir. Sonra insanlar hak dinden sapmış, çeşitli
putlara tapınışlardır, işte hak dinden sonra çıkan ilkel dinlerde bu inanç,
müellifin işaret ettiği safhaları geçirmiştir. (Mütercim-).
1121 'Kâinatın yaratıcısı ve koruyucusu olan hayır tanrısı. Bunun Karşıtı şer
tanrısı Ehriman'dir.
1131 Dr, Muhammed Gallâb"ın al-Felsefetu'ş-Şarkiyye adlı kitabından.
1131 Hidz hakkında verdiğim bilgice Prof. Drînî Ha$ebe'nin eserî Odesa'ya
istinad ettim.
408
1151 Mısır dinindeki âhiret düşüncesinin, kendisinden iki bin yıl sonra
gtelen dinden daha mükemmel bir uhrevt düşünceye sahip bulunması,
bu düşüncenin hak dinlerden batıl dinlere g-eçmig bulunduğunu, ve
bunun insanlığın İlk dininde mevcudiyetini gösterir kanaatindeyim.
Mütercim.
1161 Dr. Ahmed Emin vo. Dr. .Zekî Necib, Kıssatul-Edeb fî'l-Âlem S. 55
1111 Dr. Hüseyin Fevri, Kttabu Slndâbad. Bunların sekiz değil, yadi oldu£u
anlatılıyor.
1121 Merhum Abdulkadir Hamza'mn Mori'den çevirisi.
1131 Dr. Ahmed Emtin ve Dr. Zekî NecSb, Kıssatu'l-Edeb fi'1-Âlem
kitabından ve Üstad Drînî Hagebe'nin Esâtînı'l-Hubbi wa'l -Cemal inde'l-
lgrîk adlı eserinden.
1221 İkinci kitapları jTalmud'dur.
1211 Ahdi Kadimden ve Incil'den alınan parçalar, Kitabı Mukaddesin
Türkçe tercemesiyle karşılaştırılmak suretiyle dilimize çevrilmiştir.
Mütercim
1221 Bu metin,, Ahdi Cedidde varidolduğu gibi Hz. tsp'nın asılısından üç
gün sonra kalkışım ifade etmek istiyor.
1221 Bu metinden, bunun kıyamet günü olduğu anlaşılıyor.
1241 Matta İncilinin on üçüncü (babında da göyle denir: «însan oğlu
meleklerini gönderecektir. Ve onlar, sürçmeğe sebebo-lan bütün şeyleri
ve fesad işliyenleri onun melekûtundan top-hyacaklar ve onları fırın
ateşine atacaklar. Oraca ağlayış ve diş gıcırtısı olacaktır.» Matta İncili,
Bab 13, 3.15, İstanbul, 1949. (Mütercim).
1221 Seyyid Kutub, Kur’an’da Kıyamet Sahneleri,(Cennet-Cehennem), Hilal
Yayınları: 19-48.
409
1221 Seyyid Kutub, Kur’an’da Kıyamet Sahneleri,(Cennet-Cehennem), Hilal
Yayınları: 49-65.
1221 Nüzul sırasına göre ikinci suredir. AJâk suresi bundan önce nazil
olmuştur. Onda kıyamete bir işaret vardır. Bu sure Mekkî'dir. Yalnız on
âyet Medine'de nazil olmuştur.
1221 Seyyid Kutub, Kur’an’da Kıyamet Sahneleri,(Cennet-Cehennem), Hilal
Yayınları: 66-67.
1221 Üçüncü sûre. Üç âyet hariç Mekkîdir.
1201 Seyyid Kutub, Kur’an’da Kıyamet Sahneleri,(Cennet-Cehennem), Hilal
Yayınları: 68-70.
1311 Dördüncü sure, Mekkîdir,
1221 Boynuza benzer bir borudur. Borazan gibi. Cebrail (İsrafil olmalı.) (A.)
Bunu ilk üfleyişinde bütün canlılar ölürler, ikinci Üfleyişinde dirilirler.
1231 Nakr: lügatte, didiklemek, kakmak, davul çalmak ve boru çalmak
manalarına gelir. (Mütercim).
1241 Seyyid Kutub, Kur’an’da Kıyamet Sahneleri,(Cennet-Cehennem), Hilal
Yayınları: 71-77.
1221 Altıncı sure, Melikidir. Bundan önce Fatiha suresi inmiştir. Onda
kıyamet meşhedleri yoktur. Sadece bir bir işaret vardır.
1221 Seyyid Kutub, Kur’an’da Kıyamet Sahneleri,(Cennet-Cehennem), Hilal
Yayınları: 78-79.
1221 Yedinci süre, Mekkî'dir.
1221 Seyyid Kutub, Kur’an’da Kıyamet Sahneleri,(Cennet-Cehennem), Hilal
Yayınları: 80-83.
1221 Sekizinci sûre, Mekkîdir.
1221 Seyyid Kutub, Kur’an’da Kıyamet Sahneleri,(Cennet-Cehennem), Hilal
Yayınları: 84-85.
410
^ Onuncu sure, Mekkîdir. Ve'lleyl suresi bundan önce inmiştir. Onda
ateşe kısacık bir işaret vardır.
^ Seyyid Kutub, Kur’an’da Kıyamet Sahneleri,(Cennet-Cehennem), Hilal
Yayınları: 86-88.
1431 Bu sure, ondördüncü suredir, Mekkîdir. Bundan önce üç sure dahp
inmiştir. Fakat onlarda kıyamet sahneleri yoktur.
^ Seyyid Kutub, Kur’an’da Kıyamet Sahneleri,(Cennet-Cehennem), Hilal
Yayınları: 89-90.
1451 Yirmidördüncü sure, Mekkîdir. Daha önce yedi sure inmiştir. On-larda
kıyamet sahneleri yoktur. Yalnız Tekâsür Suretiyle, Necm Suresinde
kıyametin sadece adı zikredilir.
^ Seyyid Kutub, Kur’an’da Kıyamet Sahneleri,(Cennet-Cehennem), Hilal
Yayınları: 91-92.
1421 Yirnıiyedinci sure, Mekkîdtr. Bundan önce Kadr ve Şems sureleri
inmiştir. Onlarda kıyamet zjkredilmemigtir.
1431 Seyyid Kutub, Kur’an’da Kıyamet Sahneleri,(Cennet-Cehennem), Hilal
Yayınları: 93-94.
1421 Otuzuncu suredir, Mekkîdir. Bundan önce Tîn ve Kureyş sureleri
inmiştir. Onlarda âhiret gününün ziKri geçmez.
1521 Seyyid Kutub, Kur’an’da Kıyamet Sahneleri,(Cennet-Cehennem), Hilal
Yayınları: 95-97.
^ Otuzbirinci sure, Mekkîdir.
1321 Seyyid Kutub, Kur’an’da Kıyamet Sahneleri,(Cennet-Cehennem), Hilal
Yayınları: 98-101.
411
2.BÖLÜM
m Otuzikmci sure, Mekkîdir.
121 Seyyid Kutub, Kur’an’da Kıyamet Sahneleri,(Cennet-Cehennem), Hilal
Yayınları: 102-103.
131 Bazı müfessîrler kasr'ı saray, cimale'yi de deve olarak tefsir ederler.
Kur'an tablolarındaki edebî ahenk, bunları kalın ağaca ve kaim ipe
hamletmeği zaruri kılmaktadır. Tutuşturulmuş ate§le kaim ağaçlar
arasında bir ahenk vardır ki o da yakıttır. Küçük kıvılcımın, ategin yaktığı
kalın ağaç hacminde olması ile kalın ip arasında şekil bakımından ve
toplanan odunların iple sarüması bakımından bir ahenk vardır. Kur'an
tasvirinde daima «resim birliği» mevcuttur. Cüzlerde uyum, külde uyum
ve bunların hayalde, uyandırdığı çağrışımlarda uyum.
m Seyyid Kutub, Kur’an’da Kıyamet Sahneleri,(Cennet-Cehennem), Hilal
Yayınları: 104-111.
131 34 üncü sûre, Mekkîdir.
161 Seyyid Kutub, Kur’an’da Kıyamet Sahneleri,(Cennet-Cehennem), Hilal
Yayınları: 112-117.
m 36 inci sure. Bundan önce Beled suresi nazil olmuştur. Orada kıyamet
meşhedleri yoktur.
131 Seyyid Kutub, Kur’an’da Kıyamet Sahneleri,(Cennet-Cehennem), Hilal
Yayınları: 118-121.
121 inci süre, Mekkîdir. Üg âyet hariç.
1121 Kur'anda Edebî tasvir
^ Seyyid Kutub, Kur’an’da Kıyamet Sahneleri,(Cennet-Cehennem), Hilal
Yayınları: 122-126.
1121 inci sure, Mekkîdir.
412
1131 Seyyid Kutub, Kur’an’da Kıyamet Sahneleri,(Cennet-Cehennem), Hilal
Yayınları: 127-131.
1331 39 unucu sure. Mekkidir. Yeni Ayet hariç
1131 Bazı müfessirler al-Cemel'i deve diye tefsir ederler. Fakat Kur'an 1 dalîi
edebî tasviri ve ondaki şaline cüzlerinin nasıl bir vahdet teg-kii ettiğini
araştıran kimie, deve ile iğne arasında bir münaferet görecektir. Ama bu
kelimenin taşıdığa kalın ip (halat) manası alınırsa bu iple iğne deliği
arasında gayet ince bir ahenk görülür. al-Cemel, kaim ip manasına da
gelir. Ve böyle bir tefsir, Kur'an metoduna, onun ince âhengine daha
uygun düşer.
1161 Seyyid Kutub, Kur’an’da Kıyamet Sahneleri,(Cennet-Cehennem), Hilal
Yayınları: 132-143.
1121 41 inci sure. Mekkîdir. Bunda* önce Cinn suresi nazil Orada âhirete iki
igaret vardır. Biri:
«Ama kasıtlar cehenneme odun oldular» âyeti, İkincisi de:
«Allah'a ve Resulüne âsî olanlar için cehennem ateşi vardır. Orala ebedî
kalacaklardır. O va'dedildikleri şeyi gördükleri zaman, kimin yardımcı
bakımından daha, zayıf ve kimin sayısı daha az olduğunu bilecekler»
âyetidir.
1131 Seyyid Kutub, Kur’an’da Kıyamet Sahneleri,(Cennet-Cehennem), Hilal
Yayınları: 144-148.
1121 42 inci sure, üç âyet hariç Mekkdir.
1231 Bu hususta Kur'an'da Edebî Tasvir adlı eserimizin Tahvil.,Tec-sim
bölümüne müracaat edilsin.
1211 Bu hususta Kür'anda Edebî Tasvir adlı kitabın Edebî Ahenk bölümüne
bakılmalıdır.
413
1221 Seyyid Kutub, Kur’an’da Kıyamet Sahneleri,(Cennet-Cehennem), Hilal
Yayınları: 149-156.
1231 43 üncü sure, Mekkîdir.
1241 Seyyid Kutub, Kur’an’da Kıyamet Sahneleri,(Cennet-Cehennem), Hilal
Yayınları: 157-160.
1251 44 üncü sûre, Mekkidir. Yalnız ayrı ayrı yerlerde bulunan iki âyet hariç.
1261 Seyyid Kutub, Kur’an’da Kıyamet Sahneleri,(Cennet-Cehennem), Hilal
Yayınları: 161-163.
1221 45 inci sure. İki âyet müstesna, Meldtîdir.
1231 Bazı tefsirlerde «gözleri göğermiş olarak» manası veriliyor. Çünkü
Araplarda gök gözlülük, iyi telâkki edilmez. Arapların düşmanları olan
Rumlar gök gözlü olduklarından, gök gözlülük Araplarda kötü sayılmıştır.
Gök göz, kötü tesir eden gözlere misal olmuş, uğursuz kabul edilmiştir.
Ama madem ki Kur'an burada gdklügü göze tahsis etmemiştir, o halde
biz bunu yüzü gök manasına da alabaliriz. Biz,, lafzın delâlet ettiği ,ec
yakın manayı almak taraftarıyız. Çünkü Kur'an, kelimeyi alır, onunla bir
tablo çizer. Kur'an'da İfade tarzı, tasvirdir.
1221 Seyyid Kutub, Kur’an’da Kıyamet Sahneleri,(Cennet-Cehennem), Hilal
Yayınları: 164-169.
1321 46 inci sure. îki âyet hariç, Mekkîdir.
1311 Be?ki de burada birinci ve ikinci fırka, gerçekte cennetteki dereceleri
farklı olan bir tek fırkadır. Oralarda özetle, burada etrafıyle zütredilmiştir.
1321 Bu ahid, Kur'an-ı Kerlm'de::Ilabbın, Âdem oğullarının bellerinden
zürriyetlerini almıştı ve on-lân kendi nefislerine A ehadet ettirmişti: «Ben
sizin rabbiniz değil iniyim?» Dediler: «Evet, Rabbımızsın.» âyetiyle
zikrodilen ahJddir.
414
031 Kur'an'da Edebî Tasvir adlı kitabın, Edebî Tasvir Bölümüne müracaat
edilsin.
1341 Seyyid Kutub, Kur’an’da Kıyamet Sahneleri,(Cennet-Cehennem), Hilal
Yayınları: 170-183.
1331 47 İnci sure, beş âyet hariç
1331 Seyyid Kutub, Kur’an’da Kıyamet Sahneleri,(Cennet-Cehennem), Hilal
Yayınları: 184-187.
1321 48 inci sure Mekkidir
1381 Seyyid Kutub, Kur’an’da Kıyamet Sahneleri,(Cennet-Cehennem), Hilal
Yayınları: 188-194.
1321 49 uncu sure, beş âyet müstesna, Mekkidir.
1321 Seyyid Kutub, Kur’an’da Kıyamet Sahneleri,(Cennet-Cehennem), Hilal
Yayınları: 195-200.
^ 50 inci sure. Muhtelif yerlerinde bulunan on âyet hariç, Mekkîdir.
1421 Seyyid Kutub, Kur’an’da Kıyamet Sahneleri,(Cennet-Cehennem), Hilal
Yayınları: 201-203.
3.BÖLÜM
111 51 inci sure. Dört âyet hariç Mekkîdir.
121 Seyyid Kutub, Kur’an’da Kıyamet Sahneleri,(Cennet-Cehennem), Hilal
Yayınlan:204-208.
131 52 inci sure. Muhtelif yerlerinde bulunan üç âyet hariç, Mekkîdîr.
^ Seyyid Kutub, Kur’an’da Kıyamet Sahneleri,(Cennet-Cehennem), Hilal
Yayınları: 209-212.
415
101 54 üncü sure. Bir âyet hariç, Mekkîdir. Bundan önce Yusuf suresi nazil
olmugtur. Onda kıyamet sahneleri yoktur. Yalnız Dâr-ı âhiret stir'atle
zikredilir, hiçbir tafsilat verilmez.
161 Seyyid Kutub, Kur’an’da Kıyamet Sahneleri,(Cennet-Cehennem), Hilal
Yayınları: 213-214.
m 55 inci sure, muhtelif yerlerinde bulunan dokuz âyet hariç Mekkîdir.
121 Seyyid Kutub, Kur’an’da Kıyamet Sahneleri,(Cennet-Cehennem), Hilal
Yayınları: 215-219.
121 56 inci suni, Mekkîdir.
1121 Seyyid Kutub, Kur’an’da Kıyamet Sahneleri,(Cennet-Cehennem), Hilal
Yayınları: 220-229.
1111 57 inci sure. Uç âyet hariç, Mekkîdir.
1111 Seyyid Kutub, Kur’an’da Kıyamet Sahneleri,(Cennet-Cehennem), Hilal
Yayınları: 230-231.
1131 58 inci sure, bir âyet hariç, Mekkîdir.
^ Seyyid Kutub, Kur’an’da Kıyamet Sahneleri,(Cennet-Cehennem), Hilal
Yayınları: 232-237.
1131 59 uncu sure, iki âyet hariç Mekkîdir.
1161 Seyyid Kutub, Kur’an’da Kıyamet Sahneleri,(Cennet-Cehennem), Hilal
Yayınları: 238-243.
1111 60 inci sure. Üç âyet hariç, Mekkîdir.
1131 Seyyid Kutub, Kur’an’da Kıyamet Sahneleri,(Cennet-Cehennem), Hilal
Yayınları: 244-250.
1121 61 nci sure, Mekkîdir.
1221 Seyyid Kutub, Kur’an’da Kıyamet Sahneleri,(Cennet-Cehennem), Hilal
Yayınları: 251-257.
1211 62 nci sure. Dört âyet Hariç, Mekkîdir.
416
1221 Seyyid Kutub, Kur’an’da Kıyamet Sahneleri,(Cennet-Cehennem), Hilal
Yayınları: 258-260.
1231 63 üncü sure, Mekkîdir.
1241 Seyyid Kutub, Kur’an’da Kıyamet Sahneleri,(Cennet-Cehennem), Hilal
Yayınları: 261-265.
1251 64 üncü sure, Mekkîdir.
1231 Seyyid Kutub, Kur’an’da Kıyamet Sahneleri,(Cennet-Cehennem), Hilal
Yayınları: 266-268.
1221 65 inci sure, bir âyet hariç, Mekktdir.
1221 Seyyid Kutub, Kur’an’da Kıyamet Sahneleri,(Cennet-Cehennem), Hilal
Yayınları: 269-272.
1221 66 ncı sure. Muhtelif yerlerinde bulunan üç âyet müstesna, Mekkîdir.
1321 Seyyid Kutub, Kur’an’da Kıyamet Sahneleri,(Cennet-Cehennem), Hilal
Yayınları: 273-274.
1311 67 nci sure, Mekkîdir.
1321 Seyyid Kutub, Kur’an’da Kıyamet Sahneleri,(Cennet-Cehennem), Hilal
Yayınları: 275-276.
1331 68 inci sure, Mekkîdîr.
1341 Seyyid Kutub, Kur’an’da Kıyamet Sahneleri,(Cennet-Cehennem), Hilal
Yayınları: 277-278.
1331 69 uncu sure. Ondokuz âyet hariç, Mekkîdir.
1321 Seyyid Kutub, Kur’an’da Kıyamet Sahneleri,(Cennet-Cehennem), Hilal
Yayınları: 279-283.
1321 70 inci sure Üç ayet hariç mekkidir
1331 Seyyid Kutub, Kur’an’da Kıyamet Sahneleri,(Cennet-Cehennem), Hilal
Yayınları: 284-288.
417
1321 72 nci sure. İki âyet hariç Mekkîdir. Bundan önce Nuh suresi nazil
olmuştur. Onda kıyamete işaret varsa da başlı başına kıyamet sahnesi
yoktur.
1421 Seyyid Kutub, Kur’an’da Kıyamet Sahneleri,(Cennet-Cehennem), Hilal
Yayınları: 289-295-
1411 78 üncü sure, Mekkîdir.
1421 Seyyid Kutub, Kur’an’da Kıyamet Sahneleri,(Cennet-Cehennem), Hilal
Yayınları: 296-299.
1421 74 üncü sure, Mekkîdir.
1441 Seyyid Kutub, Kur’an’da Kıyamet Sahneleri,(Cennet-Cehennem), Hilal
Yayınları: 300-304.
1451 75 inci sure, âyet hariç, Mekkîdir.
1421 Seyyid Kutub, Kur’an’da Kıyamet Sahneleri,(Cennet-Cehennem), Hilal
Yayınları: 305-306.
143 76 nci süte. Mekktdir.
1421 Seyyid Kutub, Kur’an’da Kıyamet Sahneleri,(Cennet-Cehennem), Hilal
Yayınları: 307-313.
1421 77 nci sure. Mekkîdir.
1321 Seyyid Kutub, Kur’an’da Kıyamet Sahneleri,(Cennet-Cehennem), Hilal
Yayınları: 314-317.
m 78 inci sure, Mekkîdir.
1221 Cehennem ehlinin A asaletinden ve yanan bedenlerinden akau şeyi
lerden -başka yiyecek yok.
1231 Seyyid Kutub, Kur’an’da Kıyamet Sahneleri,(Cennet-Cehennem), Hilal
Yayınları: 318-327.
1241 79' uncu sure, Mekkîdir.
418
1551 Seyyid Kutub, Kur’an’da Kıyamet Sahneleri,(Cennet-Cehennem), Hilal
Yayınları: 328-332.
1501 80 inci sure, Mekkîdir.
1521 Seyyid Kutub, Kur’an’da Kıyamet Sahneleri,(Cennet-Cehennem), Hilal
Yayınları: 333-336.
1581 81 inci aure, Mekkîdir.
1821 Sahire, düz, beyaz arazidir.
1621 Seyyid Kutub, Kur’an’da Kıyamet Sahneleri,(Cennet-Cehennem), Hilal
Yayınları: 337-341.
m 82 ind sure, Mekkîdir.
^ Seyyid Kutub, Kur’an’da Kıyamet Sahneleri,(Cennet-Cehennem), Hilal
Yayınları: 342-344.
1631 83 üncü sure, Mekkîdir.
^ Seyyid Kutub, Kur’an’da Kıyamet Sahneleri,(Cennet-Cehennem), Hilal
Yayınları: 345-347.
1251 84 üncü sure, bir âyet hariç Mekkîdir.
120 Seyyid Kutub, Kur’an’da Kıyamet Sahneleri,(Cennet-Cehennem), Hilal
Yayınları: 348-349.
1211 85 İnci sure, Mekkîdir. Bir âyet hariç.
1281 Seyyid Kutub, Kur’an’da Kıyamet Sahneleri,(Cennet-Cehennem), Hilal
Yayınları: 350-351.
1221 86 inci sure, Mekkîdir. Bu, Mekke'de nazil olan sut-elerin sonun¬
cusudur.
1221 Hadisi şeriflerden saraheten anhyoruz ki mü'mlnler cennette Rab-
lerini göreceklerdir. (Mütercim)
^ Seyyid Kutub, Kur’an’da Kıyamet Sahneleri,(Cennet-Cehennem), Hilal
Yayınları: 352-355.
419
1221 87 inci aure, Medenîdir. Yalnız 281 inci âyet Medenî değildir, cetu'l-
Veda'da iken Mina'da nazil olmuştur.
1231 Seyyid Kutub, Kur’an’da Kıyamet Sahneleri,(Cennet-Cehennem), Hilal
Yayınları: 356-359.
m 88 sûre, Medenîdir.
1251 Seyyid Kutub, Kur’an’da Kıyamet Sahneleri,(Cennet-Cehennem), Hilal
Yayınları: 360-364.
1213 90 inci sure, Medenîdir.
1221 Seyyid Kutub, Kur’an’da Kıyamet Sahneleri,(Cennet-Cehennem), Hilal
Yayınları: 365-366.
1221 92 İnci sure. Medenîdir. Bundan önce MÜmtehine suresi nazil ol¬
muştur. Onda kıyamete sadece -bir işaret vardır.
1221 Seyyid Kutub, Kur’an’da Kıyamet Sahneleri,(Cennet-Cehennem), Hilal
Yayınları: 367-370.
1221 93 üncü aure, Medenîdir.
1211 Seyyid Kutub, Kur’an’da Kıyamet Sahneleri,(Cennet-Cehennem), Hilal
Yayınları: 371-372.
1221 94 üncü sure, Medenîdir.
1231 Seyyid Kutub, Kur’an’da Kıyamet Sahneleri,(Cennet-Cehennem), Hilal
Yayınları: 373-378.
1231 95 inci sure, Medenidir. Yalnız bir âyet Hicret esnasnida yolda 1 nazil
olmuştur.
1231 Seyyid Kutub, Kur’an’da Kıyamet Sahneleri,(Cennet-Cehennem), Hilal
Yayınları: 379-380.
1221 96 inci sure, Medenidir.
1221 Seyyid Kutub, Kur’an’da Kıyamet Sahneleri,(Cennet-Cehennem), Hilal
Yayınları: 381-382.
420
1281 97 nci sureMedenidir
1821 Seyyid Kutub, Kur’an’da Kıyamet Sahneleri,(Cennet-Cehennem), Hilal
Yayınları: 383-388.
1221 98 inci sûre, Medenidir.
1211 Seyyid Kutub, Kur’an’da Kıyamet Sahneleri,(Cennet-Cehennem), Hilal
Yayınları: 389-392.
1221 102 inci sure, Medenîdir, Bundan Önce Talak, Beyylne ve Ha§r su-i
releri nazil olmuştur. Onlarda cennet ve nann ismi geçer fakat 1 kiyamet
sahnesi yoktur.
1281 Seyyid Kutub, Kur’an’da Kıyamet Sahneleri,(Cennet-Cehennem), Hilal
Yayınları: 393-394.
1281 103 üncü sure, Medenîdir. Yalnız Mekke ile Modine arasında nazil
olan dört âyet hariç.
1251 Seyyid Kutub, Kur’an’da Kıyamet Sahneleri,(Cennet-Cehennem), Hilal
Yayınları: 395-398.
1281 105 Ind sure, Medenidir. Bundan tince Münafikun suresi nazil ol-
mugtur. Onda kıyamet sahneleri yoktur.
123 Seyyid Kutub, Kur’an’da Kıyamet Sahneleri,(Cennet-Cehennem), Hilal
Yayınları: 399.
1281 107 inci sure, Medenîdir. Bundan önce Hucurat suresi naail olmuştur,
fakat onda kıyamet sahneleri yoktur.
1221 Seyyid Kutub, Kur’an’da Kıyamet Sahneleri,(Cennet-Cehennem), Hilal
Yayınları: 400-401.
11201 108 inci sure, Medenîdir.
11211 Seyyid Kutub, Kur’an’da Kıyamet Sahneleri,(Cennet-Cehennem), Hilal
Yayınları: 402.
421
0521 112 İnci sure, Medenîdir. Yalnız bir âyet, Veda Hacci esnasında
Arafatta nazil olmuştur. Bundan önce Saff suresi İnmlgtlr. Onda kıyamete
birkaç işaret vardır. Cuma suresi de bundan öncedir. Onda kıyamet
zikredilmez. Feth suresi de bundan Öncedir. Onda da igaretler var, fakat
saihne yoktur.
11031 Seyyid Kutub, Kur’an’da Kıyamet Sahneleri,(Cennet-Cehennem), Hilal
Yayınları: 403-406.
UMJ 113 Üncü sure, Medenîdir. Yalnız iki âyet Mekkîdir.
11331 Seyyid Kutub, Kur’an’da Kıyamet Sahneleri,(Cennet-Cehennem), Hilal
Yayınları: 407-408.
422